23 Ocak 2015 13:40
Uğur Mumcu’yla uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde beraber çalışan Hikmet Çetinkaya, “Uğur silahlı eylemden korkuyordu, evini ona göre düzenlemişti. Perşembe, ayın 21’inde Arcayürek’le geldiler. Bir ara ‘İlhan Abi, senle beni öldürecekler.’ Bunu duydum. Sonra gittiler. Pazar günü Işık Kansu telefon etti, ‘Abi Uğur Abi’nin arabasını patlattılar’ dedi” diye konuştu.
Gazeteci yazar Uğur Mumcu, bundan 22 yıl önce, 24 Ocak 1993’te evinin önünde katledildi. Aradan geçen onca zamana rağmen cinayet aydınlatılamadı, sorumlular bulunmadı. Yakın çalışma arkadaşlarından Hikmet Çetinkaya, Mumcu’yu ve Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırıları Birgün gazetesinden Ömür Şahin Keyif’e anlattı.
Cumhuriyet pek çok kez saldırılarda yazarlarını kaybeden bir gazete. Mumcu öldürüleli 22 yıl oldu. Bugün sizler de Charlie Hebdo karikatürleriyle ilgili tehdit altında çalışıyorsunuz…
Uğur Mumcu’dan önce Musa Anter, Mehmet Sincar öldürüldü. 1998’de Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. Öncesinde Bahriye Üçok’lar, Muammer Aksoy’lar Çetin Emeç’ler var… Çocuklarımız var güneydoğuda. Siyasetçilerimiz var Vedat Aydın gibi. Hrant Dink’imiz var, Hablemitoğlu’muz var. Bunlar farklı ideolojilerden gelen insanlardı. Geride çocuklarını, eşlerini bıraktılar. Terör devletten de bir örgütten de gelebilir, bireysel de olabilir; dili, dini, ırkı, rengi yoktur. Bunu yıllardır söylüyorum, terör nereden gelirse gelsin bir insanlık suçudur.
Bu cinayetlerin soruşturmalarının vardığı noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
‘Yüce’ devletimiz olayın faillerini buldu her zamanki gibi, tetikçiler. Sorarım, büyük patron kimdi? Rahip Santoro’yu 14 yaşındaki bir çocuk vurdu. İsrail yapımı binlerce lira değerindeki silahı alıyor, kapıyı çalıyor Rahip, kapıyı açıyor… Bunlar insana inandırıcı gelmez. Çocuk yakalanıyor. Başka tutuklu var mı? Peki Hrant Dink cinayeti? Otobüse biniyor cinayeti işledikten sonra, bileti Trabzon’a. Samsun garajı jandarmaya bağlı, orada durdurup alıyorlar. İki sivil polis var otobüste, takip ediyorlar zaten. Trabzon’a kadar gitse, istihbarat çalışsa, kimlerle ilişki kurduğunu görüp, olayı tümüyle aydınlatamaz mı? Yok, öyle olmuyor, Samsun’da alıp bir kahraman gibi fotoğraf çektiriyorlar. Adına derin devlet mi kontrgerilla mı NATO gladyosu mu; ne derseniz deyin, Türkiye’de o hâlâ var. O nedenle Uğur Mumcu cinayeti de aydınlanmamıştır. Ne Muammer Aksoy ne Bahriye Üçok… Necip Hablemitoğlu cinayetinin tetikçileri bile yakalanmadı. AKP döneminin faili meçhulüydü. Aydınlanan 70 öncesi cinayetler de fludur. Abdi ipekçi cinayetinde yıllarca Turgut Kazan uğraştı, ne çıktı? Bir kişilik cinayet farklı, örgüt cinayeti farklıdır. Buna benzer 50 örnek veririm. Uğur Mumcu da bunlardan biridir. ‘Umut’ adlı bir operasyon oldu; içine Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur da Ahmet Taner de konuldu. Ortaya böyle bir tablo çıktı. İnanmadık. Ailesi inanmadı bir defa. Jean Paul Sartre’ın bir tiyatro yapıtı vardır, aynen ona benzer. Türkiye mezarsız ölülerin yurdudur.
Daha önce Uğur Mumcu’nun İlhan Selçuk’a ‘Bizi öldürecekler’ dediğini yazmıştınız. Hrant Dink’te olduğu gibi, devletten ‘uyarı’ almış olabilir mi Mumcu da?
Uğur silahla öldürüleceğini sanıyordu. Silahlı bir eylemden korkuyordu, evini ona göre dizayn etmişti. Perşembe, ayın 21’inde Cüneyt Arcayürek’le birlikte geldiler, toplantı vardı gazetede. Aynı gün 18.30 uçağıyla döndüler, hiç unutmuyorum. Laciver bir kruvaze blazer vardı üzerinde, kırmızı, Karadeniz balıkçılarının giydiği yelekten vardı altında, beyaz bir gömlek… Ve bir ara ‘İlhan Abi’ (Selçuk) dedi, ‘Senle beni öldürecekler’. Bunu duydum ben. Ondan sonra gittiler. Pazar günü 13.00, 13.30 arasında Işık Kansu telefon etti, ‘Abi Uğur Abinin arabasını patlattılar’ gibi bir şey söyledi. Ondan sonra zaten duyuldu. Duyum almış mıydı, almamış mıydı, orasını bilemiyorum. Ama tehdit alıyordu.
Kitaplarını okuduğunuz zaman, devletin hemen hemen tüm birimlerine dokunuyordu. Dört, beş adamın bir araya gelip, ‘Haydi gel, bomba koyalım’ dediklerine olasılık vermiyorum. O, duvardan tuğlanın sökülmesidir.
Kendisiyle ilgili bir yazınızda, Mumcu’ya seslenmiş, günümüzde yaşananları anlatmış, gerçekte neler oluyor, gel anlat, demiştiniz… En çok hangi dönemlerde aklınıza düşüyor Mumcu?
Zaman zaman düşüyor tabii. İnsan zaman zaman yalnızlığı sever. Yalnızlık tek başına kalmak değildir. Düşünme, düşler kurma gereksinimidir. Bakarsınız, çiçekler solmuştur, az kaldı ilk yaza dersiniz, sevinç kelebekleri uçuşur yüreğinizde, kendisini mutlu kılmak için bir şeyler yaratır insanoğlu… Aklıma gelir zaman zaman…
***
Bunca tehdidin arasında, bu ofiste çalışmanın ruh hali nasıl?
Arkadaşlar çalışıyor. Ben normal geliş gidişlerimi sürdürüyorum. Burada arkadaşlarımızın, ‘Bu abluka olmasa, yemek saatlerinde dışarı çıksak, hava alsak’ gibi bir istekleri olabilir tabi; ama bir sıkıntı yok, herkes görevinin başında.
Benim tek sıkıntım şu; ayağa kalkar şuradan bakardım, İstanbul’un mozaiğidir bu sokak, Cevahir’e giderler, orta sınıf ve altının tek eğlence yeridir. Bu sabah hava da güzel ve güneşlikti, ama bomboş bu cadde, sadece Ermeni mezarlığına ve selvilere, kurumuş çıplak ağaçlara bakıyorum. Koyu bir yalnızlık hissi veriyor. Yeşerecek tabii ağaçlar yeniden; bahar, ilkyaz geldiğinde…
Cumhuriyetin felsefesi olan laiklik tanımını anlatamadık bu topluma. Eski Yunanca’dan gelir laikos, halkın kendi kendini yönetmesi. Ama İslam toplumu Avrupa gibi ortaçağı yaşamadı. Kör inançlara saplandı. Geçen gün televizyonda bir program vardı, dört beş ilahiyatçı tartıştı birbirleriyle anlaşamadılar. Dekan bağlandı “Öğrencilerime Hazreti Muhammet’in resimlerini gösterdim, İran’dan alıp getirdim” dedi. Bugün başka bir gazetede gördüm çizimleri. Peki Charlie Hebdo’nun birinci sayfasında ne var? Bir dindar. Ne diyor elindeki pankartta? “Hepimiz Charlie’yiz”. Ne var sağ gözünde? Gözyaşı. Vicdanının sesini dinliyor. Biz ne yapıyoruz? Bir yandan Paris’teki mitinge katılıp terörü lanetliyoruz, bir yandan Cumhuriyet gazetesinin yazarlarını hedef gösteriyoruz. Savcı soruşturma açıyor. Suç duyurusunda bulunan, Gezi sırasında Dolmabahçe’de, “İçki içildi, diyerek suç duyurusunda bulunan avukat.
Üsküdar’da dün (17 Ocak) toplanmışlar, Ceyda-Hikmet, hesap verecek diye, Türkmenistanlılar çığlık atıyor. Bizi de hedef tahtasına oturtuyorsunuz. Bağnazlıkla mücadeleyi biz verdik. Bu gazeteye yürüyenler, bizlere binlerce tweet atanlar, size göstereyim, ölüm tehditleri resmen… (Cep telefonundan, gelen ölüm tehditi mesajlarını gösteriyor) Televizyoncu arkadaşımız Sedef (Kabaş) üç, dört tweet attı diye gözaltına alıyorsunuz ama bunları görmüyorsunuz!
İktidar hedef göstermeye devam ederken, bulmalarını bekleyebilir miyiz?
Öyle bir şey beklemiyoruz. Türkiye’nin geldiği durumu görmeniz açısından söylüyorum. Bu olaya ses çıkaran üç gazete var; BirGün, Evrensel, Cumhuriyet… Peki diğerleri nerede? 150 kişi şurada, biraz önce gelmişler işte, Cumhuriyet’in yerini bile bilmiyorlar aslında. Bu nedir? İnsanlara gözdağı vermek, korkutmak, yıldırmak.
Laiklik talebini topluma anlatamadık dediniz ama, kimi muhalif kesimler içinde de bu talep zaman zaman aşağılandı…
Onlar anlamazdan geldiler. Onların bazıları zamanla açıldı. Özellikle 17-25 Aralık’tan sonra açıldılar.
Işık Kansu’nun yazılarına ara vermesini nasıl yorumluyorsunuz?
Bizim yazarlarımız, yayın çizgilerimizin içinde kaldıkları sürece, gazeteye de dahil, her türlü eleştiriyi yapabilirler. Özgürdürler. O onun bireysel düşüncesidir. Oysa burası bir kurumdur. Olabilir, ara verebilir, dönebilir… İstifa ediyorum da demedi. Olsun varsın. Önemli şeyler değil bunlar.
***
Cemaat’le ilgili önemli yazılar yazdınız, ancak ‘ben de değiştim onlar da değişti’ dediniz. Çark mı ettiniz?
Ben Fettullah Gülen’i Türkiye’deki kamuoyuna yazılarımla tanıtan insanım. Ama toplum sözlüden yazılı kültüre geçmemiş ille görecek, duyacak. 200 dava açtı Fettullah Gülen bana. Şimdi bana içi karanlık, aydınlıktan korkanlar, onlar kim olduklarını bilir, beni “Fettullahçı” yaptılar. Neymiş ben değişmişim. Ben Yazarlar Vakfı’na gitmişim. Evet gittim, ben gazeteciyim. 200 davayı da bana açtılar. Ama ben hayatımda, bunlara terörist demedim. Devlet içinde örgütleniyorlar, dedim. Zorla örgütlenmiyorlar ki. Askeri liseleri nasıl kazandıklarını yazdım. Eğitimde nasıl örgütlendiklerini polis koleji akademilerinde soruların nasıl önceden alındığını, harp okullarına nasıl girdiklerini yazdım. Maltepe, Kuleli ve Bursa Işıklar askeri liselerinde, 85 ya da 86 yılında bir operasyon yapıldı ve 250-300 öğrenci okuldan disiplinsizlikten atıldı, nur evlerine gittikleri için. Özal bunları Kanun Hükmünde Kararname’yle anadolu liselerine yerleştirdi. Savcı, kaymakam, polis müdürü, vali oldular. Ramazan Akyürek’le ilgili raporlar, tutanaklar var. Ben yazdım kaç defa. İstihbarat Daire Başkanlığına atayan kim onu? Herhalde biz değiliz.
O dönem AKP ve Cemaatin en yakın olduğu, Cemaatin devlet içinde en civcivli olduğu dönemdi. Neden değiştiler dediniz?
Mahalledeki bakkal dükkanı, orada beyaz eşya satan adam oldu. Bir eğitimli kuşak yetiştirdiler. Yozgat’ta sanat enstitüsünün torna tasfiye bölümünden mezun bir çocuk, bir bakıyorsun Boğaziçi halkla ilişkileri kazanmış, oradan ABD’nin filanca üniversitede doktora yapmış, 10 yıl kalmış. Bunlar çoğaldı ve kuşak çatışmasıyla beraber ideolojik çatışma başladı. Ak şaçlı dedikleriyle karşı karşıya geldiler.
Bir iyiye gidişten mi bahsediyorsunuz, eğitimliler diyerek?
Hayır asla. Eğitimli bir kuşak getirdiler ondan bahsediyorum.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na gidişinizin üzerine bu ifadeleri kullanmanızın etkisi olmadı mı, çark etti demelerinde?
Bunu yapanların kim olduğunu biliyorum. Onlar herkesi lekeler ve iftira atarlar. Binde üçü bir geçsinler de… Ben Fettullah’ın röportajını yaptım, onu CD yaptılar, parayla mı sattılar gazeteye ek olarak mı veriler, unuttum gitti. Dava bile açmadım. Ama ben insani olarak tutuklandıklarında gözaltına alındıklarında çok yazı yazdım. Onlarla yurtdışı gezilerinde beraber oluyoruz, oturup konuşuyoruz. Yumruk yumruğa gelecek halim yok ki. Ama hayatım boyunca Abant toplantılarına ne çağırıldım ne gittim.
Bundan sonra gider misiniz?
Gider miyim hiç. Gidenleri sıralasam rezil olurlar.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na gitmekle Abant’a gitmek arasındaki fark ne?
Abant toplantısına gazeteci olarak elbet giderim ama konuşmacı olarak gitmem. Benim belli ilkelerim var. Beni Samanyolu TV’de tartışma programında, Bugün’de gördünüz mü? Gitmem… Ama Ekrem Dumanlı gözaltına alındığı zaman, yazarım. Bu dayanışmadır. Yarın BirGün’e, Yurt’a ve Aydınlık’a, Star’a, Habertürk’e, Yeniş Şafak’a aynı şeyler yapılsa, duruş sergilerim. Bunlar havuz medyası diye bakmam öyle. Hayatım boyunca ezilenin yanında olmuşumdur ben.
© Tüm hakları saklıdır.