14 Ocak 2016 13:55
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, daha önce ağır ifadelerle eleştirdiği Güneydoğu'daki operasyonlar ve sokağa çıkma yasaklarına tepki gösteren "Suça ortak olmayacağız" başlığıyla yayımlanan bildiriye imza atan 1128 akademisyene bir kez daha yüklendi.
"Benim itirazım bu akademisyenlerin farklı düşünmelerine değil" diyen Erdoğan, "Buradaki mesele kendilerine akademisyen diyen bu kitlenin tamamı yalandan, saptırmadan, propagandadan oluşan terör örgütünün dilini kamuoyuna yansıtmasıdır" diye konuştu. "Bu sözde aydınlar aydın değil, bunlar karanlıktır karanlık, bunu böyle biliniz" diyen Erdoğan, daha önce 'cahil' diye nitelediği akademisyenlerin bildirisine "Bu mesele kesinlikle demokrasi meselesi, hak ve hürriyetler meselesi, düşünce özgürlüğü meselesi değildir. Türkiye’nin bu konularda hiçbir eksikliği yoktur, devletin ve milletin bekası meselesidir" ifadesini kullandı. Erdoğan, "İlgili kurumlarımızın da anayasamıza ve yasalarımıza göre açık suç teşkil eden bu ihanet karşısında gerekenleri yapacaklarına inanıyorum. Asla taviz verilemez" diyerek YÖK'e mesaj gönderdi.
Ankara'da 99 baraj ve HES inşaatlarının toplu açılış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Gezi olaylarındaki taleplerden biri de HES inşaatlarının durdurulmasıydı" iddiasında bulundu.
Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şöyle:
Toplu açılış törenini gerçekleştirdiğimiz 99 baraj ve HES’in ülkemize, milletimize, firmalarımıza hayırlı olmasını diliyorum. Sayın bakanımız ve ekibiyle, işadamlarımıza, firmalarımıza teşekkür ediyorum. Refah düzeyi artan Türkiye’nin enerji talebini karşılamak için bu yatırımları kesintisiz olarak sürdürmeliyiz. Son yıllarda ülkemizdeki güven ve istikrar ortamına zarar vermeye yönelik saldırıların ilk hedeflerinden biri hep enerji yatırımları oldu.
Gezi olaylarındaki taleplerden biri HES inşaatlarının durdurulmasıydı. 17-25 Aralık darbe girişiminde, işadamlarının enerjide pay sahibi kişiler olduğunu görüyoruz.
Türkiye çok büyük yatırımlara rağmen hidroelektrik potansiyelinin yarısını kullanabilmiştir. Peki siz bu ülkelerde HES yatırımlarından vazgeçilmesi için eylem yapıldığını gördünüz mü, duydunuz mu? Elbette göremezsiniz, duyamazsınız. Çünkü bu ülkelerde bizdeki gibi kendi ülkesine husumet besleyen kesimler, siyasetçiler ve medya kuruluşları bulamazsınız. Değerli kardeşlerim, maalesef ülkemizde bedeni bu topraklarda yaşayan ama ruhu bu coğrafyanın tüm birikimine, değerlerine düşman, sayıca az fakat sesi çok çıkan bir kesim var. Bunlar buldukları her fırsatta içlerindeki kini, husumeti, çirkinliği dışa yansıtıyorlar.
Son örneğini Pazartesi yaşadık. Kendisine akademisyen diyen bir güruh çıkıp, alenen terör örgütü yanında saf tutarak devletine ve milletine kin kustu. Kardeşlerim bu barajların en büyük düşmanı hangi güruhtur biliyor musunuz? Bölücü terör örgütü ve onu destekleyen siyasetçiler, akademisyenlerdir. Her ne kadar bu bildiriyi 151 bin akademisyen 1128’i imzalamış olsa da durum düşündürücüdür. Benim itirazım bu akademisyenlerin farklı düşünmelerine değil. Türkiye’nin demokraside, hak ve özgürlüklerde geldiği yer itibariyle hoşumuza gitmese de farklı görüşlere elbette ki saygı duyuyoruz. Buradaki mesele kendilerine akademisyen diyen bu kitlenin tamamı yalandan, saptırmadan, propagandadan oluşan terör örgütünün dilini kamuoyunu yansıtmasıdır. Terör örgütü adına kurşun sıkmakla propagandasını yapmanız arasında hiçbir fark yoktur. Bunun düşünce özgürlüğüyle hiçbir ilgisi yok. Bu ülkenin, vatanın birliğine, beraberliğine karşı olan herkes bilsin ki bizim karşımızdadır.
Çünkü biz ülkemizde bir şeyin müdafaasını açıkça yapıyoruz. Tek millet olmanın gayreti içindeyiz. Yani tüm etnik unsurlarla tek millet, 78 milyon olarak ve biz tek bayrak, onun peşindeyiz. Bu ülkede ikinci bir bayrak dalgalandırılamaz. Bayrağımız bu. Rengi şehidimizin kanıdır, bağımsızlığımızın sembolü hilali, şehitlerimizin sembolü yıldızlarımız vardır.
Ekranları başlarında bizi izleyen tüm milletime sesleniyorum, zira bu çok önemli. Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Tabii ki yeri geliyor, canımız yanıyor. Kolay değil. Şehitlerimiz toprağa düşüyor. Şunu bilmemiz lazım ki toprak, şehitlerimizle vatan oluyor. Zira, “Şüheda çıkacak toprağı sıksan şüheda” diyen anlayış bizim anlayışımızdır.
Bütün bu olanlar, bildiri imzaları. Hadi bunları sineye çektik. Kendi ülkesine yabancıları davet etmek neyin nesidir. Bu mandacı zihniyeti çok iyi tanıyoruz. Aynı zihniyet 100 yıl önce benzer taleplerle arzı endam etmişti. Bu mandacı zihniyet hüsrana uğramıştır. Dünya üzerinde hiçbir devlet kendi toprak bütünlüğüne yönelik tehditler karşısında sessiz kalmaz, kalamaz. Hiçbir ülke kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliğinin hendeklerle, silahla tehdit edilmesine rıza göstermez.
Bakın dün gece, Çınar’da teröristler polis lojmanlarına ve emniyet kuvvetlerimizin binalarına saldırdılar. Bombalı araç, roket ve silahlarla yapılan saldırıda bir polisimiz ve 5 vatandaşımız hayatını kaybederken 6 ‘sı polis kalanı sivil 39 vatandaşımız yaralandı. Allah’tan rahmet, yaralılara şifa temenni ediyorum. Çınar saldırısı dahi tek başına terör karşısında duramayanların alçak, ahlaksız, karanlık yüzünü göstermeye yeter. Biz bugüne kadar dik durduk. Biz sadece Allah’ın huzurunda rüku ederiz. Bu sözde aydınlar aydın değil, bunlar karanlıktır karanlık, bunu böyle biliniz. Zira bunların vatan diye, millet diye bir meselesi yoktur. Bunlar sadece şu güzel ülkemizi nasıl karıştırırız, bu milleti nasıl birbirine düşürürüz, bunun gayreti içindeler. Bu mesele kesinlikle demokrasi meselesi, hak ve hürriyetler meselesi, düşünce özgürlüğü meselesi değildir. Türkiye’nin bu konularda hiçbir eksikliği yoktur, devletin ve milletin bekası meselesidir.
Unutulmasın ki devletin olmadığı yerde ne özgürlük, ne demokrasi, ne hak, ne hürriyet olur. Sadece kaos olur, kan olur, gözyaşı olur. Teröristlerin yol açtığı durum karşısında devlet olarak vatandaşlarımızın hakkını, hukukunu korumak mecburiyetindeyiz.
Güvenlik güçlerimizin sivil ölümlerine yol açmamak için titiz davranması teröristlerle mücadeleyi yavaşlatıyor. Bitişik düzen evlerde tüneller kazılıyor, aileler göç ettiriliyor, dağdan gelenler yerleştiriliyor. Biz çözüm süreci derken çözüm sürecine bir yerlerden geldik. Demokratik açılım dedik, milli birlik ve kardeşlik projesi dedik. Hiçbiri anlamadı. Normal şartlarda, 3-5 günde temizlenecek operasyonlar, haftalarca, aylarca sürebiliyor. Devletin hiçbir zaafı yok. Bu işi çözmedikten sonra asla bu operasyonlar durmayacaktır, bunu da biliniz.
780 bin km2’lik bu vatan topraklarını, 78 milyon vatandaşımızı 1100 tane sözde aydından icazet alarak mı yöneteceğiz? Biz izni ve görevi milletten aldık. Şimdi o yetkiyi kullanıyoruz, sonuna kadar da kullanacağız. Burada sadece devletin kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliğine duyduğu saygı var. Terör örgütü mensupları vatandaşlarımızın canına, malına, mahremiyetine, diğer tüm haklarına acımasızca saldırıyor. Kürt halkını temsil etmek diye bir şey yok ha. Bunlar oradaki Kürt kardeşlerimin mahremiyetini bile çiğniyor. 6-7-8 Ekim’deki olaylarda dağın siyasetteki temsilcisi eşbaşkan, Kürt kardeşlerimi sokağa davet etmedi mi? 50 Kürt kardeşim ölmedi mi? 15 yaşındaki Yasin Börü’yü bunlar bir binanın üçüncü katından atarak arabayla çiğnemedi mi? Ne yapıyordu, Yasin Börü. Kurban eti dağıtıyordu.
Biz bu ülkede 78 milyon vatan evladına hizmet verdik. Biz, 780 bin km2’ye hizmet verdik. Bu 99 barajı görüyorsunuz.
O sözde bildiriye imza atan sözde akademisyenler gibi ruhunuzun kirlenmesi, kararması, her türlü insani hassasiyeti bitirmiş olmanız lazımdır. Milletimizin bu mandacı artıklarına milletimin hak ettiği cevabı vereceğinden şüphe duymuyorum. İlgili kurumlarımızın da anayasamıza ve yasalarımıza göre açık suç teşkil eden bu ihanet karşısında gerekenleri yapacaklarına inanıyorum. Asla taviz verilemez. Sadece sözde akademisyenlerin değil, kimi siyasetçilerin de benzer tavırda olduklarını üzülerek görüyorum. Terör örgütünün siyasi uzantısı olan siyasetçileri hiç saymıyorum. Onlar artık terör örgütünün maşasıdır.
Bunların tek yaptığı ise terör örgütünden aldığı emirleri yerine getirmekten, Türkiye’ye husumet besleyen kim varsa ona yanaşmaktan ibarettir. Benim asıl üzüldüğüm, başta genel başkanları olmak üzere bu ülkenin ana muhalefet partisini temsil eden siyasetçilerin ortaya koydukları tutumlar. Ana muhalefet partisi genel başkanı çıkıyor, terör örgütü propagandasına alet olmaktan pişman olan televizyon programcısına “Dik durmadın” diyor. Bu genel başkana göre o televizyon programcısı aynı tavrını sürdürmeli yani terör örgütü propagandasına devam etmeliymiş. Aynı zat daha önce hendekçi teröristleri de arkadaşı olarak ilan etmişti. Beyefendi, bir kazma kürek al sen de orada hendek açıver. Bu partinin bazı üyeleri de yaralanan teröristleri ziyaret etmekten, ilan asmaya kadar yapılmadık kepazelik bırakmadılar.
Sultanahmet’te bir terör örgütü bomba patlatıyor. Genel başkanın kafasını taktığı şey yayın yasağı. Ne olacaktı? Oradaki tabloları tüm dünyaya izletecek miydi? Fransa’da terör eylemleri yapıldığında hem bu ülkenin medyası hem dünya medyası hassasiyet gösterdi. Doğrusu da odur. Fakat benzer bir hadise ülkemizde yaşanınca bu hassasiyetin zerresini göremiyoruz. Ülkemizde kimi basın yayın kuruluşları, attıkları manşetlerde çifte standartla gerçek yüzlerini bir kez daha gösterdiler.
Ağırıma gidiyor. Paris saldırısını manşetlerinden benim ülkemdeki bir gazete “Fransa çocuklarına ağlıyor” başlığıyla verdi. Fakat Sultanahmet’teki olayı “Katliam ülkesi” diyerek sunması bizi şaşırtmadı. Ama umuyorum, birilerinin aklını başına getirmiştir. Böyle bir şey olabilir mi ya, bu ülkenin yayın organısın “Katliam Ülkesi” diye sürmanşetten veriyorsun.
Bundan sonra kimse bizim karşımıza, objektiflik, insan hakları, terör karşısında ilkeli tutum gibi argümanlarla gelmesin. Esasen Paris’te ölenlerin haklarıyla İstanbul’da ölenlerin haklarını aynı görmeyen zihniyetin çirkin yüzüne sayısız defa şahit olduk. Bu utanç verici çifte standart insanlık tarihine kara bir leke olarak kaydedilmeye devam edecektir. Suriye’de katledilen 400 bin masum insanı, Ege’de boğulan insanlar karşısında sessiz kalan insanların İstanbul’dakiler için hassasiyet göstermesini beklemiyorum. Biz hayal kırıklığına uğramaktan yorulduk ama onlar bu ahlaksızlıktan usanmadılar.
Biz kanayan yaralar karşısında ciğeri yanan, zalimin hasmı, mazlumun dostu olan bir milletiz. Başkaları ne yaparsa yapsın, biz bu şekilde yapmaya devam edeceğiz. Biz 2,5 milyon değil, daha fazla da olsa gelen mazlumlara, mağdurlara bu topraklarda ev sahipliği yapmaya devam edeceğiz. Değerli kardeşlerim, Türkiye’nin bölgesel ve küresel krizler nedeniyle zor bir dönemden geçtiğini biliyoruz. İstikrar ve güven ortamına sımsıkı sarılmalıyız. 7 Haziran sonrasında kısmi belirsizliğin içeride ve dışarıda kimlere nasıl cesaret verdiğini sizler de gördünüz. 2015 yılı tüm zorluklara rağmen kayıp bir yıl olmamıştır.
© Tüm hakları saklıdır.