Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sorgulamak amacıyla her hafta Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Cumartesi Anneleri/İnsanları, adalet arayışlarına 592’nci haftada da devam etti. Cumartesi Anneleri, "“OHAL değil acil demokrasi istiyoruz” dedi.
“Failler belli kayıplar nerede” yazılı pankart üzerine karanfillerin bırakıldığı ve kayıpların fotoğraflarının taşındığı eylemde, 12 Eylül darbesi OHAL sürecinde gözaltına alınan ve kaybedilen Süleyman Durgut dosyasındaki cezasızlığın son bulmasını istendi.
Eyleme, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve Berkin Elvan’ın ailesi de katıldı.
“OHAL ve darbeler kardeştir”
Eylemde ilk olarak 21 Mart 1995 tarihinde gözaltına alınan ve 5 gün sonra cenazesi bulunan Hasan Ocak’ın ağabeyi Ali Ocak konuştu.
Ocak, darbecilerin ve OHAL’i yaratanların ülkeyi zindana çevirdiğini ifade ederek, “OHAL ve darbeler kardeştir. Darbecilerin suçlarını örtmek için iktidardalar. Siz darbecilerin suç ortağısınız. Darbe değil barış istiyoruz” diyerek hükümetin politikalarını eleştirdi.
“Demokrasi olsaydı Hurşit Külter kayıp olmazdı”
19 Ekim 1995 tarihinde gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun ise, yaşanan bütün darbelerin karşısında olduklarını kaydederek, “Hurşit Külter’den 65 gündür haber alınamıyor. Demokrasi ve özgürlük olsaydı Hurşit Külter kayıp olmazdı” dedi.
Yapılan konuşmaların ardından basın metnini Cumartesi insanlarından Zehra Şen Oğuz okudu. Darbe girişimi ardından hayata geçirilen düzenlemelerin “olağanlaştırma” çabası ile normal hale getirildiğine değinen Oğuz, “12 Eylül darbesinden biliyoruz. Hukuka aykırı yapılan tutuklamalar, yargılamalar telafisi mümkün olmayan yaralara neden oluyor. İktidar bu lanetli darbe girişimini kendisi için ‘dikenli gül bahçesi yaratma’ fırsatına çevirme yerine demokrasiye, hukuk devletine ve barışa yönelme fırsatına çevirmelidir” dedi.
OHAL uygulamaları sonucu 14 Temmuz 1994 tarihinde gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Süleyman Durgut dosyasındaki cezasızlığa dikkat çeken Oğuz, Durgut’un Cizre’de yaşayan bir esnaf olduğunu ve JİTEM mensuplarınca muhbirlik yapması için baskı görerek, tehdit edildiğini söyledi.
Oğuz, JİTEM mensupları tarafından gözaltına alınarak ağır işkenceye maruz kalan Durgut’un, 14 Temmuz 1994 tarihinde sabaha karşı yataktan alınıp plakasız beyaz bir Toros’a bindirilerek götürüldüğünü ifade etti.
“OHAL değil, acil demokrasi istiyoruz”
Oğuz, şunları aktardı:
“Süleyman Durgut hukukun askıya alındığı OHAL koşullarında zorla kaybedildi ve failleri cezasızlık zırhı ile korundu. Yaşadık biliyoruz; OHAL, işkencenin normalleşmesi, gözaltında kaybetme ve katletmelerin yaşanması, hukuk güvenliğinin devre dışı bırakılması, suç işleyen kamu görevlilerine cezasızlık demek. Süleyman Durgut için adalet talebimizin gerçekleşmesi için, Hurşit Külter nerede? sorumuzun gerçekliğiyle cevaplanması için, OHAL değil, acil demokrasi istiyoruz.”
Süleyman Durgut’a ne oldu?
39 yaşındaki Süleyman Durgut, Cizre’de, 14 Temmuz 1994 yılında JİTEM tarafından gözaltına alındı. Aralarında JİTEM elemanları olarak bilinen Ramazan Hoca ve Cabbar kod adlı kişiler tarafından gözaltına alınan Durgut, plakasız beyaz bir Toros’a bindirilerek götürüldü. Ailesi, aynı gün Emniyete başvuru yaptı ancak, “Bu isimde bir şahıs gözaltına alınmadı” cevabı verildi.
Toros’la İdil İlçesi Herbak köyü civarında boş bir araziye götürülen Durgut, burada kurşuna dizildi. 10 kurşun isabet eden vücudunun çevresinde 30 boş kovan bulundu. Üzerinde kimliğini belirten belgeler olduğu halde İdil Cumhuriyet Başsavcılığı teşhis için gerekli soruşturmayı yapmadan defin ruhsatı çıkardı ve aynı gün Durgut “meçhul kişi” olarak defnedildi.
Durgut’u gözaltına alanlar bilinmesine rağmen 19 Aralık 1994’te İdil Cumhuriyet Başsavcısı “suçun faillerinin bulunamadığı” gerekçesiyle dosyayı sürüncemede bırakarak daimi arama kararı ile yetindi.
22 yıl boyunca gerçeği açığa çıkartacak, failleri tespit ederek yargılanmalarını sağlayacak etkinlikte bir soruşturma yapılmadı.
Dosya, 17 Ekim 2014’te İdil Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, zaman aşımı süresi dolduğu gerekçesiyle, kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.
Aile ve avukatlar, 14 Kasım 2014’te karara itiraz etti.