Gündem

Cumartesi Anneleri'nin 950'nci hafta eylemi davası | Mahkeme beraat taleplerini reddetti, duruşma ekim ayına ertelendi

Fotoğraf: Cumartesi Anneleri - X

07 Haziran 2024 09:13

Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) verdiği ihlal kararına rağmen eylemleri engellenen Cumartesi Anneleri'ne 950. haftada düzenlenen eylem nedeniyle "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na Muhalefet" suçundan açılan davanın ikinci duruşması bugün İstanbul 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Savunması alınmayan sanıkların gelecek celse hazır edilmesine karar veren mahkeme, soruşturmanın genişletilmesi ve derhal beraat taleplerini reddetti. Dava 4 Ekim'e ertelendi. 

Aralarında dokuz kayıp yakını, İnsan Hakları Derneği yönetici ve üyesinin de bulunduğu 20 kişinin yargılandığı davanın ikinci duruşması yapıldı. Davada yargılanan isimlerin tamamı şöyle:

Ali Ocak, Ali Tosun, Besna Tosun, Cüneyt Yılmaz, Hanife Yıldız, Hasan Karakoç, Hatice Korkmaz, Hünkar Hüdai Yurtsever, İkbal Yarıcı, İrfan Bilge, İsmail Yücel, Leman Yurtsever, Maside Ocak, Meryem Pars, Mikail Kırbayır, Mukaddes Şamiloğlu, Selvi Gülmez, Oya Meriç Eyüboğlu, Saime Sebla Ercan, Ümmügülsüm Aylin Tekiner.

Duruşma hakim ve savcı salonda olmaması nedeniyle geç başladı. Duruşmayı Amerika Birleşik Devletleri Konsolosluğu, Af Örgütü, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Hafıza Merkezi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu ve Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği'nden temsilciler takip etti. 

Selvi Gülmez: Polisler bize düşman kesilmiş

Duruşmada ilk savunmayı yapan Selvi Gülmez, "Konuşacak bir şeyim yok hakim bey. Gittiğimiz gibi polisler bizi dövüp kelepçeledi. Bir hırsızlık yapmadık. Gözaltına alındıktan sonra hastane hastane dolaştırıldık. Biz oradaki taşları mı yedik? Biz kayıplarımızı arıyoruz. Polisler bize düşman kesilmiş. Polis bana yumruk da attı. Yumruğa razı olduğumu ama kelepçeyi çıkartmalarını istedim" dedi. 

Besna Tosun: Babamın akıbetini öğrenmek istediğim için bugün bir kez daha yargılanıyorum

Cumartesi Anneleri'nin sosyal medyada aktardığına göre, Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun şu ifadeleri kullandı: 

"19 Ekim 1995’te üç sivil polis tarafından evinin önünden gözaltına alınarak kaybedilen Fehmi Tosun’un kızıyım. Aynı zamanda babamın kaybedilmesinin tanığıyım. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suçun tanığı olmama rağmen, üçüncü kez sanık olarak hâkim karşısındayım. Babamı kaybedenler 29 yıldır yargılanmadı, kaybetme emrini verenler yargılanmadı. Bu insanlık suçunu işleyenleri koruyanlar yargılanmadı. Sokak ortasında bileğime altı kelepçe takıp bana işkence yapan polis amiri yargılanmadı ve hâlâ görevi başında. Ama babamın akıbetini öğrenmek ve onu kaybedenlerin adil bir yargı önünde hesap vermesini istediğim için bugün bir kez daha yargılanıyorum. Öyleyse yargılama konusu olan Cumartesi Anneleri’nin 950. haftası ve Galatasaray’a çıkış sürecimle ilgili bir özet geçeyim. Neden Galatasaray’a çıktım ve neden orada kalmak için direniyorum? 19 Ekim 1995’te akşam eve giderken babamın üç kişiyle birlikte evimizin önünde durduğunu gördüm. Babam bitkin görünüyordu ve ayakta durmakta zorlanıyordu. Yaklaştığımı gören iki kişi, babamın koluna girdi ve onu evimizin yan tarafında bulunan bahçeye indirdi. Bir kişi bahçenin önünde duran beyaz, 34 UD 59 plakalı aracın bahçe tarafındaki kapılarını açık tutmuş, bekliyordu. Bahçenin önüne geldiğimde eğilip baktım ama bahçe ışıklandırması olmadığı için oradakileri göremedim. Aracın yanında bekleyen kişiyi babamın arkadaşı sanıp yüzüne baktım, birbirimize gülümsedik…

Ben eve çıktıktan birkaç dakika sonra babam Fehmi Tosun, İstanbul-Avcılar’daki evimizin önünden, annemin, kardeşlerimin, benim ve komşularımızın gözü önünde, silahlı ve telsizli olduğunu gördüğümüz üç kişi tarafından zorla bir araca bindirilerek götürüldü. Ve bir daha babamdan haber alamadık."

"Babamın akıbeti açıklansaydı, ne ben ne de diğer kayıp aileleri 1001 hafta boyunca Galatasaray Meydanı’na çıkardık"

"İnsan Hakları Derneği ile birlikte tüm yasal yollara başvurduk ancak babamın gözaltına alındığı devletin bütün kademelerince inkâr edildi. Olaya karışan aracın plakasının araştırılması talebimiz ise “özel yaşamın gizliliği” gerekçesiyle reddedildi.

İç hukuktan sonuç alınamayınca davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdık. 2003 yılında sonuçlanan davamızda AKP hükümeti AİHM’e verdiği savunmada, “Hükümetimiz Fehmi Tosun'un kaybolması olayının meydana gelmesinden dolayı üzgündür. Bir kimsenin kaybolması olayı hakkındaki soruşturmanın eksik yapılmasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. Maddesi’nin (yani yaşam hakkının) ihlalini oluşturduğu kabul edilmektedir” dedi ve yaşam hakkı ihlallerinde gerekli tüm önlemleri alıp, etkili soruşturmaların yürütülmesini zorunlu kılan talimatları vermeyi taahhüt etti. Ancak hükümet, bu taahhüdünü yerine getirmediği gibi babamın akıbetini soran Birleşmiş Milletler Örgütü’ne de defalarca gerçek dışı bilgiler verdi. Yargılamamızın konusu bu değil diyebilirsiniz ama ne yazık ki konumuz tam da bu. Galatasaray’a çıkma nedenlerim bunlar. Babamın akıbeti açıklansaydı, failleri yargılansaydı, yani adalet sağlansaydı ne ben ne de diğer kayıp aileleri 1001 hafta boyunca Galatasaray Meydanı’na çıkardık. Bugün de burada yargılanmazdık.

Tanıklığımıza, delillerimize, AİHM’in tespitlerine ve hükümetin suçu üstlenmesine rağmen dosyamız iç hukukta etkin bir soruşturma yapılmadan, zamanaşımından takipsizlik kararı verilerek kapatıldı. Takipsizlik kararına yapılan itirazımız reddedildi. Anayasa Mahkemesi’ne taşınan davadan da bir sonuç alamadık. Yani bütün hak arama yolları bize kapatıldı. Bizler de 1001 haftadır kayıplarımızın bulunması ve adaletin sağlanması talebiyle Galatasaray Meydanı’nda bir araya geliyoruz.

Bugün yargılama konusu olan 950. haftamız için iddianamede "kolluk görevlileri tarafından yasaklama kararı iletilmesine rağmen yapmış olduğu izinsiz protestoyu kendi rızaları ile sonlandırmaması üzerine şüpheliler hakkında soruşturma işlemlerine başlanıldığı" yazıyor. Anayasa’nın 34. Maddesi’nde, önceden izin almadan herkesin barışçıl toplantı ve gösteri düzenleme hakkına sahip olduğu net bir şekilde ifade edilmiştir.

AİHM, AYM, Yargıtay içtihatlarına göre de toplanma ve gösteri özgürlüğü izne tâbi değildir ve yer seçmeyi de içerir. Kısacası suç olan Galatasaray’da yapmak istediğimiz barışçıl buluşmalarımız değil, suç olan barışçıl buluşmalarımızın polis şiddetiyle engellenmesidir. 700. haftamızdan itibaren Galatasaray bizlere ve tüm topluma kapatılmış durumda. AYM, Galatasaray Meydanı’na yönelik yasaklamayla ilgili 2018’den beri yürüttüğümüz hukuki mücadele sonucu, 2023 yılında verdiği iki ayrı kararda Cumartesi Anneleri’nin engellenmesini, Anayasa’nın 34. Maddesi’nde güvenceye alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali olarak hükme bağladı."

"Saatlerce kelepçeli halde klimasız, havasız araçlarda bekletildik"

"AYM'nin verdiği ihlal kararlarına rağmen, 8 Nisan-11 Kasım 2023 tarihleri arasında Galatasaray Meydanı’nda basın açıklaması yapma girişimimiz her seferinde polis şiddeti ile engellendi. Mevcut yasalara göre suç unsuru olmamasına rağmen hukuka aykırı olarak 29 kez gözaltına alındık, bu süreçte hakkımızda 29 soruşturma açıldı. Soruşturmalardan 28 tanesi hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilirken, tamamen benzer koşullardaki 950. hafta için bu dava açıldı.

950. haftamızda Galatasaray’a daha varmadan İstiklal Caddesi üzerinde yürürken polis çemberine alındık. Eylemin Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklandığı söylendi. Yasaklama kararını görmek istediğimizde ise “Kaymakamlık sitesinde” olduğu söylendi. 29 hafta boyunca aynı gerekçe ile yasaklama kararı gösterilmedi ve söylendiğinin aksine karar hiçbir hafta Beyoğlu Kaymakamlığı sitesinde yayımlanmadı. Aramızda 74, 84 yaşında yaşlı anneler olmasına rağmen dağılmamız için koridor açılmadı. Gözaltı işlemine direnmediğimiz halde 84 yaşındaki annelerimiz dahil hepimize kelepçe takıldı ve saatlerce kelepçeli halde klimasız, havasız araçlarda bekletildik.

29 yıl önce babamı aramaya başladığım yol beni bu duruşma salonuna getirdi. İsterdim ki bugün burada yargılanan, babamı bizden alırken yüzümüze gülen o insanlık suçunun failleri olsun; ama onlar değil, ben yargılanıyorum.

29 yıldır hayatımın akışını değiştiren, daha doğrusu hayatımı cehenneme çeviren o gülümseme ile baş etmeye çalışıyorum. Kimseyi düşmanlaştırmadan, nefret etmeden, kırıp dökmeden yaşamaya çalışıyorum ama izin vermiyorsunuz. Bu ülke bir hukuk devleti olsaydı, adil bir yargılama faaliyeti yürütülseydi babamın başına ne geldiği, nerede olduğu tespit edilir, cenazesi usulüne uygun bir şekilde bize teslim edilirdi ve babamı kaybeden fail, politik sorumluları yargılanarak cezalandırılırdı."

"Zorla kaybedilen sevdiklerimizin nerede olduğunu bilmeye hakkımız var"

"Zorla kaybedilen sevdiklerimizin nerede olduğunu bilmeye hakkımız var. Hakikati bilme hakkımız var. Adalete ulaşmaya hakkımız var. Bu haklarımızı talep etmeyi suçmuş gibi gösterenler insanlığa karşı suç işleyenlerin hesap vermesini engelliyor.

29 yıldır babamı kaybedenler, yani insanlığa karşı suç işleyenler cezasızlıkla ödüllendirilirken; ben hapis cezası istemiyle yargılanıyorum. Bunca haksızlığa, hukuksuzluğa rağmen adalete olan inancımı bu yargılamalarla zedeleyemezsiniz. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan keyfi yargılamalarla adalet talebimiz susturmak isteniyor, susmayacağım! 29 yıldır aradığımız mezarsız sevdiklerimizi unutmamız isteniyor, unutmayacağım! Bir gün babamı kaybedenlerle adil bir yargı önünde hesaplaşmanın umuduyla, babamın kaybedildiği günü unutmamak için hafızamı milyon kere zorluyorum ve unutmayacağım! Babamı aramaktan, adalet talep etmekten vazgeçmeyeceğim! Babamı kaybedenleri, kaybetme emrini veren Tansu Çiller’i, Süleyman Demirel’i, Mehmet Ağar’ı, Nahit Menteşe’yi, Reşat Altay’ı ve onları cezasızlıkla koruyanları asla affetmeyeceğim. Söyleyeceklerim bu kadar."

Sebla Ercan: Masumiyet karinesi hakkımız ihlal edildi

Hak savunucusu Sebla Arcan şu savunmayı yaptı: 

"Ben bir insan hakları savunucusuyum ve 30 yılı aşkın bir süredir İnsan Hakları Derneği’nde gönüllü olarak çalışmaktayım. 10 Haziran 2023 tarihinde, Anayasa Mahkemesi’nin Cumartesi Anneleri’nin kayıpların bulunması için Galatasaray’da basın açıklaması ve oturma eylemi yapmalarının anayasal bir hak olduğu ve bu eylemlerin engellenmesinin bir ihlal olduğuna karar verdiği Maside Ocak Kışlakçı ve Gülseren Yoleri kararlarına dayanarak, anayasal hakkımızı kullanmak üzere Galatasaray Meydanı önünde basın açıklaması yapmak istedik. Ancak polis, bariyerlerle abluka altın aldığı Meydan’a yaklaştığımızda etrafımızı kalkanlarla çevirdi. Dağılın anonsu yapıldı ama dağılmamız için herhangi bir çıkış koridoru açmadı. Gazeteciler ve gözlemciler hızlı bir şekilde yanımızdan uzaklaştırarak görevlerini yapmaları engellendi.

Polis amirleri, basın açıklaması yapmamıza izin vermeyeceklerini ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasaklama kararı olduğunu söylediler. Yasaklama kararını görmek istediğimizde, “Emniyette görürsünüz!” diyerek göstermediler. Bu yasaklama kararı, Beyoğlu Kaymakamlığı’nın web sitesinde de yayınlanmadı. Gözaltına alındığımızda yasaklama kararının olup olmadığı ya da içeriği hakkında hiçbir bilgimiz yoktu.

Polis amirlerine, AYM‘nin Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasaklama kararını hukuki dayanaktan yoksun bulduğunu ve AYM kararına rağmen engelleme ve gözaltı yapmalarının kanunsuz olduğunu belirttik. Kanunsuz emre uymanın suç olduğunu söyledik. Hiçbir biçimde gözaltı işlemine direnmememize rağmen, araca bindirilmeden önce herkese kelepçe takıldı. Avukatımızın polis amirleri ile görüşme talebi de reddedildi. Bu olaylar 2-3 dakika içinde gerçekleşti. Polisin bizi dağılmaya ikna etmek gibi bir amacı olmadığına, sabırsız bir şekilde gözaltı işlemi yapmak istediğine bizzat tanık oldum

Gün boyunca son derece kötü koşullarda gözaltında tutulduk. Hastanede bir suçlu gibi polis eşliğinde dolaştırıldık, masumiyet kabinesi hakkımız ihlal edildi. Kısacası idare, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamadığı gibi, 950. haftamızda da Anayasa Mahkemesi kararlarında ihlale neden olduğu kayıt altına alınan tutumlarını sürdürdü."

"Basın açıklaması yapmak istememiz suç ise şimdi neden yapabiliyoruz?"

"08 Nisan-11 Kasım 2023 tarihleri arasında, Cumartesi Anneleri ile ilgili aynı gerekçelerle 29 gözaltı işlemi yapıldı.Bunlardan 28’ inde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildi.Tamamen benzer koşullardaki 950 hafta için İddianame hazırlanmasının ve mahkemenin bu iddianameyi kabul etmesinin hiçbir hukuki dayanağı olmadığını düşünüyorum. Mahkemenize soruyorum:İki hafta önce 1000.haftamızda binlerce kişi ile, 11 Kasım 2023 tarihinden itibaren de 10 kişi sınırlaması ile olsa da basın açıklaması yapıyoruz. Basın açıklaması yapmak istememiz suç ise şimdi neden yapabiliyoruz? Suç değilse neden yargılanıyoruz?

Ayrıca belirtmek isterim ki bir insan hakları savunucuları olarak, gözaltında kaybedilenlerin ailelerine devlet eliyle yaşatılan acıların hesabının verilmesi, adaletin sağlanarak geride kalanların yaralarının hafifletilmesi için barışçıl yöntemlerle mücadele etmek bizim görevimizdir. Bu görevimizi yerine getirmemizin gözaltılar, soruşturma ve yargılamalar yoluyla suç haline getirilmesi, devletin insan hakları savunucularının rahatça çalışmalarını sağlama yükümlülüğüne de aykırıdır. Sonuç olarak; suç işlemedim ve anayasal hakkımı kullandım. Hakkımdaki suç isnatlarını kabul etmiyorum. Mahkemenizi de bağlayan Anayasa Mahkemesi kararlarının gereği olarak, davada derhal beraat kararı verilerek yargılamanın bir an önce sonuçlanmasını talep ediyorum."

İrfam Bilgin: Söylediklerim savunma değil bilgilendirmedir

Yargılanan kayıp yakını İrfan Bilgin, şöyle konuştu:

"Kenan Bilgin’in kardeşiyim. Galatasaray Meydanı’nda oturan ilk kayıp yakınlardanım. Eylemlerimiz hiçbir suç barındırmıyordu. Bu alanda dile getirdiğimiz talepler insani ve en doğal hakkımızdı. Taleplerimiz birilerinin hoşuna gitmediği için meydan bize kapatıldı. Burası bir hafıza merkeziydi. Anayasa Mahkemesi kararı da bunun bizim en demokratik hakkımız olduğunu söylüyordu. Karara göre, kolluk görevlileri de bizim güvenliğimizi sağlamalıydı. Anayasa’nın bize verdiği hakkı kullanmak için Galatasaray Meydanı’na doğru yola çıktık. Daha meydana varmadan yaka paça gözaltına alındık. Anayasal hakkımızı engelleyenler yargılanmalıydı. Söylediklerim savunma değil bilgilendirmedir. Kayıp yakınları olarak Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz. Mezarlarını bulamadığımız insanların mezarı olarak orayı terk etmeyeceğiz

Avukatlarımızdan Gülizar Tuncer, kayıp yakını Selvi Gülmez'in maruz kaldığı polis şiddetiyle ilgili anlattıklarını hatırlattı. Hakim, avukat Tuncer'in anlattıklarının davayla ilgili olmadığını savunarak "Kolluk güçleriyle ilgili suç duyurusunda bulunabilirsiniz" karşılığını verdi.

Avukat Gülizar Tuncer, "Bu ülkede insanlar bir devlet politikası olarak şiddete maruz kalıyor. Cezaevindeki ölümler ve gözaltında ölümler bir yazgı bu ülkede. Savcı, polisin kendi suçlarını örten tutanağından yola çıkarak iddianame hazırlamış. Hiçkimse bu insanlara oradaki açıklamaya katılmak istediği için "Suçlusunuz" diyemez. İdari bir kararla bir özgürlük nasıl engellenebilir? Daha ilk duruşmada derhal beraat kararı vermeliydiniz ve Selvi anne bugün buraya gelmemeliydi. Ama yıllarca eziyete dönen bir yargılama yaşanıyor. Türkiye'deki yargı işleyişinden bunu beklemiyoruz artık. Hukuk güvenliği yok kimsenin." dedi. 

Sanık avukatı Metin İriz, savunması alınmayan kayıp yakını ve hak savunucularının ifadesinin alınmadan derhal beraat kararı verilebileceğini söyledi.

Sanık avukatı Several Ballıkaya, oğlu gözaltında kaybedilen Hanife Yıldız'a polislerin "Unut gitsin" dediğini hatırlattı ve bu davanın kolay olmadığını söyledi. Ballıkaya, "Unutmuyorlar, çünkü bulamadıkları çocuklarının mezarı, Galatasaray Meydanı. Eğer bugün beraat kararı vermeyecekseniz soruşturmanın genişletilmesini talep ediyorum. Vereceğiniz hiçbir ceza bir annenin çektiği cezadan daha fazla olamaz" dedi.

Mahkeme, savunması alınmayan sanıkların gelecek duruşma hazır edilmesine karar verdi. Avukat Several Ballıkaya'nın soruşturmanın genişletilmesi ve derhal beraat taleplerini sanıkların esasa yönelik savunmaları alınmadığı için reddeden hakim, bir sonraki duruşmanın 4 Ekim saat 10.00'da yapılmasına karar verdi.