Gözaltında kaybedilen insanlarımız için sürdürdüğümüz hakikat ve adalet arayışımızın 877. haftasındayız.
877 haftadır haykırıyoruz: İktidarlar hukuku, adaleti yargı yoluyla aşındırıyorlar.
Yargı sistemi, rejimin hak ve özgürlük karşıtı eylemlerine meşruluk sağlama işlevi görüyor. Bu yüzden kaybedilen insanlarımıza ulaşılamadığımız gibi onları kaybedenlerden hesap sormamız da mümkün olmuyor.
877. haftamızda bu söylediklerimizi doğrulayan Abdullah Canan dosyasını kamuoyu ile paylaşıyoruz.
43 yaşındaki Abdullah Canan Yüksekova’da yaşayan bir iş insanıydı. Bölgede yaygın bir biçimde işlenen ve kendi ailesini de hedef alan ağır hak ihlalleri yaşanıyordu. Canan, bu ihlallerle ilgili olarak yedi akrabası ile birlikte Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında suç duyurusunda bulundu. Bu nedenle Yurdakul tarafından tanıklar önünde tehdit edildi.
Bu olaydan bir süre sonra, 17 Ocak 1996 sabahı Abdullah Canan, Hakkâri’ye gitmek üzere Yüksekova’daki evinden ayrıldı. Tanık beyanlarına göre Van karayolunda askerler tarafından otomobili durdurularak gözaltına alındı. Askeri bir araçla Yüksekova Dağ Komando Taburu'na götürüldü.
Ailesi yerel ve ulusal tüm makamlara başvurarak Canan’ın bulunmasını istedi. Ancak onun gözaltına alındığı inkâr edildi.
21 Şubat 1996 günü Abdullah Canan’ın ağır işkence görmüş cansız bedeni köylüler tarafından bulundu. Canan, yakın mesafeden atılan 7 kurşunla öldürülmüş, elleri, ayakları ve ağzı bağlı olarak Yüksekova-Esendere Karayolundaki bir menfeze bırakılmıştı.
Canan Ailesi, Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak, Abdullah Canan’ın öldürülmesinden sorumlu oldukları gerekçesiyle Binbaşı Yurdakul liderliğindeki Yüksekova çetesi hakkında suç duyurusunda bulundu.
Yüksekova taburunda görev yapan itirafçı Kahraman Bilgiç savcıya verdiği ifadede; Abdullah Canan'ın taburda işkence ile sorgulandığını, Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un talimatı ile öldürüldüğünü detaylarıyla anlattı. Ayrıca Albay Kamber Oğur, Yüksekova Savcılığına başvurarak gözaltına alındığı inkar edilen Abdullah Canan’ı Şubat 1996'da tabur karargahındaki revirde, yaralı vaziyette gördüğünü söyledi. Canan’ın aralarında yüksek rütbeli subayların da bulunduğu Yüksekova Çetesi tarafından öldürüldüğü TBMM Susurluk Komisyonu raporunda da yer aldı.
Gerçek bu kadar ortadayken Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, ailenin ve tanıkların iddiaları yeterli ve inandırıcı bulunmadı. 12 Kasım 1999 tarihinde sanıklar hakkında beraat kararı verildi. 2 Nisan 2001 tarihinde de Yargıtay 1. Ceza Dairesi beraat kararını onadı. (Karar No: 2001/1226)
Canan Ailesi 1 Aralık 1997 tarihinde AİHM’e başvurdu. Dışişleri Bakanlığı AHİM’e verdiği savunmada sanıkların yargılanarak beraat ettiklerini bu nedenle Türk makamlarının olaydan sorumlu tutulamayacağını söyledi. AİHM ise "Aralarında askeri personelin de yer aldığı tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere Abdullah Canan'ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce saptanmıştır. Canan öldürülmeden önce ağır işkence görmüştür." tespitinde bulundu. Türkiye'nin iç hukuktaki yaklaşımını şaşkınlık verici olarak değerlendirip oy birliği ile mahkumiyet kararı verdi. (Başvuru No:39436/98)
Abdullah Canan’ın gözaltında kaybedilişinin 26. yılında bir kez daha söylüyoruz: Abdullah Canan’ı gözaltına alanlar, işkence ile katledenler bellidir. Savcılık ifadelerinde, mahkeme tutanaklarında, TBMM Araştırma Komisyonu Raporu’nda, Yargıtay Başsavcısı’nın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na yaptığı itiraz yazısında, AİHM kararında isimleri yazılıdır.
Abdullah Canan davasında tanık beyanları, olay ve deliller dikkate alınmadan, değerlendirilmeden kurulan hüküm bizim için geçersizdir.
Kaç yıl geçerse geçsin Abdullah Canan için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan, 178 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz.
Cumartesi Anneleri
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
|