Devlet Bakanı Nazım Ekren, “Krizi sonlandırmak için dünyada piyasalara aşırı şekilde, ortalama 5,5-6 trilyon dolar, likidite enjekte edildi. Bu kadar büyük miktarda bir para dolarizasyon sürecini de beraberinde getirdi" dedi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren, dış finansman ve dış talep parametrelerine bakıldığı zaman Türkiye'nin, küresel finansal krizden, yükselen piyasalara göre daha az etkileneceğini belirtti.
Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD) üyeleriyle buluşan Nazım Ekren, küresel ekonomik krizin Türkiye'yi gelişmiş ülkelere göre neden daha az etkilediği konusunda değerlendirmelerde bulundu.
Küresel ekonomik krizin birçok kurum, birçok ülkenin yönetim ve denetimi düzeyinde, birçok kaliteli kurumun fonksiyon ve yapıları düzeyinde tartışıldığını, ancak sonuçta krizin yükselen piyasalara etkili bir biçimde yansıdığını söyledi.
Şu anda yükselen piyasalardaki derinliğin tartışıldığını belirten Ekren, ilk tartışma noktasının yükselen piyasaların gelişmiş ekonomilerle dış ticaret ilişkisi şeklinde olduğunu, ikinci aşamada ise mal hareketlerindeki akışkanlığın tartışılmaya başlandığını kaydetti.
Bugün gelinen noktada gelişmiş ekonomilerin yükselen piyasalarda ilave bir riski olup olmadığının tartışıldığını ifade eden Ekren, bütün gelişmiş ekonomilerin, yükselen piyasalardaki doğrudan ya da portföy yatırımlarının boyutunun önemli hale gelmeye başladığını, onun için kurtarma operasyonlarında en fazla üzerinde durulan konunun gelişmiş ülkelerin yükselen piyasalarda yaptığı yatırımların ikinci bir beklenmeyen kriz dalgası oluşturmaması için hangi tür eylemlerin yapılacağı konusuna bakıldığını söyledi.
Türkiye ekonomisi neden daha çok etkilendi?
Türkiye ekonomisinin son yıllarda küresel ekonomi ile entegrasyonu artsa bile dünya sisteminden aldığı payın hala çok küçük düzeylerde olduğunu belirten Ekren, şöyle konuştu:
"Dünya ticaret hacminde şu anda Türkiye'nin dış ticaret hacmi ortalama yüzde 1... Benzer şey sermaye hareketleri için de geçerli. Özetle genel bir eğilim olarak Türkiye bir entegrasyon sürecinde, dolayısıyla hem sermaye hareketleri bakımından, hem de ticaret hareketleri bakımından ortaya çıkan her gelişmenin Türkiye'yi doğrudan ya da dolaylı etkileme hali söz konusu değil."
Dolayısıyla küresel finansal kriz Türkiye'ye nasıl etki yapacak diye bakıldığında "dış finansman ve dış talep" olmak üzere iki sorunla karşı karşıya kalınacağını anlatan Ekren, dış finansman denildiği zaman Türkiye'nin geleneksel olarak çektiği doğrudan yatırım, portföy yatırımı ve kredilerin gelişim sürecine bakmak, dış talep denildiği zamanda ihracat piyasalarındaki gelişmelere bakmak gerektiğini söyledi.
Ekren, büyüme için dışarıdan fon sağlamanın elbette önemli olduğunu, fakat bu süreçte öz kaynakları kullanmanın de çok önemli olduğunu ifade etti.
Türkiye bir konjonktür dalgasıyla karşı karşıya
Bu süreçte Türkiye'nin bir konjonktür dalgasıyla karşı karşıya olduğunu da belirten Ekren, büyüme, kapasite kullanımı, enflasyon, faiz ve kur gibi parametrelere bakıldığı zaman bunun anlaşılabileceğini kaydetti.
2009-2012 döneminde dünya üretiminin bir toparlanma sürecine gireceğinin söylendiğini anlatan Ekren, şunları söyledi:
"Bu da bize şu sinyali veriyor; her ne kadar küresel krizle Türkiye kendine has konjonktürüyle kısa vadede odaklanmak önemli ise de, orta vadede Türkiye'nin ve yükselen piyasaların bir vizyonunun da sürekli tutulması gerekir. Çünkü yeni finansal mimaride hangi ülkelerin, hangi pozisyonda olacağı tartışmaları da üzerinde durulan ana noktalardan bir tanesi. Biz de hep şöyle söylüyorduk; elbette bütün ülkeler etkileniyor, Türkiye de etkilenecek, fakat amacımız hasar minimasyonudur. Niye böyle diye bakıldığında, yani 'niye biz az etkileneceğiz ya da az etkilenme ihtimalimiz var' diye düşünüldüğünde birçok gösterge söylenebilir. Bu göstergelerden önemli olduğunu düşündüğüm bir gösterge şu; küresel krizden en fazla etkilenen ülkeleri eğer finans bağlamında bakarsanız bir konu çok öne çıkıyor, küçük ekonomiler büyük bankacılık sektörü ya da büyük ekonomiler küçük bankacılık sektörü. O açıdan bakıldığında aslında yükselen piyasalardaki en fazla sorun, üreten, en fazla sorunla karşılaşan ülkelerin kendi ekonomik büyüklüklerine bankacılık sektörünün büyük olmasında aramak gerekiyor. Türkiye'de ise ulusal gelirleri de revize ettikten sonra baktığımızda bizim banka aktiflerimizin, kredilerimizin bile milli gelir içinde mevduatla ilişkilendirdiğimizde mütevazi seviyelerde olduğunu bunun da Türk bankacılık sektörünün geleceği bakımından ciddi bir potansiyel taşıdığını söylüyorduk."
İkinci önemli noktanın gelişmiş piyasalardaki karşılıklı yatırımlar olduğunu anlatan Ekren, Avusturya, İsveç, İspanya, İzlanda, Macaristan ve diğer ülkelere bakıldığında ciddi finansal yatırımlar olduğunun söylenebileceğini, dolayısıyla Türkiye için bu yönden bakıldığı zaman ülkede yükselen piyasa riskinin de bulunmadığını vurguladı.
Ekren, mortgage kredileri, hane halkının borçluluk oranı gibi göstergeler bakımından da diğer ülkelere göre durumun hala yönetilebilir durumda olduğunu kaydetti.
Dünya piyasalarına 5,5-6 trilyon dolar likidite enjekte edildi
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren, küresel krizin çözümüne yönelik olarak dünya piyasalarına 5,5-6 trilyon dolar tutarında likiditenin enjekte edildiğini ancak hala büyüme göstergelerinin düşük olarak tahmin edildiğini belirterek, "Yeteri kadar likidite var ama bu likiditenin tahrik etmesi gereken büyüme, yatırım ve diğer temel parametrelerde hala aşağı yönlü revizyonlar yapılıyorsa üstü kapalı vurgulanan nokta güven sorunudur. Ortada güven sorunu var demektir" dedi.
Ekren, küresel finans krizi için pek çok neden sayılabileceğini ama bunlardan en önemlisinin o dönemde likiditenin aşırı bolluğu olduğunu söyledi.
Şimdi de krizi sonlandırmak için piyasalara aşırı şekilde likidite enjekte edildiğini belirten Ekren, "Bugün dünyada enjekte edilen ortalama tutar 5,5-6 trilyon dolar. Bu kadar büyük miktarda bir para dolarizasyon sürecini de beraberinde getirecektir" dedi.
5,5-6 trilyon dolarlık bir likidite enjekte edilmesine rağmen, büyüme göstergelerinin hala düşük şekilde tahmin edildiğini, bunun ortada bir sorun olduğunu gösterdiğini anlatan Ekren, "Bu sorun da güven sorunudur. Yeteri kadar likidite var ama bu likiditenin tahrik etmesi gereken büyüme, yatırım ve diğer temel parametrelerde hala aşağı yönlü revizyonlar yapılıyorsa üstü kapalı vurgulanan nokta güven sorunudur. Güven çözülürse bütün parametreler çok hızlı şekilde normal seviyelerine dönebilir" diye konuştu.
Ekren güven sorununun çözülememesi halinde ise likiditenin dengesiz dağılımından dolayı "korumacılığın" yeni bir tehdit olarak ön plana çıkabileceğini ifade etti.
Küresel finans krizi değerlendirilirken, "yükselen piyasalarda gelişmiş ekonomilere yönelik başka bir stres kaynağı oluşacak mı?" diye bakmak gerektiğini de vurgulayan Ekren, gelişmiş ekonomilerin kendi ülkelerinin dışında yapmış oldukları yatırımların kendilerine risk olarak dönmemesi için yeni bir süreci yönetmek zorunda kalacaklarını kaydetti.
G-20 toplantısına ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Ekren, burada bir kaç noktanın ön plana çıktığını söyledi.
Alınacak ve alınan tedbirler konusunda her ne kadar mutabakat olsa da küresel ölçekli bir konsensüsün bulunmadığına işaret eden Ekren, krize karşı her ülkenin kendine has özel sorunlarını da dikkat alıp genel sorunu çözmeye yönelmesi gerektiğini ifade etti.
Ekren, toplantıda finans piyasalarının reformunun gündeme geldiğini ve Dünya Bankası ile Uluslararası Para Fonunun yeniden yapılanmasının kaçınılmaz olduğunun ön plana çıktığını kaydetti.
Ekonomi yönetimi ne yapıyor?
Bakan Ekren bu ortamda ekonomi yönetiminin ne yaptığıyla ilgili olarak da şunları söyledi:
"Orta Vadeli Programımızla 2009 Programımız hala bir vizyon belgesi olarak geçerliliğini koruyor.
Mali kural önümüzdeki dönemde en fazla tartışacağımız, adım atacağımız konudur. Bütçe açığıyla kamu borç stokunun GSYH'ye oranları bakımından Türkiye'nin bir örtülü mali kural uyguladığı da çok açıktır. Dünyada, kuralsız müdahalelerin söz konusu olduğu bir ortamda, Türkiye'nin ısrarla mali disiplini uyguluyor olması tercih ve önceliğimizi ortaya koymuş durumda. Genişletici, teşvik edici mali disiplin diyoruz. Bu, yatırımları ve üretimleri özel sektör ve kamu sektörü olarak destekleyen ve aynı zamanda toplam talebi teşvik eden bir mekanizma."
Başbakan Yardımcısı Ekren, Merkez Bankasının döviz depo işlemlerini yeniden başlattığını hatırlattı ve yurt dışındaki kredilerin karşılıklarıyla ilgili bir düzenleme yapılabilirse dış fonun ortaya çıkardığı döviz likiditesine bir miktar destek verilmiş olacağını kaydetti. Ekren, bugünlerde bu konuda bir inisiyatif alınabileceğini bildirdi.
Bir diğer önlem olarak Eximbank'ın imkan ve kaynaklarının artırılması gerektiğini ifade eden Ekren, "Hazinenin kaynak aktarımı gerekir. Elbette bunun bir zamanlaması olacaktır. Dönem sonunda Hazine kendi imkanlarına bakarak böyle bir aktarım yapabilir. İkinci önemli kaynak, daha önce de kullanılan reeskont penceresi. Bunu değerlendirerek dış taleple ilgili bir sorunu imkan ve kaynaklarımız ölçüsünde çözebileceğimiz sinyalini verebiliriz" dedi.
YTL likidite konusunda Merkez Bankasının dövize göre çok daha hızlı ve esnek olduğunu vurgulayan Ekren, şöyle devam etti:
"Bankacılık sektöründe sermayede rahatlama oldu. Yurt dışı müteahhitlik hizmetlerinde teminat mektupları konusunda bir düzenleme yapıldı. Kredi Garanti Fonu'nu da bu süreçte etkin kullanabileceğiz. Önümüzdeki dönemde bunlara ilave olarak bazı kaynakların ekonomiye kazandırılması şeklinde yurt dışından gelen kaynakları düşündüğümüzü biliyorsunuz. Hisse senetlerindeki stopajı düşürdük. Mevduatın kapsam ve tutarının garantisine ilişkin Bakanlar Kuruluna bilgi aktardık. KOSGEB 350 milyon YTL'lik, TOBB ve Halk Bankası da 1,5 milyar YTL'lik bir KOBİ kredisi sürecini başlattı."
Ekren, faktoring ve leasingle ilgili yasasının da çok kısa süre içinde TBMM'ye geleceğini sözlerine ekledi.