17 Ağustos 2014 12:48
Emniyete yönelik “paralel yapı” operasyonunda gözaltına alınan Emniyet Amiri Kadri Cemil Yiğit, “Kapıdan çıkarken baktım emniyet amirinin elinde kelepçe var. Annem tepki gösterdi. Ben hiçbir şey talep etme niyetinde değildim. Ancak çocuklarımın dışarıda oyun oynadığı aklıma geldi. ‘Arabada taksanız olmaz mı?’ dedim. Prosedürleri bilmiyormuşum gibi ‘prosedür böyle’ dedi. Büyütmedim, çocuklar görmesin diye çantayı elime sardım, öyle vedalaştım. Bazı arkadaşlar ise böyle bir şey yapmak zorunda kaldıkları için epey üzgündü. Nedenini sorunca kelepçe takan arkadaş ‘Emir büyük yerden’ dedi.
Zaman gazetesinden Reyhan Gül, emniyet operasyonunda gözaltına alınan Kadri Cemil Yiğit ile konuştu. Gül’ün “'Dışarıda çocuklarım bekliyor, kelepçeyi arabada taksanız' dedim, kabul etmediler” başlığıyla yayımlanan röportajı şöyle:
“Ne cemaatçisi, polisim polis!” çıkışıyla gözaltıların sembol isimlerinden biri oldu Kadri Cemil Yiğit. Ne açığa alınması ne de tutuksuz yargılanması umurunda. Yiğit'i en çok meslektaşları tarafından takılan kelepçe ve casusluk iddiası üzmüş.
“Kendi ebleh çocukları için vatan evlatlarını yakanların Allah belasını versin” cümlesiyle göz altıların sembol isimlerinden oldunuz.
Daha çok şey söylemek isterdim ama o çok yorgun, uykusuz ve oruçluydum, ancak o kadarı dilimden döküldü. Sembol olayım gibi bir derdim de yoktu. Yalan, iftira, hukuksuzluk karşısında susacak, başımızı öne eğecek değildik.
Bu konuşma yüzünden üstlerinizden tepki ya da tehdit aldınız mı?
Henüz bana gelen bir şey yok. Zulme isyanın bedeli varsa öderiz.
Yakın çevreniz ne dedi?
Hepsi ağzına sağlık dedi. Tanıdığım tanımadığım yüzlerce kişiden destek telefonu aldım. Geçmiş olsun deyip hıçkırıklara boğulanlar oldu.
Bir zamanlar teröristlere, illegal örgüt mensuplarına yaptığınız operasyonların benzeri meslektaşlarınız tarafından size yapıldı, nasıl hissettiniz?
Operasyonun yapılacağı davulla zurnayla duyurulduğu için hazırlıklıydım. Hatta gidip teslim olacaktım, onlar benden erken davrandı. Beni bir tek üzen şey arkadaşların kelepçe takmaya çok hevesli olmasıydı.
Sizi gözaltına alan polislerde öç alma mı emiri yerine getirme mi ağır basıyordu?
Bazısı rövanşist bir tavır içeresindeydi. Mesela içlerinden bir memur arkadaş ısrarla bana “sen” diye hitap ediyordu. Bu üslupla konuşmaması gerektiğini gayet iyi biliyor. Sonuçta soruşturma nasıl neticelenecek belli değil. Bundan dolayı ufak bir tartışma yaşandı. Bizimkiler daha çok üzülmesin diye uzatmadım. Kapıdan çıkarken baktım emniyet amirinin elinde kelepçe var. Annem tepki gösterdi. Ben hiçbir şey talep etme niyetinde değildim. Ancak çocuklarımın dışarıda oyun oynadığı aklıma geldi. “Arabada taksanız olmaz mı?” dedim. Prosedürleri bilmiyormuşum gibi “prosedür böyle” dedi. Büyütmedim, çocuklar görmesin diye çantayı elime sardım, öyle vedalaştım. Bazı arkadaşlar ise böyle bir şey yapmak zorunda kaldıkları için epey üzgündü. Nedenini sorunca kelepçe takan arkadaş “Emir büyük yerden” dedi.
Neyin rövanşını alma derdindeler?
Çalıştığımız birimler teşkilatın elit birimleri olarak kabul edilir. Bazıları bizim buralara cemaat tarafından getirildiğimizi düşünüyor ve mesleki anlamda yaşadıkları olumsuzlukları bile bize mal ediyor. Liyakatten dem vuranlar da oluyor. Biz 2001 yılında mesleğe başlarken dönemin emniyet müdürü bütün yeni mezun komiserleri toplayıp “tavassut yaptıranı bitiririm, sürerim!” gibi şeyler söyledi. Hepimizin hoşuna gitmişti bu. Özellikle de benim gibi memur, işçi, çiftçi çocuklarının ama daha toplantı bitmeden aynı müdürün koruması isimler okuyarak bazı arkadaşlarımızı müdürümüzün yanına götürdü. Sonrasında ismi okunanlar güzel yerlere atandı. Biz 33 kişi çevik kuvvete… İşte bu teşkilatın liyakat anlayışı buydu. Hatırı sayılır babaları akrabaları olanlar ‘iyi polis’ti. Bu süreçte gözaltına alınan herkes adına şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim; çalıştığımız yerlerde bizden önce çalışanlardan az ve eksik çalışmışsak, nasıl daha iyi yaparız diye kıvranmamışsak, emanete ihanet etmişsek bütün suçlamaları kabul etmeye hazırız. Tarafsız bir kurul gelip çalışmalarımızı incelesin.
Var mı böyle bir durum?
Biz hangi meslektaşımıza kime kelepçe takmışız, iftiralar atmışız? İnsanlar bulaştıkları adi suçlar, organize suç örgütleriyle kurdukları kirli ilişkilerden dolayı başlarına gelen mesleki problemleri bir takım kesimlere mal etmeye çalışıyor.
“Ne cemaatçisi kardeşim, polisim ben polis, hırsız gördüm mü yakalarım!” çıkışınızda bir sitem mi söz konusu.
Elbette. Operasyonun havuz medyası tarafından nasıl sunulduğu malum.. Başlatılan algı operasyonu ile polisten başka her şey olduk oysa biz sadece işimizi yaptık.
Cemaatçi misiniz peki?
Biz neyiz aslında biliyor musunuz? Attığımız her adımda bu milletin, bu devletin menfaatini düşünen polisleriz. Şüpheli, yasalarca suç kabul edilen bir hadise gördüğünde araştırmaktan bir an bile tereddüt etmeyen, ucu kime dokunursa dokunsun diyen, yasal olmayan hiçbir güce biat etmeyen polisleriz. Tasfiyelerin asıl nedeni budur. Teşkilat tamamen politize edilmiştir. Şuanda bir polisi bir makama getirecek ya da alacak tamamen siyasi iradedir.
Bir polis memuru cemaat mensubu olamaz mı peki?
Elbette olur, yeter ki meslek ilkelerini her şeyin üzerinde tutsun. Dışarıdan birilerinin isteği, kararları üzerine hareket etmesin. Biz sadece işimizi yaptık. Bu açıdan bana bir Allah’ın kulu, “Sen örgütlerle mücadele ederken, cemaat ya da birileri bir talimat verdi ve sen de bunu yaptın ya da yapmadın.” diyemez. İşin teknik kısımlarını da sayarsak 130 tane istihbaratçının emir komutasını yaptım. Altımda çalışan insanların hepsi istihbaratçı. Allah aşkına bir yanlışım olsa, birileri gibi “Kardeşim almayın o adamı, bırakın o bombacıyı” desem bu insanlar ortalığı ayağa kaldırmaz mı? Böyle bir şey mümkün mü?
Bu arada kelepçe kimlere takılır, nedir prosedür?
Kaçma riski olan şüphelilere. Kaçacak olsam binanın girişinde dolanırlarken evime niye davet edeyim görevli arkadaşları. En azından bu kadar nezaketi gösterebilirlerdi.
Peki siz gözaltına aldığınız kişilere bahsettiğiniz nezaketi gösterir miydiniz?
Bu konuda yalnız kendi adıma değil birlikte görev yaptığım müdürlerim, abilerim, arkadaşlarım adına da konuşacağım. Türkiye’de terörle mücadele çizgisini insani boyutlara taşıyan isimlerin başında Yurt Atayün, Ömer Köse, Serdar Bayraktutan gelir. Bence örgütlere vurulan en büyük darbe, insanlık dışı muamelenin tamamıyla bu teşkilat koridorlarından kaldırılmasıdır. Kim olursa olsun herkese insan olduğunu hatırlatma, insan gibi davranma gayretiyle çırpınmışlardır.İnsanımızı kazanma odaklı bu anlayışla operasyona gittiğimiz evlerde çocuk varsa korkutmamaya, gereksiz kelepçe takmamaya azami özen gösterirdik. İnşallah bizden sonra da aynı hassasiyet devam ettirilir.
Ömer Özüyılmaz’ın karısı, eşinin gözaltı sürecince yaşadığı olayları kastederek böylesi kötü bir muamelenin gözaltına alınan bir PKK’lı ya da DHKP-C’liye asla gösterilmeyeceğini iddia etti.
Kesinlikle doğru. Gözaltı ve sonrasında yaşanan hadiselerden yalnızca biri, mesela gözaltı aşım süresi olayı, Türkiye’nin alıştığı, her zaman meydanlara inen kesimlerden birinin başına gelseydi Türkiye'de yer yerinden oynardı. Kimse o insanları adliyede zorla tutamazdı. Cam, çerçeve indirilir ve dışarı çıkarlardı. Medya da ‘4 günlük gözaltı süresi ilk kez aşılıyor.’ der, yaygara koparırdı. Muhafaza altına alma diye bir şey çıkarıp, insanları hukuksuzca, eşya gibi tuttular adliyede. Ve ailelerimizin en büyük eylemi Kuran okuyup dua etmek oldu. Bu ülke de yeni bir eylem tarzı görmüş oldu.
Terör ve istihbarat birimlerinde çalışan kişilerin kimliğinin deşifre edilmesi bu kişilerin can güvenliğini nasıl etkiler?
Onca zamandır dinlediğimiz insanlara “Bakın bunlar sizi dinledi” diyerek kimliklerimiz deşifre edilmiş, açığa alınmışız. Dahası silahlarımıza el konulmuş ve hiçbirimize koruma verilmemiş. Yurt Atayün yakaladığı örgüt elemanlarıyla şuan Metris’te birlikte kalıyor. Ağabeyi Anadolu Atayün yıllarca doğu ve güneydoğuda gençlerin PKK’ya katılmasını engelleyecek faaliyetlerde bulunmuş. Şuanda resmen terör örgütlerinin açık hedefi haline getirildik.
Hemen hemen her gün adliyedesiniz. Bu tavrınızdan dolayı ihraç edilmekten korkmuyor musunuz?
Korkmuyorum ve benim durumumda olan hiçbir arkadaşın da korkmadığına eminim. Bu millet için ölmeye ant içmiş ve gecesini gündüzüne katarak çalışan insanlara vatan haini, casus diyecekler, biz de susacağız yok öyle bir şey. Devletim beni 21’imde komiser 35'imde aktivist yaptı. Durum böyleyse bir şeyler yanlış gidiyor demektir. Açığa alındım. Gidişata bakılırsa birileri zaten hakkımızda çoktan hüküm vermiş. Beraat etsek dahi ihraç edileceğiz. Bize kelepçe taktıran güç, bizi meslekten ihraç ettirmeyi de kafaya koymuş.
Böyle bir hükme nasıl varıyorsunuz?
Kanunun bize verdiği yetki ve hâkim kararıyla dinlemeler yaptık ama usulsüz dinlemeden yargılanıyoruz. Emniyet müfettişleri yaptığımız dinlemelerin hukuka uygun olduğunu ispat edecek belgeleri ya görmezden geliyor ya da bu belgeler birileri tarafından saklanıyor, verilmiyor. Müfettişler de eksik belgelerle hareket ediyor, usulsüz dinleme yaptığımıza karar veriyor ve savcıya da bu şekilde aktarıyor. Bu şekilde idari ve adli bir soruşturmanın hedefi yapılıyoruz. Emniyette bana 7 soru soruldu. Oysa savcı yalnızca 3’ünü sordu bana. Cevapları açmak istediğimde "Gerek yok, arkadaşlar zaten anlattı, ben zaten onu biliyorum." diyerek aldı ifademi. İlk defa ifade vermiş biri olarak savcının hiç üzerinde durmayan bu tavrı karşısında serbest kalacağımı düşündüm. Avukatım da benimle hemfikirdi ama tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildim. Şuan tutuksuz yargılanıyorum. Peki, ne olacak? Ben ve benim gibi açığa alınanlar olarak hakkımızda devam eden adli bir soruşturmadan dolayı müfettişler hakkımızda daha rahat ceza isteyecek. Kısaca herkes bu işin bir tarafından tutuyor ve sonucun aşağı yukarı ne olacağı belli.
Bu arada kimleri dinlediniz?
İsim olarak söyleyemem ama biri kendi il emniyet müdürünün istihbaratını, terör örgütüne veren bir polis memuru. Diğeri de bir polis memuru adına kayıtlı telefonu kullanan bir insan kaçakçısı.
Hangi konuda usulsüzlük yaptığınız iddia ediliyor?
Polis memurunun kullandığı telefon numarası çalıştığı yere kayıtlı olduğu için buradan bize usulsüzlük üretiliyorlar. Oysa hattı kullanan kendisi, bunu tespit etmişiz. Kaldı ki Avrupa'da ele geçirilen örgüt dokümanlarında geçen bir konu bu. Adli makamlar yoluyla incelenmesi için Türkiye’ye gönderilmiş (yani polis işin içinde hiç yok.) İncelemişiz, sonucunda bu isim ortaya çıkmış. Şimdi benim bu şahsı dinlemem nasıl suç oluyor? Asıl dinlemezsem hakkımda işlem yapılması lazım. Diğer şahsın kullandığı telefon da bir polis memurunun adına kayıtlı. Ama hattı memur değil şahıs kullanıyor. Vay efendim siz nasıl bir polis dinlersiniz… 5397 sayılı kanuna göre polis her yerde istihbarat yapabilir. Gerekirse polisi de dinler. Daha da ilginci casusluk, vatana ihanet, devletin varlığına birliğine ihanet, evrakta sahtecilik gibi bir sürü suçtan evimize arama kararı çıkarıldı. Ama casuslukla ve diğer konularla ilgili hiçbir soru sorulmadı.
Ne soruldu?
Sadece usulsüz dinlemeyle ilgili soru soruldu. Oysa komşularım ve dahası tüm Türkiye benim casusluktan, vatan hainliğinden yargılandığımı zannediyor. Yani adımızı ve şerefimizi aklama mücadelesi oldu bu mücadele.
17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası binlerce emniyet mensubu tasfiye edildi. Sahur ve ardından yapılan ikinci bir operasyonla da onlarca kişi gözaltına alındı, tutuklandı. Bu durumun teşkilat içeresindeki yansımaları nasıl olur?
17 Aralık bir yolsuzluk operasyonu 18 Aralık ise bu ülkenin demokrasisine hukukuna yapılmış bir darbedir. Emniyet Teşkilatı’nda 12 Eylül dâhil böyle bir kıyım yaşanmadı. Yansımalarına gelince teşkilatta şuanda 17 Aralık öncesi polisi ve 17 Aralık sonrası polisi şeklinde bir ayırım var. Hangi birime giderseniz gidin birinden bahsederken bu arkadaş eski(17 Aralık öncesi) bu arkadaş yeni(17 Aralık sonrası) deniliyor.
Bunun anlamı nedir, eskiler paralelci, yeniler hükümet yanlısını mı?
Evet, böyle bir algı var. Bu bölünmeyle birlikte dindar olmayan insanlara dahi cemaatçi muamelesi yapılıyor.
Teşkilat içindeki bu bölünme 12 Eylül dönemindeki polder, polbir’e benziyor sanki.
Henüz o denli ciddi değil ancak şuanda da taraflar birbirlerini birilerinin polisi olarak adlandırıyor. Bir taraf mağdur olurken, diğer taraf ülkenin başbakanından reis diye bahsediyor. Kendi meslektaşlarıyla ‘burada bir temizlik var.’ diye mücadele ediyor. Ve hukuk değil gücü elinde tutan kesimin işaretleri, hisleri baz alınıyor. Bu uzun vadede teşkilatı çok kötü etkileyecek tehlikeli bir durum.
Toplum güvenliği de bundan nasibini alacak desenize.
Şüphesiz. Biz görevimizi yerine getirdiğimiz için casus olduk, vatan haini ilan edildik. Bu yüzden şuan yerimize göreve getirilen arkadaşlar “Bunların yaptığını, bizim yapmamamız lazım yoksa bizi de yakarlar.” gerekçesiyle görevlerini yerine getirmekten çekinebilir, dinleme yapmayabilir. Bu resmen suçtur ve bundan sonra işlenecek suçlara izin vermektir, göz yummaktır. Bunun hesabını kimse veremez.
Polise yönelik bu operasyonların 17 Aralık’ın üstünü örtme ve itirafçı polisler bulma maksatlı yapıldığı iddia edildi.
Yani itirafçı çıksa neyi itiraf edecek bilemiyorum. Doğrusu bu da bir algı operasyonu bence.
Operasyonlar ne zaman sonların peki?
Birileri bir suç işlerken yakalanıyor ve bunları örtmek için bir süreç başlatıyor. Artık o birileri kendini ne zaman rahat, korunaklı hissederse oraya kadar gidecek. Ancak ileride bu süreçte yaşanan tüm hadiselerin hepsi kriminal tek bir vaka olarak ele alınacak.
Aksiyonu ve tansiyonu yüksek bir mesleğiniz var, boş kalmak sıkıcı olmuyor mu?
Henüz boş kaldığımı idrak edebilmiş değilim. Hemen her gün arkadaşlara destek için adliyedeydim. Ayrıca tutuklanan arkadaşlarımın mahkeme ve itiraz durumlarını takip etmeyi görev addediyorum. Onlar kısa sürede özgürlüğüne kavuşacak inşallah. Sonrasında vaktimiz kalırsa bu süreci bir fırsat olarak görüyorum. Çeşitli nedenlerden hep ertelemek durumunda kaldığım planlarım vardı, onları gerçekleştirmek istiyorum.
Mesela?
Öncelikle yabancı dilimi geliştirmek istiyorum. Eşim de çok istiyor. Bunun için gerekirse arabamızı satmayı bile düşündük. Ayrıca denize âşık bir insanım. Yelken yapmayı çok istiyorum. Başlangıç kursuna gittim fırsat bulursam geliştireceğim. Zıpkınla balık avlıyorum, harika bir ekibimiz var ve tabii ki bol bol okuyup yazacağım.
Bu yaşadıklarınızı da yazarsınız o halde…
İnşallah, çok istiyorum. Öz annem Zehra Hanım okumayı, edebi annem ortaokuldaki Türkçe öğretmenim Kevser Gündüz ise yazmayı sevdirdi bana. Aslında hayatına şiirle ayraç koyan bir insanım. Arkadaşıma kırılırım şiir yazarım, yolculuk yapıyorumdur eşime şiir yazarım. Şehit veririm şiir yazarım. Bir de kitabım var yayınlanmamış.
Neden yayınlanmadı?
Popüler bir mafyatik dizide polisi aşağılayan sahneler çok ağrıma gitmişti. Bunun üzerine yazdım. Polisiye bir roman. Ancak İstihbarat şubeye geçince farklı kaygılarım oldu. Aslında şubeye geçmeden neredeyse tamamlanmıştı kitap ama nemalanıyormuş gibi algılanır diye yayınlatmadım. Bu zaman zarfında belki onunla ilgilenirim.
“Yıllarca çalıştım, yuvamı ihmal ettim” şeklinde bir açıklamanız olmuştu. Artık evdesiniz. Nasıl gidiyor ev hayatı, açıklarınızı kapatabildiniz mi?
Aslında benim için ev süreci istihbarat şubeden çıkarıldıktan sonra başladı. Son 6 aydır ‘family man’ modundayım. İlk zamanlar kızlarım Akşam 5’te beni evde görünce, üzerimi değiştirmeye geldiğimi sanıyorlardı. Şubede çalışırken bir yıl boyunca sadece bir kez, o da eşimin ısrarıyla bir pazarı evde geçirdiğim zamanlar oldu. Eşim iki çocuğumuzu yalnız büyüttü diyebilirim. Bu açıdan çocuklar benimle vakit geçirebildikleri için çok mutlular. Bol bol parka gidiyoruz. Bunu süreçte babalık görevlerimi yerine getirme fırsatım oldu diyebilirim.
Şuan çalışmıyorsunuz, nasıl geçiniyorsunuz?
Açığa alındığımız için maaşımızın 3/2'sini alıyoruz. Ben bu süreci yaşayan insanlar arasında şanslı sayılırım. Zira ailemin imkânları beni çok sıkıntıya sokmayacak durumda. Ama muazzam derecede sıkıntı çekecek arkadaşlar tanıyorum.
İhraç edilirseniz ne yapmayı planlıyorsunuz?
Memuriyette bir şey olana kadar olmamış sayarsınız. Ancak ben ve benim gibi görevden alınan tüm arkadaşlarım hukukun emrettiği şeyleri yapmış polisler olarak alnımız ak, başımız dik eninde sonunda mutlaka teşkilata geri döneceğiz. Bize bunları yaşatanlar ise hukuk karşısında çok pişman olacak. Dönene kadar çocuklarımızı helal lokmayla büyütmek için Allah’ın izniyle ekmeğimizi taştan çıkarırız, rızık Allah’tandır şeksiz şüphesiz.
Onca hukuksuzluk karşında bu kadar ümitvar olmanız biraz polyanaca bir yaklaşım değil mi? Nasıl bu kadar emin oluyorsunuz?
Hiç değil… Tarihte buna benzer kıyımlar, zülmler hep olmuştur ama hukuk her zaman tecelli etmiştir. Hakk’a ve gerçeklere olan inancımız tam. Milletimiz haramı helali bilir. Bizim bu işin helal tarafında olduğumuzu da er geç herkes görecek ve bu yaşananların ücretini bu dünyada istemeyen yiğit evlatlarını yeninden özgür bırakacak. Bu ülkede örgüt yöneticileri, darbeciler özgürlüklerine kavuştu bu acayip akıl tutulmasının sonucu olarak ve işini yapanlar cezaevine girdi. Ülke normale döndüğünde müdürlerimizden ve bizden özür dileyecekler. Ali Fuat Yılmazer, Yurt Atayün, Erol Demirhan, Hayati Başdağ, Serdar Bayraktutan, Mesut Yılmaz… Bu isimler insanlar Türkiye’nin vesayete karşı gerçekleştirdiği mücadelenin kahramanlarıdır. Bu millet isimlerini hep hayırla yad edecek, göreceksiniz.
Elimden ‘Semih’lerin katillerini yakalama imkanını alanlara hakkımı helal etmiyorum!
Semih ağabey(Balaban) 35 yaşındaydı şehit olduğunda. En büyük istediğiydi bu. Allah dualarını kabul etti. Ben hayatımda onun kadar yiğit bir insan tanımadım. Bir operasyon polisi olmasına, onlarca silahlı çatışmaya girmesine rağmen kendisine silah doğrultmuş bir teröristin gözlerine bakıp ateş açmayacağını anlayıp ateş etmekten vazgeçmiş biridir. Ondaki bu merhamete ve nezakete hayrandım. Bunu dünyadaki hiçbir polis yapmaz, asla riske atmaz. En çok da bu yüzden yanıyorum gidişine. Ve hala çok kızıyorum kendime. Keşke önce şubeye değil operasyon bölgesine gidip helalleşebilseydim ben gelmeden az önce girmiş içeri. İkimiz de tarih ve edebiyata meraklıydık. Beni açığa alarak elimden nice Semihlerin katillerini bulma imkânını aldılar ya asla helal etmiyorum hakkımı.
Bence bu ülkenin gerçek kahramanları şehadet şerbetini içerek vatanına kurban olan yiğit oğlu yiğitlerden sonra amirliklerini yapmaktan onur duyduğum memurlarımdır. Onlar Anadolu'nun dört bir yanından gelip yüreklerindeki vatan ve bayrak sevgisini bu kentin sokaklarında polis katillerinin, bombacıların ensesinde adım adım örmüşlerdir. Onlar bu ülkenin en helal memur maaşlarıyla çocuk büyütmüş ve gerektiğinde sizin aldığınız bir kararla çocuklarını düşünmeden bombaların üzerine atlamışlardır. Bence gerçek kahramanlar; çocukluklarını bu teşkilatın okullarında, gençliklerinin ise neredeyse tamamını bu ülkenin terörle mücadelesinin içerisinde geçiren zeki, kabiliyetli, fedakâr komiserlerim, baş komiserlerimdir. Gecenin bir yarısı arayıp, zırhlı araçlarla ancak girilen bölgelere tek tabanca göndermişimdir de ağızlarından "peki abi"den başka bir şey çıkmamıştır. Çocuklarını, eşlerini Allah'a emanet edip onları öpmeye kıyamadan usulca dalarlar karanlıklara. Ve benim kahramanlarım makam ve menfaat çukurlarına düşmeden bütün bir kariyerlerini ve hayatlarını emniyet Teşkilatı'nın alnına leke sürülmesin, memleket evlatlarının kanı dökülmesin diye harcayıp arkasına bakmayan müdürlerimdir. Şimdi ben bu insanlara yapılan haksızlık için isyan edip bağırdığımda bazıları bana ‘Kahraman’ diyor, şaşırıyorum ve anlam veremiyorum. Milletimin ali cenaplığına veriyorum. Sadece onların yarısı olsam bu dünyada mezar da istemem.
© Tüm hakları saklıdır.