22 Aralık 2014 11:44
Berkeley Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Cihan Tuğal, 14 Aralık operasyonuna ilişkin olarak, "Bu şiddet sadece Cemaate değil, herkese yönelecek. AK Parti’nin içi de dahil. Şiddeti yükseltenlerin çoğu yanacak” dedi. “Totaliterleşmeye giden rejimler sertleştikçe, kendi adamlarını da mutlaka harcamaya başlıyorlar” diyen Tuğal, “mağdurluk” ve “darbe” retorikleri iktidar açısından hâlâ kullanışlı. Ancak çerçeveleri değişti. Askerler, Ergenekoncular, laikler yerini Geziciler, paralelciler, Kobanêciler’e bıraktı. Ama bunlar taşeron. Asıl düşman, Müslümanlar dışındaki bütün dünya" diye konuştu.
Evrensel'den Serpil İlgün'ün sorularını yanıtlayan (22 Aralık 2014) Cihan Tuğal'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
14 Aralık’ı sizin nasıl okuduğunuzla başlayalım. Bu operasyonun ana hedefi neydi sizce?
Aslında bir çerçeve çizmek zor ama yine de yapmak gerekiyor. Nereye oturduğunu görmek gerekiyor çünkü bir sürü unutturduğu şey de oldu. Örneğin, Zaman Gazetesi çökertilmeye çalışılmadan önce, 24 Kasım’da Star Medya Grubu, Kanal 24 ve Türkmedya grubunu elinde bulunduran Ethem Sancak, Star Medya Yayıncılık Başkanı Mustafa Karaalioğlu, Star Gazetesi Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert ve Akşam Gazetesi Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan’ı görevlerinden aldı. Bunları beraber değerlendirmek gerekiyor. Sadece medya operasyonları olduğu için değil, tam tersine daha büyük bir sıkıntının bir parçası olduğu için.
Nasıl bir sıkıntının?
Meseleye ‘80’lerden, 90’lardan bakarsanız, hükümetle Cemaatin birbirine girmesi şaşırtıcı değil. Ama 2000’lerden bakarsanız çok şaşırtıcı... Çünkü sadece ideolojik olarak değil, kadro olarak da birbirinin içine geçme durumu vardı. Ve bunları ayırmak zorlaşmıştı artık. Bunu niye söylüyorum ve Ethem Sancak etrafında dönen olaylarla bunun bağlantısı ne? Şu; Mavi Marmara’dan sonra başlayan, 17 Aralık’ta hızlanan, 14 Aralık medya operasyonuyla doruğa ulaşan, belki daha da doruklara gidecek olan bu aşırı sert kapışma, burayla sınırlı kalmayacak. Yani Cemaatçiler ayıklandıktan sonra da daha çok ayıklanma yaşanacak.
Bunları söyleyerek, “bu savaş nereye evrilir, AKP/Erdoğan’ın sonraki adımı ne olacak” gibi sorulara da yanıt vermiş oluyorsunuz…
Evet. Şunu da söylemeye çalışıyorum, Cemaat dosyası kapansa bile -ki kolay kolay kapanmayacak- geriye kalan muhafazakarlar, İslamcılar da birbirine çok şey yapacaklar. Orada da büyük harcamalar, büyük operasyonlar yaşanacak...
Ne üzerinden olacak bu kapışma?
Pastadan pay kapma sıkıntısı. Aynen Cemaatle olduğu gibi... İdeolojik şeyler de olabilir ama ben bunun ikinci plana düşeceğini düşünüyorum. Daha derinde yatan yapısal bir şey var bence. Onun için iki meseleyi, yani Star ve Akşam’daki atılmalarla Cemaat operasyonunu birleştirmeye çalışıyorum.
Nedir o yapısal sorun?
Şu; totaliterleşmeye giden rejimler sertleştikçe, kendi adamlarını da harcamaya mutlaka başlıyorlar. Bunun bir istisnası tarihte şu ana kadar yaşanmış değil. Bunu evrensel genellemeden çıkarıp, somut olarak “niye böyle oluyor” diye baktığımızda; mesela 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda Cemaat kendi tarihinde ilk defa “sol ve çevreci” bir söylemle teyakkuza geçiyor. Ve bu söylem Haziran 2013’ten itibaren kurulmaya başlıyor. Yani var olan toplumsal memnuniyetsizliği maniple etmeye çalışıyorlar. Ortada büyük bir kitle, büyük bir memnuniyetsizlik var ve bunu derleyip toparlayan bir irade yok. Ve hepsi demiyorum ama Cemaatin bazı kurmayları belli ki böyle bir şeye karar veriyorlar. Bunun da ne kadar şizoid bir şey olarak yaşandığını yine Zaman’ın sayfalarında görebilirsiniz. Çünkü bir taraftan Gezi’ye hakaret düzeyinde ağır yüklenmeler, bir taraftan da arada bir Gezi’ye sahiplenme, Gezi’nin söyleminin ve ruhunun Zaman sayfalarında yeniden üretilmesiyle karşılaşıyoruz. Yeşil sayfalar vs gibi. Ve bu, 17 Aralık’ta Cemaatin resmi ideolojisi haline geliyor. 17 Aralık operasyonu -aslında operasyon demek istemiyorum, çok kirlendi çünkü bu kelime, hamle diyelim- siyasi, ideolojik bir hamleydi. Erdoğan’ı tasfiye edip, yeni bir AK Parti rejimi, daha çevreci, daha anti kapitalist bir AK Parti kurmaya çalıştı ve bunun için bir sürü tasfiye yaşanması gerekiyordu. Tasfiye yapmadan, “bakın biz çevreciyiz” falan diyemezsiniz çünkü. O tasfiyeleri yapmanız gerekiyor ki, bunu söyleyebilesiniz. Tabii Cemaat sert çıkınca, karşı taraf da aynı şekilde sertleşti.
Meseleyi, Star ve Akşam’da yaşanan işten atılmalara bağlama açısından bir ekleme daha yapmak istiyorum. Çünkü orada yaşanan da Cemaatle yaşananın çok benzeri. Yani şu anda da AK Parti’nin içindeki bazı kurmaylar benzer bir şey yapmayı deniyorlar. Onlar tabii Gezi’yi sahiplenerek değil de, başka bir kanaldan anti kapitalizm kurmaya çalışıyorlar. Ama o anti kapitalizmin birazcık ikna edici olabilmesi için, birkaç kapitalistin, birkaç yüksek düzey AK Parti bürokratının yakılması gerekiyor. Dolayısıyla, AK Parti içi kıyımın artarak süreceğini düşünüyorum.
17 Aralık sonrasında AKP içinde ayrışmalar, hesaplaşmalar olacağı söylendi ama çok bilinen Cemaatçi birkaç ismin dışında tasfiye olmadı. Tam tersine Erdoğan etrafında kenetlenen bir AKP görüntüsü söz konusu. Özetle, hangi işarete bakarak AKP içi kıyımın artarak süreceğini düşünüyorsunuz?
Bence işaretler var. Ama işareti şurada ararsak yanılırız; yani Gülcü’ler vs. diye bölünmeler yaşanmayacak. Tam tersine, bir tür günah keçileri seçilip, bunlar yakılacak. Mustafa Karaalioğlu vs üstünden yaşanan da buydu. Satır aralarında “bunlar ceplerini doldurup, gazeteleri finansal olarak batırdılar” mesajı verildi. Bu büyük bir skandal yaratmadı ama daha büyük şeyler yaşanacak.
Ama Karaalioğlu’nun, Cömert’in, Ocaktan’ın işten atılmalarıyla ilgili aynı gruplarda çalışan AKP yanlısı kalemlerden hükümete sert eleştiriler, hatta uyarılar gelmişti…
Kesinlikle. “Bizlerin değil başkalarının yakılması gerekiyordu” dediler. Bu kısmı spekülasyon olacak ama belki de birilerini harcamaya hazırlanıyorlardı ama birileri onlardan önce davrandı.
14 Aralık “hamlesinin”, AKP-Cemaat işbirliğinin en az göründüğü yer olan Tahşiyeciler üzerinden yapılmasına da dikkat çekiliyor. “Koca darbe hikayesinde bula bula iki tane dizi, üç tane yazı mı buldular” deniyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bu konuda çok köşeli bir şey söylemek istemiyorum çünkü ne olduğu belli olmayan bir grup. Aynen Ergenekon’un ilk çıktığı zamanlardaki gibi, bir iki sene beklemek gerek diye düşünüyorum. Nedir bu Taşhiyeciler, kolları bacakları nerededir, şu anda hiçbir şey anlaşılmıyor.
14 Aralık’ın medya ayağını hedeflemesi, Zaman gazetesindeki görüntüler tepki çekti. Ahmet Şık gibi birkaç yıl önce Zaman grubunun katkılarıyla benzer operasyonların hedefi olmuş isimler başta olmak üzere, “bu faşizmdir, operasyonu kınıyoruz” demeleri, “bu olay Gezi’deki gibi beş benzemezi bir araya getirdi, ne güzel oldu” yorumlarına yol açtı. Tabloyu siz nasıl değerlendirdiniz?
Ben “oh olsun” da diyemiyorum, “güzel bir şey” de diyemiyorum! Güzel bir şey niye diyemediğimi söyleyeyim; çünkü bu hükümetin işini bir taraftan çok kolaylaştıran bir şey. “A bakın, tüm düşmanlar yine bir arada” algısını besleyen, tabanını iyice paranoyaklığa iten, öte yandan hükümeti de iyice faşizanlığa iten bir şey “beş benzemez”in birleşmesi. Böyle ölçüsüz sahneler, bir muhalefet patlamasına yol açabilir, ama açmıyor. Zaman ve benzeri birkaç çevre insanları sokağa davet etti ama kimse çıkmıyor. Cemaate güven o kadar az ki, geçen yıl 17 Aralık yolsuzluk operasyonunda Gezi cinsi bir patlama olmamasının bir nedeni de oydu. Gezi gibi büyük patlamalardan sonra zaten bir demoralizasyon olur, onun da etkisi vardı ama bu işin altında Cemaatin yatması da etkendi. Yani başka şekilde o ayakkabı kutuları ortaya çıkmış olsaydı yine Gezi kadar büyük bir şey olmazdı belki ama 17 Aralık’ta yaşananın en az beş katı yaşanırdı. Onun için Cemaatin bulaştığı işlerden çok büyük öfke toparlanması çıkmıyor. Yani belki “beş benzemez” bir araya geliyor ama diplomatik kulvarlarda. Örneğin Mecliste bir araya geliyorlar ya da Zaman gazetesinin önüne birkaç sembol isim gidiyor.
AKP’nin muhalefeti parçalamaktan da beslendiğini düşünürsek, 14 Aralık operasyonu “nasılsa Cemaat basınına sahip çıkılmaz” diye bir hesapla da yapılmış olabilir mi?
Ben çok hesaplı, çok rasyonel davrandıklarını düşünmüyorum artık. Muhalefeti bölme planı olduğunu düşünmüyorum. Daha içe dönük düşünüyorlar, yani içeriyi konsolide etmeyi her şeyden daha fazla düşünüyorlar. Ben hükümetin gidişini çok iyi görmüyorum. Herkesin neredeyse beş yıldır söylediği gibi “Hükümet yarın düşer” demiyorum! Şunu kastediyorum; hem kendilerini ama daha çok da Türkiye’yi -devleti demiyorum, Türkiye’de yaşayan insanları- zor durumda bırakacak, buradaki yaşamı iyice dayanılmaz kılacak hamleler yapacaklarını düşünüyorum. Rasyonel hesaplar yapan bir hükümet, muhalefeti bölmeye çalıştığı kadar, dış güçleri de bölmeye çalışır. Mesela Amerika’yı Rusya’ya karşı kullanır, AB’yi Çin’e karşı kullanır vs. Tam tersine yurt dışının duyabileceği şekilde sürekli “hepiniz düşmanımızsınız” diyorlar. Bu söylenir mi? Kendi istikbalini düşünen bir hükümet “hepiniz düşmansınız” demez sürekli.
Neden diyor peki?
Bu mesaj içeriyi konsolide etmeye yönelik. Çünkü muhalefet yaptığınız anda, kimin tarafında oluyorsunuz? Rusya’nın, Amerika’nın, Avrupa’nın ve de İsrail’in. Bu çok korkunç bir şey...
Bu hamleleri yaklaşan seçimlerden ne kadar bağımsız düşünebiliriz sizce? Ek olarak, sürekli Cemaat konuşuluyor ama örneğin 14 Aralık operasyonundan 48 saat önce ‘makul şüphe’ diye bir şey yasalaştı...
Evet, bence de gereksiz düzeyde Cemaate odaklanmış durumdayız. Bu yaşadıklarımız daha genel bir tablonun parçası. Ve dediğim gibi şu anda kendi tabanlarında da ne kadar konsolidasyon yaşanıyor olursa olsun -inşallah uyananlar olur!- kendileri de iyi durumda değil. Çünkü bu şiddet sadece Cemaate ya da sadece AK Parti’ye muhalif olanlara değil, herkese yönelecek. AK Parti’nin içi de dahil. Daha çok, daha çok yapacaklar bunu ve kim ne zaman yanacak belli olmaz. Yani şu anda şiddeti yükseltenlerin çoğu yanacak.
DARBE VE MAĞDURLUK SÖYLEMİNİN ÇERÇEVESİ DEĞİŞTİ
“Mağdurluk” söyleminin, hâlâ kullanışlı bir söylem olduğunu düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. Çünkü çerçeveyi artık değiştirdiler. Mağdurluğu artık “bu namusuz laikler bizi mahvediyor” üzerinden kurmuyorlar. Arada bir “1940’larda bizi korkunç ezdiler” vs diyorlar ama artık mağduriyet söylemi, bin yıllık süreç üzerinden kuruluyor. Yani “Batı bizi bu duruma soktu, bu yaşadığımız parantez de ondan.” Artık o parantez bitti zaten. Artık hedef tahtasında laikler yok, artık hedef tahtasında Batı var.
Dolayısıyla “Amerika’yı ilk Müslümanlar keşfetti” gibi sözler öylesine söylenmiş sözler değil?
Bence değil. “Batı bizi mağdur etti” söyleminin dayanakları.
Aynı şey darbe retoriği için de söylenebilir mi peki? Malum, hâlâ her şey darbe, herkes darbeci…
Evet, kullanışlı ama onun da çerçevesi aynı şekilde değişti. Darbenin asıl örgütçüleri eskiden askerler, Ergenekoncular ya da laiklerdi. Şu an bunlara taşeron diyorlar. “Geziciler, paralelciler, Kobanêciler” şu an düşmanları bu. Ama artık bunlar ana düşman değil, bunların hepsi taşeron.
Ana düşman kim?
İsrail, Amerika... Müslümanlar dışındaki bütün dünya. Ve bütün darbe planları vs dışarıdan yapılıyor. Öyle bir hezeyan içindeler ki, Türkiye’de kendileri dışında birikim olduğunu reddeder duruma geldiler.
Peki ama Gezi ve Kobanê, hükümeti sarsan olaylar olmadı mı aynı zamanda?
Haklısınız, mutlaka böyle bir şey de var. 6-8 Ekim ayaklanması, bir fren işlevi gördü. IŞİD’çilikteki arsızlığın biraz durulduğu kesin. Yine, “Kobanê düştü düşecek” coşkusunun da düştüğü açık.
ÇÖZÜM SÜRECİ ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN BİR PARÇASI HALİNE GELDİ
Sizce çözüm süreci cephesinde ne yaşanıyor?
Ben çok rayında giden bir şey görmüyorum açıkçası. Daha çok “bekle gör, oyalayalım, oyalanalım” gibi bir şey var hükümet cephesinde.
Seçimlere kadar oyalayabileceği kadar oyalayacak mı hükümet?
Evet, şimdilik sınır seçimler olabilir ama ondan sonra da oyalamaya devam edebilirler. Çözüm süreci yine çözümsüzlüğün bir parçası haline gelmiş durumda. Bu, süreci önemsemediğim anlamına gelmesin. Ama ne cumhurbaşkanlığından önce, ne sonrasında “bir yere doğru gidiyoruz” hissi almadım.
KCK yönetiminin, keza 6-8 Ekim anımsatılarak Kürt halkının oyalamaya rıza göstermeyeceği söyleniyor. Dolayısıyla seçime kadar somut adım atmamakla büyük risk almıyor mu hükümet?
Riskin büyük olduğu yüzde yüz. Ama bence hükümet cephesinden olay şöyle kuruluyor; bir takım büyük tavizler vermek için, bizim büyük tavizler almamız gerekiyor diye düşünüyorlar ve kafalarındaki temel mesele, başkanlık meselesi. Ve hâlâ o konuda taviz alabileceklerini düşündükleri için sürdürebildikleri kadar sürdürüyorlar. Göründüğü kadarıyla HDP’de çok net bir itiraz var. Fakat HDP dışında kalan güçlerde, itirazın bu kadar güçlü olmadığını düşünüyorlar ki hâlâ bu noktada kalabiliyorlar.
Sizin Kobanê eylemleri için “Hem yenilgi, hem zafer oldu” değerlendirmenizi de anımsatıp soralım; Yenilgiyle kastettiğiniz, Türkiye’nin Batısının “Kürt’ü anlama” pozisyonunun yeniden bozulması, bunun da AKP’nin çözüm sürecinde somut adım atmamasında elini kolaylaştırması mı?
Kesinlikle. Bu yenilgi dediğim kısım. Zafer dediğim kısım daha bölgesel boyutla ilgili. Kobanê’nin düşmesi, Rojava’nın üç temel ayağından birinin gitmesi demek. 6-8 Ekim onu kurtarmış oldu. Çünkü Kobanê düştüğü anda Türkiye’de iç savaş başlayacak. Ve hükümet şu anda iç savaş istemiyor. Bence hiçbir zaman istemeyecek diye bir şey yok. Çünkü gözleri çok kararmış durumda. Dolayısıyla bölgesel anlamda bir zafer ama Türkiye’nin içine yansıması konusunda olumlu bir şey söylemek zor.
© Tüm hakları saklıdır.