Gündem

CHP'li Tanrıkulu: Sokağa çıkma yasağının hukuki temeli olduğunu söyleyen eblehtir

"Erdoğan'a soruyorum; Esat gibi Suudi krallarına da insan hakları ihlalleri konusunda uyarıcı sözlerde bulundu mu?"

04 Ocak 2016 16:35

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Güneydoğu illerindeki sokağa çıkma yasaklarının hiçbir hukuki temeli olmadığını söyleyerek, “Bu yetkinin olduğunu iddia edenler eblehtirler” dedi.

Sokağa çıkma yasağının uygulandığı 16 Ağustos’tan bugüne 151 sivilin öldürüldüğünü söyleyen Tanrıkulu, “Bu rakamları 90’lı yıllarıyla karşılaştırmak istemiyorum, çünkü 90’lı yıllarda böyle ağır bir tablo yoktu gerçekten” şeklinde konuştu.

“Bu kadar ağır bir tablo, hükümetin, Erdoğan’ın zihninden geçen Srilanka modelini bize hatırlatıyor” diyen CHP’li Tanrıkulu, Erdoğan’ın dokunulmazlıklar konusunda gündem mühendisliği yaptığını öne sürdü.

Tanrıkulu, "Ben buradan Erdoğan'a soruyorum; acaba Esat dostu gibi Suudi krallarına da insan hakları ihlalleri konusunda uyarıcı sözlerde bulundu mu?” diye sordu.

Tanrıkulu’nun basın toplantısında yaptığı açıklamaları ve sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

Sokağa çıkma yasağının uygulandığı 16 Ağustos’tan bugüne kadar 143 sivil yaşamını yitirdi. Sadece 1 Ocak’tan bugüne kadar da 8 sivil öldürüldü. 16 Ağustos’tan bugüne kadar 151 sivil öldürülmüş durumda.

Yine 16 Ağustos’tan bugüne kadar 193 güvenlik görevlisinin yaşamını yitirdiğini, şehit edildiğini biliyoruz İnsan Hakları Vakfı’nın kayıtlarına göre.

Bu, çok vahim bir insan hakları tablosudur. Bu tablo, sadece terörle mücadele kapsamında izah edilemeyecek rakamlardır. Bu rakamları 90’lı yıllarıyla karşılaştırmak istemiyorum, çünkü 90’lı yıllarda böyle ağır bir tablo yoktu gerçekten. 16 Ağustos’tan bugüne sokağa çıkma yasaklarının olmadığı yerlerde 20 faili meçhul cinayet var. Yüzlerce kötü muamele ve işkence başvurusu var. Bu sayılar, 90’lı yıllardaki sayıları aşmış durumda.

Bu tablo Türkiye bakımından çok ağır bir tablodur ve bunun karşısında Türkiye yargısı iflas etmiştir. Hiçbir yol açıcı bir şey yok. O nedenle de başvurular AİHM’ye taşınmış durumda.

AİHM’ye 3 değerli arkadaşım Oya Aydın, Özgür Erol ve Erhan Şenses başvuru yaptılar, geçici tedbir istemiyle. Dilekçe AİHM’ye ulaşır ulaşmaz, mahkeme anında başvuruyu işleme aldı ve Türkiye’ye üç soru sordu. Bu soruyu Türkiye’deki yargıçlar ve Türk yargısı da hükümete sorabilirdi, ama hiçbir savcılık, mahkeme Anayasa Mahkemesi dahil olmak üzere bu soruları soramadı. Yargının bu kadar etkisiz, güvensiz olduğu bir Türkiye sıkıntı yönetim dönemleri dahil olmak üzere yaşanmamıştı.

Ben de aynı soruları Sayın Davutoğlu’na soruyorum.

Ayın 8’ine kadar AİHM’ye cevap vermek zorundalar. Vermezlerse ne olur? Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre başka tedbirler uygulanır.

İlk soru “Sokağa çıkma yasaklarının hukuki temeli nedir?” Sokağa çıkma yasaklarının hiçbir hukuki temeli yoktur. Gösterilen hukuki temel tamamen dayanaktan yoksundur. İç güvenlik yasasında da bu yetki yoktur. Bu yetkinin olduğunu iddia edenler eblehtirler.

İki kanunda sokağa çıkma yasağı vardır. Birisi OHAL, birisi de sıkıyönetimdir. Dolayısıyla dayanağı olmayan bir yetkiyle Türkiye’nin 17 ilçesinde, 56 kez 300 günü aşkın bir süre sokağa çıkma yasağı uygulanmıştır, uygulanmaya devam ediyor.

14 Aralık’tan bu yana Cizre ve Silopi, 2 Aralık’tan bu yana da Sur ilçesinde devam eden sokağa çıkma yasakları var. Türkiye’nin bir bölgesinde toplamda 300 günü aşan sokağa çıkma yasağı var ve anayasamızda da bunun hiçbir hukuki dayanağı yoktur.

Göreceksiniz, AİHM aynen bu gerekçelerle Türkiye’yi mahkum edecek.

İkinci olarak, sokağa çıkma yasaklarının temel ihtiyaçlarına ulaşım imkanları var mıdır?

Bu sorunun cevabı da şudur; hiçbir temel ihtiyaç karşılanmamaktadır. Temel gıda hizmetlerinden faydalanamamaktadırlar, hastaneler ve okullar güvenlik güçlerinin karargahına dönüştürülmüş durumdadır. İnsanlar ancak beyaz bayrakla sokağa çıkmaktadırlar. Bunların bir kısmı da maalesef keskin nişancıların hedefi olmuşlardır. Dolayısıyla çok ağır bir insan hakları ihlali tablosu vardır ve AİHM de bu çerçevede bir hüküm kuracaktır.

Üçüncü soru da, “Sokağa çıkma yasağı olan bölgelerde ikamet edenlerin yaşam hakkını korumak için ne gibi önlemler alınmıştır?”

Hiçbir tedbir alınmamıştır. Türk yargısı da bu konuda iflas etmiştir. Alınan tedbirler var evet, sadece askeri tedbirler alınıyor. Niçin tedbir alınamadığı konusunda da hükümet şunu gerekçe göstermektedir; uygulanan hendek, barikat gibi gerekçeler göstermektedir. Böylece kendisini terör ve şiddet eylemlerini kullanan terör örgütüyle eşitlemektedir. Böyle yanlış bir yöntem de vardır.

Mesele şu; balkonda keskin nişancıların hedefi oldunuz, sokakta kitlesel olarak gaza, şiddete maruz kaldınız, milletvekilleriniz STK temsilcileriniz şiddete maruz kaldı... Ama korunaklı bir duvarın içerisinde çocuklarıyla beraber kahvaltısını yaparken bir kadının roketatar veya bir top mermisiyle öldürüldüğü bir ortamı yaşamadık. Dün maalesef böyle bir ortamla da karşı karşıya kaldık. Böyle vahim bir tablo var.

Ben gerçekten merak ediyorum, Davutoğlu, Erdoğan bu insani manzara karşısında ne söyleyebilirler?

Bu kadar ağır bir tablo, hükümetin, Erdoğan’ın zihninden geçen Srilanka modelini bize hatırlatıyor. Türkiye’de şu anda uygulanan model lokal Srilanka modelidir. Bunları geçmişte telaffuz etmişlerdi. Şimdi topyekün uygulamadıkları modeli, model seçtikleri ilçelerde uyguluyorlar.

2006’da Srilanka’da barış masasını devirmişlerdi, aynen şimdi olduğu gibi. Yeni bir cumhurbaşkanı seçilmişti, o cumhurbaşkanı o güne kadarki bütün birikimleri yerle bir etmiş ve topyekün bir savaşa girişmişti. İlk önce yerleşim yerlerini insansızlaştırmaya çalışmıştı. Göç edemeyen insanları da toplu düşman ilan etmişti aynen bugün yaşandığı gibi. Sur’da, Cizre’de, Silopi’de göç edemeyen insanlar var. Onlar doğrudan doğruya şu anda düşmanlar, bu cumhuriyetin yurttaşı değiller. Anayasasında demokratik hukuk devleti yazan bir cumhuriyetiz ama yurttaşlarımıza uygulanan yöntem, düşman ceza hukuku.

Gazetecilerin “AİHM nasıl bir karar verebilir’ soruna, “AİHM asıl başvuru yapılmadan, tedbir istemli başvuruları çok nadiren ele alır. Ağır insan hakları ihlalleri varsa, ancak o hallerde öncelikli olarak ele alır. Asıl başvuruyu almadan önce de tedbir konusunda bir karar verir. Bu arada tedbire ilişkin bir karar verirse, Türkiye sözleşme uyarınca o tedbirin gereğini yerine getirme ve bir daha bu tedbirlere başvurmama hükümlülüğü altına girecek. Girerse, üyelikten çıkarma, askıya alınmaya kadar tedbirler gündeme gelebilir” yanıtı verdi.

“Anayasa konusunda söylenen modeli CHP içine sindirebilecek mi” sorusuna da, “Daha doğmamış bir ortam var. Ne olacağı belli değil. Bir belirsizlik üzerine yorum yapmayı doğru bulmam. Bir görüşme yapılmış, daha yapılacak. Yapılıp yapılmayacağı da belli değil, bir yorum yapmayı doğru bulmam” dedi.

“Top mermisini kimin yaptığı konusunda kafanızda bir netlik var mı?” sorusana da  Tanrıkulu, “Kim yapmışsa bu ortam görüntü olarak bir terörle mücadele görüntüsü değil. Gazze’de, Filistin’de, Suriye’de ne oluyorsa artık Türkiye’nin bir bölgesinde onlar oluyor. Siz bir bölgeye, topla, tankla, savaş araçlarıyla girerseniz, bu görüntüler çıkar. Fail kimdir, onu bulmak bize düşmüyor. Ama sosyal medyada dolaşan fotoğraflar var, onun dışında ajansların çektiği görüntüler var. O görüntülerde evin avlusunda büyük bir kovan var. O roket midir, top mudur uzmanların işi. Ama bu yöntem lokal Srilanka modelidir.

Erdoğan’ın  HDP’lilere dokunulmazlıklarla ilgili  sorulara da, “2012 yılı eylül ayında aynı tartışmaları yaşamadık mı? Hiç farkı yok. Erdoğan müthiş bir gündem mühendisliği yapıyor. Aradan 3 yıl geçmiş aynı şeyler. Genel Başkanımızın 4 Aralık 2012’de grupta yaptığı konuşmayı okuyalım isterseniz...

Biz dokunulmazlık konusunda yaklaşık 10 yıldır parlamentoda çaba sarf eden, kürsü dokunulmazlığı dışında dokunulmazlığa karşı çıkan bir siyasi partiyiz. Ama dokunulmazlığı aynı biçimde kin ve intikamla 2012’de gündeme getirmiş, sonra tekrar kaldırmış. Şimdi de aynısını yapıyor.

Başbakan dokunulmazlık konusunda ateşle oynuyor demiştim, kin, öfke siyaseti yürütüyor, ama dokunulmazlıkların kaldırılmasına cesaret edemez demişim Aralık 2013’te

Şimdi bunu ne zaman söylüyor? Suudi Arabistan’dan, kankasının yanından gelirken söylüyor. O kankası da kendisinden bir gün sonra 47 muhalifi idam etti. Ben buradan Erdoğan’a soruyorum; acaba Esad dostu gibi Suudi kralına da insan hakları ihlalleri konusunda uyarıcı sözler söyledi mi? Kendisinden 1 gün sonra 47 insan idam edildi. Acaba, Ortadoğu’daki bu kanlı ortama mezhepçi siyasetlerin zarar vereceğini, idamların doğru olmayacağını, yeni kavgalara, yeni ayrışmalara yol açacağını ifade etti mi? İdam, insanlığa karşı suçtur. Acaba, bu suçlar konusunda ve ağır insan hakları ihlalleri konusunda şu andaki stratejik ortağı Suudi Arabistan krallığına görüşlerini ifade etti mi?