CHP Genel Başkan Yardımcısı, eski Hazine Müsteşarı Faik Öztrak, partisinin gurup toplantısında erken seçim çağrısından önce ekonomik göstergelere de dikkat çektiği konuşmasında, “Türkiye’nin 3 Kasım’a kadar dayanması mümkün değil” diyen MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin sözlerini değerlendirdi. Daha önce sürekli ‘erken seçim istemek Türkiye’ye ihanettir’ diyenlerin bugün Türkiye’yi apar topar baskın seçime götürdüklerini ifade eden Öztrak, “Daha düne kadar “Çatı akıyor, tedbir alınması gerek” diyen bakanlara kapıyı gösteren AKP Genel Başkanı, şimdi ekonomideki sıkıntıları gerekçe göstererek ülkeyi baskın seçime götürüyor. Demek ki saray ittifakı 2019’a kadar bu terazinin bu ağırlığı taşıyamayacağı kanaatine vardı” dedi.
Türkiye’nin seçim atmosferinde ekonominin durumuna değerlendiren Öztrak, tüm uyarılarına rağmen AKP ve saray kadrolarının ekonomiyi sıcak paranın insafına terk ettiğini, küresel likiditenin bol ve ucuz olduğu yıllarda ekonominin temellerini güçlendirecek tedbirleri almaktan kaçındığını söyledi, “ Sıcak paranın şişirdiği yelkenleri kendi kerametleri sandılar” dedi.
Öztrak’ın T24’e değerlendirmeleri şöyle.
“Sıcak paranın şişirdiği yelkenleri kendi kerametleri sandılar”
Daha önce sürekli “erken seçim yok”, “erken seçim istemek Türkiye’ye ihanettir”, “aczin göstergesidir” diyenler bugün Türkiye’yi apar topar baskın seçime götürüyor. Peki neden ülke apar topar bir seçime götürülüyor, ülkede ne oldu da baskın seçime ihtiyaç doğdu? Saray ittifakının küçük ortağı Sayın Bahçeli’nin ardından, AKP Genel Başkanı da baskın seçimin gerekçeleri arasında ekonomideki sıkıntılara işaret etti. Daha düne kadar “Çatı akıyor, tedbir alınması gerek” diyen bakanlara kapıyı gösteren AKP Genel Başkanı, şimdi ekonomideki sıkıntıları gerekçe göstererek ülkeyi baskın seçime götürüyor. Demek ki saray ittifakı 2019’a kadar bu terazinin bu ağırlığı taşıyamayacağı kanaatine vardı.
Yıllardır yaptığımız tüm uyarılara rağmen AKP ve Saray kadroları ekonomiyi sıcak paranın insafına terk etti. Küresel likiditenin bol ve ucuz olduğu yıllarda ekonominin temellerini güçlendirecek tedbirleri almaktan kaçındı. Sıcak paranın şişirdiği yelkenleri kendi kerametleri sandılar. En son geçen yıl bütçe dengelerini ve kredi musluklarını zorlayarak ekonominin çarklarını döndürmeye çalıştılar. 2017’de ekonomi kırılganlıkları daha da artırmak pahasına büyüdü ama bu büyümeyi de milletimiz hissedemedi. Aksine ailelerin ve şirketlerin sırtındaki borç yükü daha da arttı. Büyük şirketler borç yükünü hafifletmek için bankalarla pazarlığa oturdu ancak ailelerimizin böyle bir şansı olmadı.
“2002’de 130 milyar dolar olan dış borç stoku 453 milyar dolara ulaşmış durumda”
2018 yılı Ocak ayı itibariyle reel sektör şirketlerinin net döviz borcu 220 milyar doların üzerinde. Bu, TL’nin dolar karşısındaki her 1 kuruşluk değer kaybıyla şirketlerin 2,2 milyar TL kur farkı zararı yazması anlamına gelir. Bu çerçevede, yılbaşından bu yana şirketlerin bilançolarına eklenen kur farkı zararı 70 milyar TL’yi aşmıştır. Şirketler bu zararı bir şekilde üzerinden atmak isteyecektir. İktidarın geçmiş uygulamalarından bu maliyetin milletimizin omzuna artan enflasyon ve işsizlik olarak yükleneceği anlaşılıyor.
İşte tüm bu artan kırılganlıklar, küresel ekonomide parasal sıkılaşmanın başladığı bugünlerde, daha da dikkat çeker oldu. Türkiye’nin döviz açık pozisyonu tarihinde ilk kez milli gelirinin yarısını aşarak 2017’de yüzde 53 seviyesine ulaştı. 2002’de 130 milyar dolar olan dış borç stoku 453 milyar dolara ulaşmış durumda. Bu kadar dış borcu yabancılar zorla vermedi. AKP’nin ekonomi politikaları el atına binip çalım satmak üzerine kurgulandığı için bu kadar dış borç yapıldı. Türkiye’nin önümüzdeki bir yılda çevirmesi gereken dış borç 185 milyar dolar. Buna bir de 50-55 milyar dolar cari açık eklenirse bir yılda bulunması gereken dış finansmanın 240 milyar dolar seviyesinde olduğu anlaşılıyor. Şimdi bozulan küresel iklim ve ekonomide riskler nedeniyle ihtiyacımız olan finansmanı bulabilmek için daha fazla faiz ödeyeceğimiz anlaşılıyor. Nitekim, bugünlerde Türkiye’nin 2 yıllık devlet tahvilinin faizi yüzde 14,5 seviyelerinde. Bu, 2009 krizinden bu yana en yüksek faiz seviyelerine işaret ediyor. Oysa aynı vadede ABD tahvilinin faizi yüzde 2,4, İngiltere tahvilinin faizi yüzde 0,9 civarında. Türkiye bu şartlar altında para bulmak için tefeci faizi ödüyor.
“Acaba koltuğumuzu korur muyuz?” telaşındalar”
Saray kadroları ekonomide yarattıkları bu tablo ile yüzleşmemek ve sorumluluktan kaçmak için basit komplo teorilerine sığınmaya çalışıyordu. Ancak şimdi aynı kadrolar sebep oldukları bu tablodan korku ve endişeye düştükleri anlaşılıyor. Millet aşının, işinin, canının derdindeyken, bunlar seçimleri öne çekerek “Acaba koltuğumuzu korur muyuz?” telaşındalar.
Ancak Saray ittifakı ne yaparsa yapsın artık takke düşmüş, kel görünmüştür. Türkiye’yi büyük sıkıntıların içine düşüren bu kadroların yetersizliği artık ortadadır. İktidarda bulundukları 16 yılda ülkeyi içine düşürdükleri badireler saklanamayacak boyutlara ulaşmıştır. OHAL’e sığınarak iki ay sonraya verilen seçim randevusu şunu göstermektedir: Mevcut iktidar sahipleri ve ortakları Türkiye’yi 2019 seçimine hatta Ağustos’a kadar dahi yönetemeyeceklerini ikrar etmektedir. Şimdi bu Saray ittifakı ortaklarının milletten 2023’e kadar hangi yüzle yetki isteyeceklerini göreceğiz.
Seçimler ister zamanında yapılsın ister erken yapılsın isterse baskın seçim olsun, milletimiz Türkiye’nin ufkunu karartan bu kadrolara gereken dersi verecektir. Saray ittifakının tüm ortaklarına bunun faturasını kesecektir. Ben milletimizin ferasetine inanıyorum, bundan kuşkum yok. Türkiye’nin rahatlamaya, adalete ve huzura ihtiyacı var. Türkiye’yi hak ettiği huzura ve rahatlamaya kavuşturacak kadroların adresi CHP’dir
Bahçeli erken seçim çağrısı yaptığı grup toplantısında ne demişti?
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi resmen hayata geçmeden, malum ve melun odaklar tarafından; devamlı yargılanmakta, karalanmakta, hasar alması için eşzamanlı, eşanlı faaliyetler yürütülmektedir.
Türkiye’nin bu ağırlığın altında daha fazla kalması, 3 Kasım 2019’a kadar sabırla dayanması, geldiğimiz bu aşamada mümkün, makul ve münasip değildir.
Türkiye’nin sistem tartışmalarıyla boğulmak istendiği bugünkü şartlar altında, 3 Kasım 2019’a kadar istikrar ve denge halinde ulaşması her geçen gün zorlaşmaktadır.
İktidar partisi ile varılan uzlaşma neticesinde partimiz, Mahalli İdareler Seçimi hariç olmak üzere, Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimlerinde geçerli olacak Cumhur İttifakı’nın iki paydaşından biridir.
Seçim sürecine giden yolda toplumsal, ekonomik ve siyasi dinamikleri etkileyen çok sayıda menfi faktör yeşermekte, nüksetmektedir.
Türkiye’nin bekası açısından Cumhur İttifakı’yla hâsıl olan millî mutabakatın titizlikle korunması, hedeflerine varması elzemdir.
Ancak ittifakın selameti ve seçimlerden başarıyla çıkması için de toplumsal ve siyasi dinamikleri tayin eden unsurların dikkatle takip ve analiz edilmesi, bunların muhtemel sonuçlarının iyi hesaplanması, atılacak adımların elde edilecek verilere göre belirlenmesi gizlenemeyecek bir ihtiyaçtır.
Önümüzde kontrol edilemeyen, beklenmedik birtakım olumsuz gelişmelerin ortaya çıkma ihtimali ise asla göz ardı edilmemelidir.
Kaldı ki, bunun pek çok emaresi de şimdiden belirginleşmiştir.
Seçim sürecine tesir eden faktörlerin başında; Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası ilişkileriyle bunların sosyal, siyasal ve askerî yansımaları gelmektedir.
Bir diğer tayin edici ögeyse ekonomik göstergeler ve hükümetin bu kapsamda alacağı tedbirlerdir.
Siyasi dengeler ve bunlarla doğrudan ilişkili toplumsal dinamikler de bahse konu unsurlar arasında yerini almaktadır”.