CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner, Türkiye ve Rusya yönetimlerinin, yurttaşlarını tedirgin eden, kaygı verici politikaları terketmeleri gerektiğini söyledi. “Tahrik edici yeni bir eylem, sürtüşmeyi açık çatışmaya dönüştürebilir” diyen Cihaner, Montre uyarısında bulunarak, “Erdoğan-Davutoğlu çizgisinin Putin’le verdiği savaş Montrö Sözleşmesi’nin delinmesi olasılığını doğurmaktadır. Tahammülsüzlük artarsa Türkiye bir savaş alanı haline gelebilir” dedi.
Cihaner, yazılı açıklamasında iki ülkenin tarihlerinin savaşla dolu olduğunu bunlardan ders çıkarılması gerektiğini söyledi. “Bu savaşlarda iki ülkenin varlıkları tüketilmiş, 'hasımlık' tarihselleştirilmiştir. Bugün hasımlık yeniden tarihselleştirilmek istenmektedir” dedi. “Yönetimlerin ucuz kurnazlıkla gerçekleri ört bas edeceğini zanneden politikalara cevaz vermeyen bir çizgiye çekilmesi elzemdir” diyen Cihaner’in yazılı açıklaması şöyle:
"Erdoğan ve Davutoğlu'nun dikte ettiği Türkiye'nin Suriye politikası, Rus savaş uçağının düşürülmesi ve Putin'in izlediği gerilim tırmandırıcı tutum iki ülke arasındaki sürtüşmeyi yeni ve tehlikeli bir aşamaya ulaştırdı.
Erdoğan-Davutoğlu çizgisi Rus uçağının düşürülmesini uluslararası hukukun biçimsel ilkelerine dayandırarak savunmaktadır. Bu politika, biçimsel olarak dahi sürdürülemez hale gelmiştir; çünkü AKP'nin politikası da (Suriye ve Irak'ta olduğu gibi) başkalarının egemenlik hakkını hiçe sayan tutum içindedir. Rus uçağının düşürülmesini 'arkadan hançerlenme’ olarak nitelendiren Putin ise pozisyonunu ABD ile Suriye'de hava sahasını eşgüdüm içinde kullanma (21 Ekim 2015) anlaşmasının - Türkiye'nin de IŞİD karşıtı koalisyon içinde bulunmasına atıfta bulunarak - Suriye-Türkiye sınırında bulunan hava sahasını da kapsadığı tezine dayandırmak istemektedir. Putin'in bu yorumu da zorlamadır. Putin anlaşmayı ABD ile yapmıştır. İki tarafın da, ileri sürdükleri uluslararası hukuk, ilke ve antlaşmalara aykırı pratikler sergilemekte olduklarını gösteren çok sayıda veri bulunduğu bilinmektedir.
"İki taraf da gerginliği arttırıyor"
İki tarafın sergilediği tutum, gerginliği düşürmek yerine, artırıcı rol oynamaktadır: Erdoğan-Davutoğlu çizgisi sorunu NATO'ya taşıyarak (üstelik NATO içinde 'Müslümanlar için ölmeye değer mi?' imasını yapan azımsanamayacak sayıda üye mevcut iken) Rusya'yı tahrik etmesi, Rusya'nın ise Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne (bu sözleşme Karadeniz'de dengeleri gözeten ve statükoyu koruyan Türk ve Rus taraflarının ortak çıkarlarına hizmet eden tek sözleşmedir) biçimsel olmasa da sözleşmenin ruhuna halel getirecek bir gösteride bulunması da bir tahriktir.
İki tarafın organik elitlerinin Montrö Sözleşmesi'ni yapısızlaştıracak arayışlar içine girdiğini basında çıkan bilgilerden öğreniyoruz. Bu tutum Montrö Sözleşmesi'nin ilgili maddelerini savaş olasılığına göre yorumlama anlamına gelir ve basit bir organik elit işgüzarlığından öteye geçmeyen ve daha önemlisi ABD'nin Montrö Sözleşmesi'ni delme politikasına hizmet eden tehlikeli bir hamle olur. Böylelikle Atatürk döneminde üretilen ve pratiğe dökülen dış politikadan artakalan değerli mirası tasfiye etme doğrultusunda bir adım daha atılmış olur. Bunu yapan da yarattığı yıkımın altında kalır.
Erdoğan-Davutoğlu çizgisinin izlediği Suriye politikası kendi öngördükleri doğrultuda sonuçlanmadığı gibi, ABD'nin Şubat 2015'te yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde öngörüldüğü üzere Türkiye'ye Orta Doğu'da manevra alanı da tanınmamıştır. Rusya ile yaşanan son kriz ise Türkiye'nin Orta Doğu'ya sokulmaması politikasının Rusya üzerinden gerçekleştirilmesine yol açmaktadır. Rus uçağının düşürülmesine karşılık Rusya yönetiminin attığı ilk adım S400 füze savunmasını Türkiye-Suriye sınırına yerleştirmek olmuştur. Böylece ABD, Türkiye'nin Orta Doğu'da sınırlandırılmasını Rusya üzerinden gerçekleştirebilmektedir. Türkiye'nin Irak merkezi yönetimiyle yaşadığı asker çekme/bulundurma krizi de bu bağlam içerisinde okunabilir.
Doğu Akdeniz'in silah fuarı haline dönüştürülmesi hayra alamet değildir. Bir savaş durumunda Türkiye ilk savaş alanı haline gelebilir. Üstelik Türkiye'nin elinde hiçbir füze savunma sistemi kalmamıştır. Türkiye hükümetinin çok güvendiği NATO üyesi ülkeler Rusya ile gerginlik bu aşamaya gelmeden önce füze savunma sistemlerini söküp taşımışlardır. Akdenizde bulunan füze savunma sistemi ile kendilerini ve İncirlik üssünü koruyacaklar, fakat Türkiye açıkta kalıyor. Bu durum göz önüne alınırsa, Erdoğan-Davutoğlu çizgisinin kendi iç mantığı açısından dahi iler tutar tarafı yoktur. Türkiye yönetimi, kendi modellerinin yanlışlığı bir tarafa, bu haliyle olayları arkadan izler duruma düşmüştür. Emri vakilerle karşılaşınca ne yapacağını bilemez duruma düşen Türkiye yönetimi, güya şikayetçi olduğu ‘üst aklın’ patronajına daha çok ihtiyaç duyar hale gelmekte, böylece bağımlılığı katmerleşmektedir.
Rusya ve Türkiye'nin atacağı yanlış bir adımın savaş çığırtkanlığı yapanların ekmeğine yağ süreceğinin görülmesi gerekmektedir. Savaş bir şaka veya oyun değildir.
Putin'in izlediği politika ile kendi yurttaşlarını pahalı ve yetersiz beslenmeyi ve Türkiye ile toplumsal ilişkileri en aza indirmeyi, Erdoğan-Davutoğlu'nun izlediği politika ise ülkeyi bir enerji krizine götürerek yoksullaştırmayı öngörmektedir. İkisi de yanlıştır. Ne Türkiye halkı bir enerji şokunun doğuracağı gelir kayıplarını ve tezek yakarak ısınmayı, ne de Rusya halkı yiyecekten yoksun hale getirilmeyi hak ediyor.
Ne yapmalı?
İlk olarak, yurtseverliği ucuz külhanbeyliğine indirgeyen üsluplardan iki tarafın yönetimleri de vazgeçmelidir. İkincisi, tarafların 'dış politikada yanlış düşman edinilmemesi' kuralını hafızalarında tutması gerekir. Bugünkü uluslararası konjonktürde Türkiye için Rusya, Rusya için Türkiye yanlış birer 'düşman' olurlar ve ikisi de ulusal varlıklarını heba ederler.