Gündem

CHP’li Cihaner: AKP'nin günahı cemaatten çok olabilir, üçüncü bir yol bulmalıyız

Cihaner, 'Türkiye’nin AKP’den de Cemaat'ten de kurtulması gerekir. Bu yerel seçimler bu bakımdan önemlidir' dedi

18 Mart 2014 18:37

CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner, Gezi sürecinde yaşananlardan 17 Aralık operasyonlarına, Gülen cemaatinden Ergenekon tahliyelerine kadar açıklamada bulundu. Cihaner, Gezi’nin politik bir hatta oturması gerektiğini söylerken, “Berkin Elvan’ın cenazesinde gördüğümüz direniş, bizi çok daha umutlu hale getiriyor. Polisin tüm baskısına rağmen muazzam bir kitle vardı. Tabii iktidarın kriminalize etme çabalarını da görmek gerekir. Örneğin kitle iddia edildiği gibi başka bir amaç taşısaydı oradaki polisi tükürüğüyle boğardı.” dedi.

Cihaner, Ergenekon ve Balyoz davaları için ise “AKP’nin pozisyonu en az Cemaatçilerin pozisyonu kadar sıkıntılıdır. Belki de günahları daha fazladır. Onun için üçüncü bir hattı dillendirip o hat üzerinden yürümekte fayda var” şeklinde konuştu.

Mehmet Emin Kurnaz’ın Birgün’deki söyleşisi şöyle:

Gezi Parkı eylemleriyle başlayan süreç, AKP için 12 yıllık hegemonyasında ciddi kırılmalara neden oldu. Öte yandan hükümetin söylemlerinde gelişen sertlik ve toplumun kutuplaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gezi direnişi, neredeyse efsunlu diyebileceğimiz 12 yıllık iktidara atılan en büyük çiziktir. O kadar ki, Başbakan'ın eylemcilere yönelik “çapulcu” gibi hakaretleri bile geri çevrilip bir onur unvanına dönüştürüldü. Aynı zamanda geniş kitleler üzerinde inandırıcılığını da kaybettiren bir süreç oldu. İktidarın da böylesi sertleşmesi, Gezi ruhunun sadece AKP için değil, bundan sonra iktidara gelecek muktedirler için de bir nevi Demokles’in kılıcı olması itibariyle korkuya dönüşmesiyle alakalı bir durum diye düşünüyorum. Bu da haliyle iktidarı korkutuyor.

Gezi eylemlerinin, 12 Eylül sürecini tarihe gömdüğünü söylemek sizce mümkün mü?

Bunu söylemek için henüz biraz erken olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu tarz hareketlerin bir de politik hatta oturması gerekir. Kuşkusuz Gezi’ye gelinene kadar onu yaratan TEKEL direnişi, HES mücadeleleri, hatta Büyük İşçi Yürüyüşü’ne kadar çeşitli direniş odaklarını da göz önüne almamız gerekiyor. Bu noktada politik hatta oturmazsa kalıcı olması açısından zor, ama Berkin Elvan’ın cenazesinde gördüğümüz direniş, bizi çok daha umutlu hale getiriyor. Polisin tüm baskısına rağmen muazzam bir kitle vardı. Tabii iktidarın kriminalize etme çabalarını da görmek gerekir. Örneğin kitle iddia edildiği gibi başka bir amaç taşısaydı oradaki polisi tükürüğüyle boğardı.

AKP’nin hegemonyasının kırılmasından bahsetmişken, bir süredir AKP ve Cemaat arasında sıkıntı yaşandığı konusunda duyumlar alıyorduk. 7 Şubat MİT krizi ve 17 Aralık ile ayyuka çıkan bu süreç nasıl başladı? Bu ortaklık niçin bozuldu?

AKP-Cemaat kavgasında 7 Şubat MİT krizinin de etkisi şüphesiz çok büyük. Çünkü Başbakan, doğrudan kendisinin hedef alındığının izlenimini getirdi. Ama ben en az onun kadar ekonomik bölüşümün, ihalelere ilişkin tartışmaların, Kürt sorunu ve Suriye’ye yönelik politikaların da bunda belirleyici ya da etkin olduğunu düşünüyorum.

Örneğin Cemaat Kürt sorununda AKP’nin açılımcı politikasından rahatsızdı. Belki Mavi Marmara olayındaki tutumu da aralarındaki husumeti derinleştiren etkenlerden biri olarak görebiliriz. Ancak şunu görmeliyiz ki, AKP dediğimiz yapı ne kadar Başbakan'a indirgenebilir; Cemaat dediğimiz yapı ne kadar Fethullah Gülen’e indirgenebilir? Bu tarz yapıları kişilere indirgeyemeyiz. Aksi takdirde Fettullah Gülen’in bu devasa ekonomiyi, bu gizli saklı işleri, yönetecek bir çapa sahip olduğunu kabul etmemiz anlamına gelir ki bu gerçekçi olmaz. Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden ABD’ye mülteci olarak sığınmaya kadar geçen süreç kolay kotarılabilecek bir süreç değil. Yine AKP dediğinizde uluslararası sermaye gözetildiğinde Başbakan gibi promptera bakmadan konuşamayan, spontan bir soru karşısında kontrolünü kaybeden, belki de dünyanın gidişatından bihaber kişiye indirgenemez.

Dolayısıyla bu kavgayı, bu hareketlerin ne olduğuna bakarak da incelememiz gerekir. Başbakan'ın, bu kavga ortaya çıkarken, Suriye’deki vekaletler savaşı başladığında ABD’nin rolünü de aşacak şekilde bir Neo-Osmanlıcılık’a meyletmiş olmasıdır belki de. Buna karşı ABD’den yana tavır alan bir Cemaat söz konusudur belki. Yani bunlara da bakmak gerekir diye düşünüyorum.

Dinlemeler, ses kayıtları, kasetler vs düşünüldüğünde önümüzdeki süreçte iktidar savaşına dair güç dengesi ne yönde değişir?

Ses kayıtlarının sanıldığı kadar etki etmeyeceği söylense de büyük etki yarattı. İktidarın, bu boyutta bir hırsızlık iddiası üzerinde çok fazla devam etmesi mümkün değil. Mekanik dayanışma bir yere kadar. “Kabe’nin örtüsü değiştirilecekmiş, yoksullara yardım yapılacakmış” gibi söylemlerle daha fazla devam edilemeyeceği aşikâr. Çünkü, bir kısım insanlar için daha inandırıcı hale geldi. Yoksa biz zaten bütün bunları biliyorduk. Bu ses kayıtları benim için yeni olan hiçbir şeyi ifade etmiyor. Ama tabi bu meseleler şimdi kendilerine yakın haber kaynaklarından da dillendirildiği için bazı muhafazakar kesimleri de etkiledi.

AKP’nin büyük tezi olan yani “ordu eksenli Kemalist bir iktidarın hüküm sürdüğü, kim gelirse gelsin gerçek iktidar Kemalist yapıdır” şeklinde cereyan eden tezler üzerinden AKP’nin ustalaşma sürecine paralel olarak iktidarı elde etme iddiasıyla hızlı bir kadrolaşmaya gidildi. Buna tabi ki AKP’yi destekleyen Cemaat de destek oldu. En nihayetinde AKP devletleştiğini sandı. Ama, liberal solun da destek verdiği bu büyük tez önce Ergenekon davalarıyla, şimdi de Cemaat'in ortaya koyduğu performans ile tamamen ortadan kalktı. Kayıtlar, aslında AKP’nin “hiçbir şey olduğunu” bizlere gösterdi. Halk adına bir müdahale gerçekleşmezse güç savaşı daha da şiddetlenecektir. Ya iktidar ya ölüm mantığını benimseyen Başbakan çok tehlikeli noktada duruyor. Bu yüzden AKP’nin önümüzdeki seçimlerde sıfırlanması gerekir.

AKP-Cemaat koalisyonu döneminde sizin de mağdur olduğunuz Erzincan Davası hakkında bize ne söylersiniz? Oldukça karmaşık ve gizli tanıklar söz konusu. Mit ile Cemaat'in karşı karşıya gelmesi şeklinde yorumlayanlar var. Bu davada Cemaat'in rolü neydi?

O davada Cemaat'in rolü birebir belirleyici, kurgulayıcı haldeydi. Bunu hayali olarak söylemiyoruz. Bir davada iddialardan birisi bir belgenin sahte olduğu üzerine kuruluysa, o sahte olduğu iddia edilen belgenin altındaki dört imzadan sadece birisi hakkında dava açılmış, diğer üçü tanık olarak bile dinlenmemişse orada başka bir şey vardır. Ya da bir bilgisayarda okunmuş bir haber, bir kişinin bilgisayarında fişleme olarak alınıp bunun üzerinden o kişi üçüncü ordudadır, dolayısıyla üçüncü ordu fişleme yapmıştır ve doğal olarak üçüncü ordunun kozmik odasına gireceğiz diye absürt bir şey varsa, orada soruşturma değil başka bir şey vardır. En önemlisi de bu soruşturmada, Cemaat adına hareket edenlerin bu süreçlerdeki rolü. Biz oradan teşhis ediyoruz. Hata ya da normal hukuki yanılgıyla açıklanamayacak düzeyde hak ihlalleri, mantıksızlıklar, hukuk sistemi içinde hiçbir engelle karşılaşılmaması ve Cemaat adına yazıp çizenler tarafından bunların sahiplenilmesi Cemaat'in burada net rolünün olduğunu hatta doğrudan doğruya kurgulayıcılarının Cemaat olduğunu gösterir. Aldığınız konum mantıkla, hukukla açıklanamıyorsa, orada sizin objektif olarak artık o statünün içinde olduğunuzu söylerim.

Ergenekon tahliyeleri hakkında ne söylersiniz? Bu tahliyeler, hükümetin Cemaat'e karşı bir hamlesi ve hükümet açısından yeni bir müttefik arayışı şeklinde değerlendirilebilir mi?

Belki de. Hükümet bir taşla birkaç kuş vurmaya çalışıyor. Ortaya dökülen üstü örtülemeyecek boyuttaki yolsuzluk iddialarını şu şekilde çürütmeye çalıştılar; “Bize Fettullah Gülen grubu adına yargıda kamuda yuvalanmış, paralel devlet, Haşhaşi dedikleri kişiler tuzak kurdular. Bu bir darbe girişimidir.” Bunları derken de baştan beri Ergenekon, Balyoz davalarında yargılanan sanıkların tezlerine sığındılar. Onların söylediğini söylemeye başladılar. İkinci olarak yeni oluşan dengelerde yanına müttefikler çekme zorunluluğu oldu. Nitekim bunun ipuçları görülmeye başlandı. Bunu çok tehlikeli buluyorum. Çünkü bu davalarda uydurma delillerle uzun süre içerde kalan bazı kişiler, AKP’nin rolünü ikincileştirerek hatta doğrudan doğruya AKP’nin yanında pozisyon almaya başladılar. Oysa AKP’nin pozisyonu en az Cemaatçilerin pozisyonu kadar sıkıntılıdır.

Belki de günahları daha fazladır. Onun için üçüncü bir hattı dillendirip o hat üzerinden yürümekte fayda var. Dediğim gibi bir diğer mesele müttefik arayışı. Başarılı olacaklarını sanmıyorum. Çünkü ihtimaldir ki bu yolsuzluk soruşturmalarında aynı Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi hukuksuzluklar da olmuş olabilir. Örneğin bu ses kayıtlarının servis edilmesi bile, orada ciddi bir hukuksuzluk olduğunun göstergesidir. “Kayıtları kim tuttu, dışarıya nasıl çıkarıldı, nasıl servis edildi?”gibi çok ciddi sorular var. Bunların cevapları diğer kurgu davalarının cevaplarını da barındırıyor. Bu olanlara ihtiyacımız yoktu bana göre çünkü hukuk sisteminin işlediği bir ülkede bu zenginleşmelerin hesabı zaten sorulmalıydı. Ya da hukuk sisteminde bu kadar oynanma olmasaydı, basın bu kadar baskı altında tutulmasaydı bunlar da olmayacaktı. Açıkça AKP-Cemaat hesaplaşması söz konusu. Geri dönüşü olacağına inanmıyorum sürecin. Başbakan'ı da artık siyasi zombi olarak görebiliriz.

Geçen günlerde içerisinde Kılıçdaroğlu’nun “Bunlar provokasyon yapacak, elimize gelen bilgiler var” şeklinde açıklamaları oldu. Bu bilgiler neler, kimler tarafından veriliyor? CHP, çıkacak başka kasetler hakkında bilgiye sahip mi?

Doğrusu süreci yakından izleyen ve Başbakan'ın hangi adımları atabileceğini kestiren herkesin öngörebileceği şeyler bunlar. Ama CHP doksan yıllık bir parti. Birçok yere geldiği gibi tabii CHP’ye da ihbarlar, yurttaşların bildikleri şeyler aktarılıyor olabilir. Bunun özel servis edildiği kanısında değilim. Ama provokasyonun olacağı şuradan belliydi; Burak Can Kahramanoğlu’nun öldürülmesindeki soru işaretlerinin henüz açığa çıkarılmamış olması, orada elektriklerin kesilmesi, sosyal medyadan örgütlenen Kasımpaşa 1453 isimli grubun yürüyüşe geçmiş olmasına rağmen süratle herhangi bir önlemin alınmamış olması ama en önemlisi olay olur olmaz İstanbul İl Başkanı'nın olayın detaylarına dair açıklamalar yapması ve her iki babanın büyük bir olgunlukla birbirlerine başsağlığı dilemesine rağmen Başbakan'ın hâlâ tahrikliklerde bulunuyor olması bahsettiğiniz şeyin açık ispatıdır. Bundan sonra bu tarz provokasyonlar da artacaktır. Gezi de de gördük, Başbakan kendisine yakın kitleyi sokağa çağırıyor.

30 Mart sonrası hükümetin Cemaat'e yönelik bir operasyonu olur mu? Yeni bir Ergenekon, Devrimci Karargâh gibi davalar açılır mı?

Doğrusu o yöntemin işlevsel olmaktan artık çıktığını düşünüyorum. Zaten Başbakan böyle düşünseydi bir gün beklemezdi. Çünkü Başbakan'ın MİT krizinde doğrudan kendilerine yönelik bir saldırı olduğunu öğrenip tepkisiz kalmasını düşünemeyiz. Karşı hamle geliştirilmeye çalışılıyor ama artık Devrimci Karargâh ve Ergenekon benzeri uydurma delillerle bu işin yürümeyeceği aşikâr. Şu an iktidara yüzde 70’le de gelseniz iktidar olamazsınız. Onun için Türkiye’nin AKP’den de Cemaat'ten de kurtulması gerekir. Bu yerel seçimler bu bakımdan önemlidir.