Birgün yazarı Fatih Yaşlı, CHP'nin tarihi Gelibolu Yarımadasındaki Kocadere kamp alanında düzenlenen Adalet Kurultayı'nda alkollü içki içtikleri belirlenen 3 kişi hakkında yaptığı "ihraç" açıklamasını değerlendirdi. "CHP yönetimi, içkinin Türkiye gericiliği açısından taşıdığı anlamı, hasımlarını paralize etmek için kullanılan bir silah, bir damga, bir yafta olduğunu bilemeyecek kadar apolitik midir?" diyen Yaşlı, sözlerinin devamında "İki sorunun da yanıtı elbette ki 'hayır'dır, mevzu ne parti disiplinidir, ne de CHP yönetiminin apolitikliği" ifadesini kullandı.
Fatih Yaşlı'nın "İçki politiktir: Adalet Kurultayı üzerine" başlığıyla yayımlanan (30 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Geniş çaplı, geniş katılımlı ve konaklamalı bir siyasi etkinlik düzenliyorsanız, disiplin ve güvenlik kaygılarıyla içki içmeyi yasaklayabilirsiniz, bu doğaldır; zaten birçok sol örgüt ve yapının konaklamalı etkinliklerinde de bu tür yasaklar olur, bunlara uymayanlar hakkında da gereken hukuk işletilir.
CHP’nin Adalet Kurultayı’nda içkinin yasak olması, örgüt disiplini, güvenlik kaygısı, kampın düzeninin sağlanması gibi nedenler söz konusu olduğunda gayet anlaşılabilir, bu yasağa uymayanların parti tüzüğünde, disiplin hükümlerinde ne yazıyorsa ona göre cezalandırılmaları da.
Ama buraya kadardır, çünkü bundan ötesi bambaşka bir şeye işaret eder. İçkinin politik olarak şeytanlaştırılmasına, içki içenlerin politik linçe maruz bırakılmalarına yol açacak şekilde yaftalanmalarına, içki içmenin kriminal bir vaka gibi sunulmasına ya da ahlaksızlıkla özdeşleştirilmesine doğrudan hizmet edecek bir tutumla ve İslamcılığın ağzıyla iş “şehitlere saygısızlık” noktasına gelmişse, sağcılığın o ikiyüzlü ve riyakâr ahlak anlayışı üzerinden yola çıkarak insanlara saldırılıyorsa ve buradan bir siyasi rant elde edilmek isteniyorsa, işte orada “bir dakika” demek gerekecektir.
Bakın bugün Türkiye’de içki asla tek başına içki değildir, rejimin “kurucu öteki” olarak gördüğü ne varsa hepsine dair bir semboldür: Cumhuriyet mi, “iki ayyaş”tır, Atatürk mü, “memleketi içki sofralarından yönetmiştir”, Cumhuriyet nesilleri mi, “Batı kültürüyle ve içkiyle zehirlenmişlerdir”, solcular mı, “memleketi rakı sofralarından kurtarmaktadırlar” vesaire. Cumhuriyet, modernleşme, laiklik… Hasım olarak görülen ne varsa, içki, tek başına hepsini temsil etmektedir siyasal İslam’ın terminolojisinde.
Pratiğe gelince, her ne kadar üzerinden kazanılan muazzam vergi, bir noktaya kadar dokunulmazlık getirse de, toplumsal yaşayışın dinselleştirilmesinin temel hedeflerinden biri kamusal alanı “içkiden arındırma”, “alkolsüzleştirme”dir. İçki satma ruhsatından saat kaça kadar satılabileceğine, içkili restoran ve meyhanelerin kentin belli sokaklarına toplanıp buraların marjinalize edilmesinden taşrada uygulanan fiili içki yasağına kadar uzanan genişlikteki tedbir ve yasaklar, dinci ütopyanın, ideal İslam toplumu hayalinin birer yansımasından, birer uzantısından başka bir şey değildir.
Güzel, demek ki her olgu ve hadisenin olduğu gibi içkinin de politik bir bağlamı vardır ve bu bağlamdan azade yapılacak her türlü değerlendirme apolitizmle maluldür. Nasıl ki “Anıtkabir’de dua”yı politik bağlamına, yani İslami bir rejim inşasına oturtmadığınızda ne olup bittiğini anlayamaz ya da bundan memnuniyet duyarsanız, içki meselesi de böyledir ve politik bağlamı da açıkça İslami rejim inşasıdır, fiili şeriat uygulamalarıdır.
Peki CHP yönetimi, kraldan çok kralcılık yaparak Adalet Kurultayı’nda içki içtiği tespit edilen partilileri partiden ihraç edeceğini söylerken (ki bu noktada “partinin hangi metninde içki içmenin ihraçla sonuçlanacağına dair bir hüküm vardır” sorusunu da sormadan geçmeyelim) bunu basitçe parti disiplini gereği mi yapmaktadır?
Peki CHP yönetimi, yukarıda anlattıklarımızı, içkinin Türkiye gericiliği açısından taşıdığı anlamı, hasımlarını paralize etmek için kullanılan bir silah, bir damga, bir yafta olduğunu bilemeyecek kadar apolitik midir?
İki sorunun da yanıtı elbette ki “hayır”dır, mevzu ne parti disiplinidir, ne de CHP yönetiminin apolitikliği. Bilakis ortada gayet politik, gayet akıldaki politik stratejiye uygun bir icraat vardır. Başka yazılarımda “sağcılaşarak büyüme” diye adlandırdığım bu strateji, sağın söylemleriyle, sağın iddialarıyla, sağın pratikleriyle iktidar olabileceğini zannetmekte, bunu da “milletin değerleriyle barışık olma” adlı bir garabetle sunmaya çalışmaktadır.
İşte Kurultay’ın ana mantığı bütünüyle bu strateji üzerine inşa edilmiş durumdadır. Davetliler, konular, temalar, bunların hepsi muhafazakâr, dindar kitlelere yönelik bir “açılım”ın politik-ideolojik altyapısını oluşturmak, dahası tabanı buna ikna etmek için kurgulanmış gibi görünmektedir ve içki mevzundaki tutum da doğrudan bununla ilgilidir. Yani mesele sadece dinci hegemonyaya teslim olmak değil, o hegemonyanın diliyle konuşarak iktidara gelinebileceğine duyulan inançtır.
Demek ki CHP yönetimi, 2019 seçimlerine gidilirken, iktidar partisiyle, MHP’yle ve adının Merkez Demokrat Parti olacağı söylenen Akşener’in partisiyle sağcılık yarıştıracaktır, öyle mi? Öyle görünmektedir ve üstelik çoktan kapatılmış olan o alanda başarı elde edebileceğine de inanmaktadır. Bunun böyle olmayacağına, örneğin en basitinden, özellikle kıyılarda “kerhen” CHP’ye oy veren kitleler sandıkta akın akın Akşener’e oy verdiklerinde hep beraber tanıklık edeceğiz ama o zaman elbette ki iş işten geçmiş olacak.
CHP yönetiminin “sağcılaşarak büyüme” stratejisi iflas etmeye mahkûm bir stratejidir, bunu hepimiz biliyoruz. Buraya bakarken asıl gözden kaçırmamamız gereken yer ise CHP tabanıdır, çünkü taban, sağcılığı ve dinciliği kusma, reddetme potansiyeline de, sol değerlerle ve sol siyasetle daha sıkı ilişkilenme potansiyeline de sahiptir. Siyasi müdahale, o potansiyeli açığa çıkarma işidir ve bizim işimizdir; araçları, yöntemleri, stratejisi üzerine kafa yormak ise öncelikli görevimizdir.