Faik Öztrak'ın açıklamasından satır başları şu şekilde:

"Korona salgınıyla mücadele hem dünyada hem Türkiye’de sürüyor. Virüsün Türkiye’de teşhisinden bu yana 34 gün geçti. Vaka sayısı en hızla artan ülkeler arasındayız. Yitirdiğimiz yurttaşlarımızın sayısı ise bin 198. Tüm kaybettiklerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır, hastalarımıza ise acil şifalar diliyoruz. Alınan önlemlere mutlaka uyalım. Bunun salgınla mücadeledeki önemine, bir kez daha milletimizin dikkatini çekiyoruz.

Daha önce görmediğimiz, bilmediğimiz bir virüsle karşı karşıyız.  Bir düşmanı yenmek için her şeyden önce onu tanımamız gerekiyor. Covid-19’la ilgili bazı hususlar var ki “bildiğimizi biliyoruz”. Bazı hususlar var ki “bilmediğimizi biliyoruz”. Bazı hususlar da var ki “bilmediğimizi bilmiyoruz”.  İşte en zoru da bu sonuncusu… Bilinmezin bu kadar çok olduğu bir salgınla mücadele ederken, iki stratejik silahı elden bırakamayız. “Kesintisiz ihtiyat” ve “zamanında önlem”.

"Süreçte yaşanacak bir anlık gevşeme, yapılan tüm fedakarlıkları silip atar"

Salgınla mücadele gayrı ciddiliği ve süfliliği kaldırmıyor. Süreçte yaşanacak bir anlık gevşeme veya kararlardaki gecikme, o ana kadar yapılan tüm fedakârlıkları bir anda silip atar. Binlerce insanımızı aramızdan koparıp alır. Evlat, anasından babasından, ana-baba, evladından, eş, sevdiğinden olur. Kendini milletine karşı sorumlu hisseden vatandaşlar da, iktidarlar da, bunun vicdani ve hatta hukuki yükünü taşıyamazlar. Bu nedenle ne yaptığını bilen iktidarlar krizlerde liyakatli, ehil kadrolarla çalışır. Krizle, tek bir kişinin aklıyla değil; ortak akılla mücadele ederler. Çünkü bilirler ki “akıl akıldan üstündür.”

"'Ekonomi zarar görebilir' tavsiyesi insan hayatının önüne geçti"

Parti olarak virüs Çin’de ortaya çıkıp dünya gündemine girdiğinden beri, Genel Başkanımızın direktifleriyle, Genel Merkezimiz, meclis grubumuz, belediyelerimiz ve teşkilatlarımızla birlikte durmaksızın çalışıyoruz. Salgınla mücadele sürecinde, bilimin ve aklın ışığında atılan her adımı destekledik, katkı verdik, veriyoruz. Gecikmelere dikkat çektik, yetersizliklere dikkat çektik, çekmeye de devam edeceğiz. Yeni tedbirler öneriyoruz, önermeye devam edeceğiz. Biz, ilk günden itibaren şu önemli gerçeğin altını çizip, duruyoruz: Mücadelede kesin, katı ve yaygın tedbirlere ihtiyaç var. Salgına kesin darbe vurmak için en kesin ve en katı yöntem, yurttaşlarımızın sokağa çıkışının bir süreliğine ertelenmesiydi. Bu sadece bizim değil, Bilim Kurulu üyelerinin de görüşüydü. Ancak salgınla mücadelede bu en etkili tedbir, bazı siyasi kaygılarla geciktirildi. Sarayın bazı eski danışmanlarının, “Ekonomi zarar görebilir, bu da yıpranmış iktidarı daha da yıpratır” tavsiyesi, insan hayatının önüne geçti.

"Üç yanlış maalesef bir doğruyu götürdü"

Nihayet bu hafta sonunda, 31 şehrimizde 48 saatliğine, genel bir sokağa çıkmama tedbiri uygulandı. Ancak doğru bir karar;  “yanlış biçimde”, “yanlış zamanda”, “yanlış bir iletişimle”  uygulanınca hayati bir yanlışa neden oldu. Üç yanlış maalesef bir doğruyu götürdü. Tüm sağlık çalışanlarımızın olağanüstü gayretleri, günlerdir evden çıkmayan yurttaşlarımızın olağanüstü fedakârlıkları, iş bilmez bir yönetim tarafından bir kalemde silindi. Bir Bilim Kurulu üyesinin sözleri çok önemli. Diyor ki, “Karı kürekle kaldırırken, üzerimize çığ düştü.” Evet kaş yapayım derken, göz çıkarıldı. Peki, bu hayati hatanın sahibi ve sorumlusu kim? Türkiye’de öyle bir kadro iş başındaki milletin hem sağlıyla oynuyorlar, hem de aklıyla alay ediyorlar.

"Bakan 'talimat aldım ve talimatın gereğini yapıyorum' diyor"

İçişleri Bakanı 19 Mart tarihinde yaptığı açıklamada, sokağa çıkma yasağı taleplerine “bunlar terör örgütünün işi” demişti. Üzerinden bir ay geçmeden sokağa çıkma yasağını ilan etti. Bu yasağı açıklarken de kelimesi kelimesine şunları söyledi: “Akşamüstü Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı çerçevesinde hafta sonu itibariyle 30 Büyükşehir ve Zonguldak’ta sokağa çıkma yasağı ilan edildi”. Cümle tevil kabul etmeyecek kadar açık. Bakan “talimat aldım ve talimatın gereğini yapıyorum” diyor. İşler sarpa sarınca da olan bitenden “şahsım” sorumludur dedi ve istifa etti.

"Tek adam parti devleti rejiminde başkada bir şey beklemek safdillik olurdu"

Şimdi dün akşam bu olayları yaşadık. Yine dün gece yarısı, “şahsım” sözcüğü artık alamet-i farikası olan Erdoğan tarafından istifası geri çevriliverdi. Tek taraflı bir irade beyanı olan istifanın artık anayasada yapılan bir düzenlemeyle “şahsın” kabulüne tabi olduğunu görüyoruz. Müellifi saray olan tam bir orta oyunu oynandı dün. Tüm bakanlar ucube rejimde istifa olmayacağını, azil olacağını bir kere daha görmüş oldular. Artık başta İçişleri Bakanı olmak üzere, bakanların tek adamın rızası olmadan istifa etme ehliyetleri dahi olmadığı açık seçik görüldü. Zaten tek adam parti devleti rejiminde başkada bir şey beklemek safdillik olurdu. Memur bakanlar “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda” demeden söze başlayamıyorlar. “Tensiplerine arz ettik” demeden de sözü bitiremiyorlar.

"Yetkili tek bir kişi ama her ne hikmetse onun da sorumluluğu yok"

Bu rejimde atama bakanların kendine ait bir fikri veya alacağı bir inisiyatif yoktur. Hepsi emir kuludur. Yetkili tek bir kişi vardır, ama her ne hikmetse onun da sorumluluğu yoktur. İlgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz. Etkililer yetkisiz, yetkililer etkisiz. Tek adam düzeni işte böyle bir düzen.

"Kriz yaşandığında rejimin başındaki kişi ortadan kayboluyor"

Ne zaman bir kriz yaşansa, rejimin başındaki kişi hemen ortadan yok oluveriyor. Bu krizde de kural değişmedi. Memlekette kargaşa çıktı, millet ekmek kuyruklarında kavgaya tutuştu, fabrikalar ne yapacaklarını şaşırdı, işçiler, şoförler ortada kaldı. İktidarın tek adamından ağzından bir tek laf çıkmadı. Yine o gece milleti sakinleştiren, rahatlatan, en sağduyulu mesaj Sayın Genel Başkanımızdan geldi. Saray ne yaptı? İki gün boyunca sustu. Sonra İçişleri Bakanı, Saray’ın kibirli adamının hatasını üstlenip istifa edermiş gibi yaptı. Bir orta oyunu sergilendi.

"Bu performansa yürek dayanmaz, saray nasıl dayansın"

Maşallah sarayın trolleri, medyası, programcıları, yorumcularının tekmili birden sanki hazır bekliyormuş… İstifayla birlikte yaman bir Soylu güzellemesinin düğmesine basıverdiler. Gözler süzüldü, gerdanlar kırıldı, televizyonlarda öyle bir onur istifası, öyle bir kahramanlık hikayeleri yazıldı ki, öyle bir meddahlık yapıldı ki yedi düvel parmak ısırdı. Bu performansa yürek dayanmaz, saray nasıl dayansın, “ben görevimi yapamadım” diyerek istifa eden Süleyman Soylu’nun yerine, yeniden Süleyman Soylu’yu getiriverdi. Dünyayı da kendine güldürdü. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği gece yaşanan sağlık skandalı, milletin aklıyla dalga geçen bir başka skandalla perçinlenmiş oldu.

"Allahtan korkmak, kuldan utanmak unutulmuş"

Bu arada, son dönemdeki istifalar silsilesinde tek istifası engellenen tek makamın İçişleri Bakanı olmadığını da biliyoruz. İktidarın bu öldürücü hatasından sonra, bazı Bilim Kurulu üyelerinin de istifa kararı aldığını, ancak rica minnet istifadan vazgeçirildiklerini basından öğrendik. Yine bu son iki günde gördük ki; Allahtan korkmak, kuldan utanmak unutulmuş. Millete tepeden bakan saray trollerinin, yanaşmalarının arsızlığı arşıâlâya ulaşmış. Bunlar aldıkları ihaleler, topladıkları parsalar zarar görmesin diye, iktidara kızan millete hakaret edecek kadar, kibir sarhoşu olmuşlar.

"O gazete ve yazarı hakkında ne yapılacak?"

Millet kuyruklarda ekmeğinin, suyunun derdine düşerken; bu kendini bilmezler, ne milletin cahilliğini bıraktılar, ne aç gözlülüğünü, ne zeka özürlülüğünü... Saray’ın reklamlarıyla beslediği bir gazetenin yazarının gözü, o gece sokağa çıkan vatandaşlarımıza, ben buradan söylemeye bu lafı utanıyorum ama “ayı” diyecek kadar dönmüştü. Ben şimdi merak ediyorum, bu gazete ve bu haddini bilmez kişi hakkında neler yapılacak… Bunlara göre milleti açlık değil, alışılmış tokluk öldürürmüş, iki günde kimse aç kalmazmış, açlıktan korkmak bize yakışmazmış, evlerde illaki buzluk, kiler dolu olurmuş.

"Milletin halini bilmiyorlar"

Çok güzel bir söz var “Tok açın halinden anlamaz”, “kişi herkesi kendi gibi bilirmiş.” Bunların bir eli yağda, bir eli balda... Bunlar milletin halini ne bilecekler. Atalarımız ne demiş, “ön teker nereye, arka tekerde oraya” demiş. Milletin ne yediğini ne içtiğini, halinin nice olduğunu saraydakiler bilmeyince, saray beslemelerinin cüreti de göklere çıkıyor. Atadıkları bürokratlar, “açım” diyen vatandaşa “geber” diyecek kadar izanlarını kaybetmiş durumdalar. Oysa bu memlekette; her üç çalışandan biri 2 bin 324 liralık asgari ücretle geçiniyor. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 345 lira, yoksulluk sınırı 7 bin 639 lira. 26 milyon yurttaşımız haftada üç gün sofrasına bir kap et, tavuk veya balık yemeği koyamıyor. Bu ülkede 8 milyon 564 bin yurttaşımız işsiz. Sosyetesiyle, beslemeleriyle, yanaşmalarıyla, saraylara, köşklere kapanıp, milletin gerçeklerinden izole olunca elbette bunları görmüyorlar, duymuyorlar. Çıktıkları kibir kulelerinden milletin halini görmeyince de, millete afra tafra yapmaya kalkıyorlar. Yakında açık söyleyeyim “salgına yakalanmak suretiyle iktidarımızı zayıf gösteriyorsunuz” diyerek, hastalığa yakalananlardan da bir özür beklerlerse, isterlerse, talep ederlerse hiç şaşırmayacağız.

"Kaosun nedeni tek adam parti devleti rejimidir"

Bu son skandalda ayrıca şunu da gördük; ortak akıl, tek akıldan üstündür. Ama iktidarın ortak akla gitme niyeti yoktur. Sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, belediye başkanlarına haber verilmedi, Bilim Kurulu üyelerine haber verilmedi, “ben yaptım, oldu” anlayışıyla süreç yönetildi, hâlbuki bu karar konuşularak, istişareyle alınmış olsaydı ne yurttaşlarımızın sağlığı tehlikeye atılırdı, ne de milyarlarca liralık zarara neden olunurdu. 48 saatlik sokağa çıkma yasağı, 48 saat önceden ilan edilir. İşçiye, işverene, esnafa, çiftçiye hazırlık yapması için süre tanınmış olurdu. Teşhis doğru konmadan tedavi olmuyor. Bu iktidar ülkemizi yönetemiyor. Tek adam rejimi ülkemizi oradan oraya savuruyor. Bugün yaşadığımız sorunların, kaos ve kargaşanın ve ülkenin oradan oraya savrulmasının sebebi tek adam parti devleti rejimidir. “Liyakatin yerine sadakat” diyerek ehliyetli kadroları tasfiye ettiler. Karar alma sürecini tek kişinin iki dudağı arasına bırakarak, bürokrasiyi felce uğrattılar. Ucube rejimin yetersizliği bu son krizle bir kere daha hem de çok net bir biçimde ortaya çıktı. Ama ne diyelim, “bir musibet bin nasihatten evladır” diyeceğiz. Dileriz ve isteriz ki bu krizde yapılan hataların bedeli çok ağır olmasın. Dileriz ve isteriz ki bundan sonra, işler “her şeyi ben yaparım, ben bilirim” anlayışıyla yürütülmesin. Ortak akla ve istişare mekanizmalarına başvurulsun. “Her şeyi şahsım yapar” kibrinden vazgeçilsin. Ama bu konuda çok da umutlu değiliz.

"Bu iflasın ilanıdır"

Salgın sadece sağlığımızı değil, ekonomimizi de tehdit ediyor. Türkiye iktidarın 2014’ten beri süren yanlış ekonomi yönetimi nedeniyle, korona krizine ters ayakta yakalandı. Kendi krizimizden çıkamamış, maliye ve para politikalarında manevra alanını tüketmiş, döviz rezervlerini eritmişken küresel bir krizle karşı karşıya kaldık. Aslında yapılacak tek bir mukayese bile durumun ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Bu yıl dışarıya ödeyeceğimiz dış borç 172 milyar dolar, 9 Nisan itibariyle Merkez Bankasının kasasındaki net rezervlerde 16 milyar dolar. İşte bu nedenle kasayı boşaltmış olan, dövizleri tüketmiş olan saray iktidarı, ABD Merkez Bankası başta olmak üzere, pek çok gelişmiş ülke Merkez Bankası’nın kapısını çalıp SWAP anlaşmaları yapmaya uğraşıyor. Aslında bu iflasın ilanıdır. Maalesef bir kere daha, “borç alan emir alacaktır.”

"Ekonomi yönetimi işi hafife alınıyor"

Olağanüstü zamanlar olağanüstü ve akıllı tasarlanmış tedbirler gerektirir. Korona salgını kuşkusuz öncelikle bir sağlık sorunudur. Bu nedenle sağlıkçılarımızı sahada hiçbir şekilde yalnız bırakmamalıyız. Her türlü ihtiyaçlarını karşılamalıyız. Diğer taraftan Bilim Kurulu’nun önerilerine de harfiyen uymalıyız. Bu sorunu en kısa zamanda atlatmak için el ele hep birlikte çaba göstermeliyiz. Ama şunu söyleyeyim,  bu sorunun ne kadar süreceğini şimdiden öngörmek hala daha çok zor. Gelişmiş ekonomiler, krizin üç ay, altı ay, bir yıl sürmesi durumlarına göre alternatif senaryolar hazırlıyorlar, buna göre de tedbir almaya uğraşıyorlar. Bizim ekonomi yönetimi ise bu işi hafife alıyor. Lafla, pansumanla, aspirinle bu iş geçiştirilir zannediyor. Oysa en iyimser tahminler dahi, zaten vahim olan işsizlik rakamlarına bu krizde en az bir 5,5 milyon kişi daha eklenebileceğini, işsizlik rakamlarının, işsiz sayılarının ikiye katlanabileceğini gösteriyor. Bu da resmi işsizlik rakamları. Gerçek işsiz sayısı bugün zaten resmi işsizlerin iki katı.

"Bütçe harcamalarının yönü vatandaşa dönmeli"

Bundan önce yaptıkları gibi; çalışanı, çalıştıranı, esnafı, çiftçiyi bankaların insafına terk ederek buradan çıkmak mümkün değildir. Saray bundan önce yaptığı gibi ihtiyaç sahiplerinin kredilerini yüksek faizle erteleyerek, tuzu kuru olan şirketlere kredi açarak, risklerini en azda tutmak isteyen, risk almak istemeyen bankalarla bu sorunu çözemez. Cirosu ve nakit akışı bozulmuş firmaları sadece kredilerle yüzdüremezsiniz. Kredi değil, sermaye vereceksiniz. Bahsettiğim tüm tedbirlerin finansmanını ekonominin dengelerini kalıcı bir biçimde tahrip etmeden bulacaksınız. Tüm dünyanın yaptığı gibi bütçe harcamalarının yönünü vatandaşınıza çevireceksiniz. Geçilmeyen yolun, tünelin, köprünün, uçulmayan havaalanının, kullanılmayan hasta yatağının garanti ödemesini erteleyin, vatandaşa gelir desteği verin. Bu yıl sadece köprü geçiş garantilerini öteleseniz, yaklaşık 8 milyon aileye biner TL destek verebilirsiniz. Aile Yardımları Sigortası’nı bir an önce Meclis’e getirin.

"Geçiş garantileri ödendi mi?"

Bu arada, geçtiğimiz hafta Saray’a bazı sorular yöneltmiştik: “Beş kuruş para vermeden” yapıldığını söylediğiniz Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprüleri için; 2019’a ait araç geçiş garantileri kapsamında, Nisan ayında 2 milyar 720 milyon TL ödenmesi gerekiyordu. Bir daha soruyorum: Bu ödeme yapıldı mı, yapılmadı mı? Bu soruya mutlaka cevap bekliyoruz.

"Türkiye’de inşaatlar durmuş, siz yurt dışında gökdelen dikeceksiniz"

Yapılması gerekenlere, alınması gereken önlemlere devam edelim: Bir müddet istihdam üzerinden yaptığınız vergi ve diğer kesintilerden vazgeçin. İşgücü maliyetini bu suretle aşağı çekin. Türken Vakfı başta olmak üzere, Kızılay üzerinden vergi ödemeden yurt dışına para gönderenleri bir karşınıza alın, o paraların yurda getirilmesini sağlayın. Türkiye’de inşaatlar durmuş, siz Türkiye’den giden paralarla yurt dışında gökdelen dikeceksiniz. Buna kimsenin hakkı yoktur. Bu konuyla ilgili bir araştırma önergesini de TBMM’ye en kısa sürede veriyoruz.

"Ciddi bir ekonomik programa ihtiyacımız var"

Türkiye’de ekonomi yönetiminde bir bütüncül teknik kapasitesi yüksek bir hazırlığı maalesef göremiyoruz. Ekonomide yeni bir hikaye yazmaya dönük bir çalışma ortada yok. Dünyanın yaptığı gibi senaryo çalışmaları hiç yok. Alternatif senaryolardan vazgeçtik, ekonomi bürokrasisinde bir kriz masasının bile özel sektörle, özel kesimle, sendikalarla, işveren örgütleriyle birlikte çalışacak bir kriz masasının bile kurulmadığını duyuyoruz. Oysa kurumlar arasında koordinasyonu sağlayan, tüm sosyal kesimlerle istişare ve diyalog mekanizmalarını işleten bir bürokratik alt yapıya çok acil ihtiyaç var. Kaybedilen her dakika; şirketlerin nakit akışının daha da bozulması, iflas riskinin artması, istihdamın hızla azalması ve milyonların işsiz kalarak mağdur olması anlamına geliyor. İşte bu nedenle ekonomiyi ve istihdamı koruyan, işletmeleri, işi ve geliri destekleyen, işçinin güvenliğini ve sağlığını muhafaza eden, sosyal diyaloğu ve dayanışmayı temel alan, ardında da güçlü bir finansman imkânı olan, uluslararası koordinasyonu ve gelişmeleri yakından takip eden, parasal ve mali sürdürülebilirliği garanti edecek çıkış stratejilerini de içeren, ciddi bir ekonomik programa ihtiyacımız var.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak salgınla mücadelede hep yapıcı olduk. Bundan sonra da olmaya devam edeceğiz. Halkımızın yanında olacağız. Halkımızın dertlerini paylaşmak, yükünü hafifletmek için daha çok çalışacağız. Çünkü biliyoruz çare ortak akılda ve güçlü demokraside.

"Ülkenin salgınla mücadele ettiği günlerde çıkarılması gerek yasa bu mudur?"

Son olarak, TBMM’de görüşülen ve artık bir affa dönüşen infaz düzenlemesiyle ilgili bazı değerlendirmelerde bulunacağım. Bu düzenleme, ne adaletle, ne hukukla, ne de vicdanla bağdaşıyor. Ülkemizin Korona salgınıyla mücadele ettiği, milletin canıyla uğraştığı bugünlerde, sokağa çıkma yasağının olduğu günde alelacele çıkarılması gereken yasa bu mudur? Nerede krizde dara düşen ihtiyaç sahiplerinin, işsizlerin imdadına yetişecek tedbirler? Nerede aile yardımları sigortası yasası?

"Adaletin, vicdanın esas alınmamasına karşıyız"

Buradan açıkça ifade ediyorum: "Kader mahkumlarının” salıverilmesine değil, bunun adaleti, aklı, mantığı, vicdanı esas almadan yapılmasına karşıyız. Ekonomik kriz nedeniyle zora düşen esnaf hapse atılırken, gaspçı, hırsız, dolandırıcı affedilemez. Şebeke suyuna bilerek zehir katan birisi affedilirken, gazeteci ve yazarların salıverilmemesi adaletsizliktir. Bir çocuğu fuhuş yapmaya teşvik edenler serbest bırakılırken, anneleri, çocuklarıyla cezaevinde unutursanız bu adaletli olmaz. Hasta ve yaşlıların yararlanamadığı, çocuk istismarcılarının yararlanacağı bir düzenleme milletimizin vicdanında kabul görmez. Eline silah almamış, şiddete bulaşmamış kişiler içeride tutulurken, eli kanlı, mafya ve çetelerin sokağa salınması akla mantığa sığmaz. İhaleye fesat karıştırana, hırsıza, rüşvetçiye “elini kolunu sallayarak dışarı çık” diyemezsiniz. CHP halk için hakkın ve adalet için hukukun yanındadır.

"Tedbirlere uymak önemli"

Sözlerimi bitirirken, hafta sonunda sokağa çıkma yasağına riayet eden ve hepimizin sağlığının korunmasına destek olan değerli vatandaşlarımıza buradan teşekkür ediyoruz. Ayrıca, herkes evdeyken dışarıda görev yapan tüm kamu görevlilerine, sağlıkçılarımıza, polislerimize, jandarmalarımıza, bekçilerimize, belediye zabıtalarımıza ve belediye çalışanlarımıza, fırıncı esnafına, basın mensuplarına… Bu süreçte emek veren herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Vatandaşlarımıza, bu salgınla mücadelede alınan tüm tedbirlere uymanın çok önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.   

Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi öncelikle burada bulunan gazeteci arkadaşlarımın önce, sonrada sorularını bize sosyal medya aracılığıyla ileten gazeteci arkadaşlarımızın sorularına cevap vereceğim.