Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı ve Akşam yazarı Etyen Mahçupyan, “AKP’nin başarısını isteyen veya ona destek verenlerin neredeyse hepsi, ‘dindarların yolsuzlukları gördüğünü, bundan memnun olmadığını, ama hükümeti düşürme tehdidinin devam etmesi nedeniyle hükümeti desteklediklerini’ söylüyor. Bu bakış laik kesimden gelebilecek siyasetin önünü açan cinsten” dedi.
Mahçupyan, “Yolsuzlukların görülmesi ve memnun olunmaması hükümeti eleştirmeyi mümkün kılarken, tehdit yüzünden verilen destek de, laik kesimden gelen partilerin eğer tehdide karşı çıkarlarsa destek alabileceğini söylüyor. Yani bir siyaset imkânının var olduğunu öne sürmüş oluyor. Ama söz konusu aydınların ve CHP’nin gözü orada değil… Belki de aslında siyaset yapmak, topluma ‘bulaşmak’ istemiyorlar. Belki de kendi depresyonlarıyla sandığımızdan çok daha barışıklar…” görüşünü dile getirdi.
Etyen Mahçupyan’ın Akşam gazetesinin bugünkü (30 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Laik siyasetçi depresyonu” başlıklı yazısı şöyle:
Laik siyasetçi depresyonu
Siyasetle ilgilenen herkes siyasetin konuları üzerinde etkili olmak ve bunu görmek ister. Çevrenizdeki insanların fikrini değiştirmekten ülkenin gidişatını etkilemeye uzanan bir yelpaze… Böyle bir kaygısı olan kişinin kendisini aktörleştirecek, anlamlı kılacak bir perspektif geliştirmesi doğaldır. Çünkü eğer etkili olmak istiyorsanız, oyunun ‘içinde’ olmanız gerekir. Diğer bir deyişle siyasetle uğraşanlar öyle analiz ve değerlendirmeler yaparlar ki, bizzat kendilerinin sunulan çerçeve içinde etkili olduklarını ya da olabileceklerini ima ederler. Aksi halde söz konusu analiz ve değerlendirmeler depresiftir. Düşünün, uğraşıp açıklama modelleri geliştiriyorsunuz ve bunların sonucunda sizin hiçbir şey yapamayacağınız, tamamen edilgen olduğunuz, yani siyasetin dışında kaldığınız sonucu çıkıyor…
Dolayısıyla hiçbir rasyonel siyasetçiden bu tür bir yaklaşım beklenemez. Ya da, eğer rasyonel tahliller gerçekten de sizin siyaseti etkileme şansınızın olmadığını söylüyorsa, o zaman beklenen şey bilinçli bir tavır olarak siyasetin dışında durmanızdır. Öyle ya, kimse sizden işe yaramayacak bir uğraş uğruna hayatınızı heba etmenizi bekleyemez… Ama Türkiye’de tam da bu türden bir durumla karşı karşıyayız. Laik kesimden gelen sol/liberal aydınların ve CHP sözcülerinin Türkiye ve AKP analizlerine baktığınızda, kendisini seyirci konumuna indirgemiş ve bunu garip bir biçimde içselleştirmiş bir grup görüyoruz. Üstelik bu söylemlerini ‘siyaset’ sanacak kadar da kendilerini motive etme enerjileri var. Ancak sonuçta elde sadece kendini tekrarlayan bir söylem kalıyor ve toplumun gidişatı üzerinde hiçbir etki yaratılamıyor. Söz konusu gruplar kendilerini giderek daralan cemaatler içinde kimlikleştirerek ayakta tutuyorlar. Kendilerini daha ‘etik’ ve ‘ilkesel’ kılarak koruyacaklarını sanıyorlar. Böylece siyaseti etkileyememenin karşılığı olarak kendilerinin ‘siyaset üstü’ olduklarına vehmediyorlar. Açıkçası yaşanan şey cemaatsal bir depresyon ve bugünlerde doğrudan kişilerin yüzüne yansıyor…
Oysa kendilerini hükümete yakın gören ya da AKP’li olmadığı halde hükümetin başarısını isteyen kişilerin analiz ve değerlendirmeleri tam aksi yönde imkâanlara işaret ediyor. Diğer bir deyişle bu yaklaşımların hepsinde öyle bir Türkiye ve özellikle dindar kesim tespiti yapılıyor ki, CHP’den ve genelde laik kesimden gelebilecek bir siyasetin başarı şansının yüksek olabileceğini çıkarsamak hiç zor değil.
Somuta indirgersek, laik cenahtan gelen sol/liberal aydınların ve CHP’nin İslami geniş taban için öne sürdükleri teşhislerden başlıcası “dindarların yolsuzluğun varlığına inanmadıkları ya da bunu destekledikleri” şeklindeydi. Sonraları bu görüşü revize ederek “dindarlar yolsuzlukları görüyor ama ‘adamlar çalışıyor’ diyerek hükümeti kolluyorlar” noktasına geldiler. Ne var ki saha çalışmaları bu sonucu ileri sürmeye müsait veriler içermiyordu. O zaman “dindarlar yolsuzlukları görseler de hükümete itiraz etmiyorlar, çünkü bu iktidar da dindar taban da dindar” demeye başladılar. Diğer bir deyişle klasik kimlikçi tanımlamaya dönmek zorunda kaldılar. Böylece kimlik siyaseti yapmamak gerektiğini savunan ve AKP’yi bununla suçlayanların bütün analizleri ötekinin kimliği üzerine oturtuldu.
İşin ilginci bu yaklaşımın sahipleri bizzat kendi tahlilleriyle her adımda kendilerini daha da depresyona soktular. İlk başta hiç olmazsa karşılarında bilinçli veya siyasi bir kitle algılıyorlar, yani mücadeleyi işlevsel kılıyorlardı. Sonrasında fırsatçı ve kaypak bir kitlenin varlığına inandılar ve son geldikleri noktada ise karşılarındaki geniş ve fazlasıyla heterojen kitlenin bir kimliğe hapsolduğunu varsaydılar. Eğer durum gerçekten de buysa, AKP dışında kimsenin İslami tabanı etkileyemeyeceği, dolayısıyla laik aydın ve siyasetçilere de siyaset imkânının olmadığı açık.
Buna karşılık AKP’nin başarısını isteyen veya ona destek verenlerin neredeyse hepsi, “dindarların yolsuzlukları gördüğünü, bundan memnun olmadığını, ama hükümeti düşürme tehdidinin devam etmesi nedeniyle hükümeti desteklediklerini” söylüyor. Bu bakış laik kesimden gelebilecek siyasetin önünü açan cinsten. Yolsuzlukların görülmesi ve memnun olunmaması hükümeti eleştirmeyi mümkün kılarken, tehdit yüzünden verilen destek de, laik kesimden gelen partilerin eğer tehdide karşı çıkarlarsa destek alabileceğini söylüyor. Yani bir siyaset imkânının var olduğunu öne sürmüş oluyor.
Ama söz konusu aydınların ve CHP’nin gözü orada değil… Belki de aslında siyaset yapmak, topluma ‘bulaşmak’ istemiyorlar. Belki de kendi depresyonlarıyla sandığımızdan çok daha barışıklar…