Ezgi Başaran
(Radikal, 23 Nisan 2012)
Prof. Vefa Tarhan, European Economic Association tarafından dünyanın en önemli 1000 ekonomisti arasında 107. sırada gösterilmiş bir bilim insanı. Northwestern ve Washington Üniversiteleri'nde yıllarca ders verdi, birkaç kez yılın en değerli profesörü seçildi. 2011’de Loyola Üniversitesi’nde yılın en başarılı araştırmacısı ödülünü almıştı. Geçen yıl mayıs ayında ABD’deki işlerini yavaşlattı, danışmanlık yaptığı şirketlerden müsaade istedi ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekonomi danışmanı oldu. Pek önemli görülen bu birliktelik Prof. Tarhan’ın geçen haftaki istifasıyla son buldu. Niye? Hem istifanın sebebini hem de Türkiye ekonomisini konuştuk.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekonomi danışmanıydınız ama geçen hafta istifa ettiniz, neden?
Ben Türkiye’nin ekonomi politikalarıyla ilgili çok çarpıcı analiz ve eleştirilerde bulunuyordum. Bunların zamanında kullanılması gerekiyordu ama kullanılmadı.
Nasıl kullanılması gerekiyordu?
Bir muhalefet aracı olarak. Üstelik sadece eleştiri değil, çözüm önerileri de sunuyordum fakat dikkate alınmadı. Ben bu iş için hiçbir ücret talep etmediğim gibi masraflarımı da kendim karşıladım. ABD’den Türkiye’ye 9 kez geldim, ABD’de yaptığım danışmanlık görevimi bırakmak zorunda kaldım. Yani ciddi bir maddi kaybım oldu. Faydam dokunabilseydi bunların elbette hiçbir önemi olmayacaktı. Ama önerilerimin dikkate alınmadığını gördüm. Mesela Sayın Kılıçdaroğlu nasıl çeşitli davalarla ya da uzun tutukluluk süreleriyle ilgili çıkıp anında açıklama yapıyor, benim ekonomi eleştirilerimi de böyle kullanabilirdi. Yapmadı. Ki ben ona kamuoyuna anlatabileceği alternatifler de sunuyordum. Yani sadece AK Parti politikasını eleştirmeyecek, aynı zamanda çözümü de anlatacaktı. Bunu da yapmadı.
Bu yüzden mi bıraktınız?
Benim için önemli olan sabah kalktığımda aynaya bakarken rahat olmak. Ben CHP’ye ekonomi danışmanı olduğumda ciddi bir beklenti olmuştu. İçimden düşündüm; birileri çıkıp diyebilir ki ‘Vefa Tarhan bu göreve geleli 10 ay oldu ama CHP hâlâ en zayıf olduğu konu olan ekonomide bir söz söyleyemedi. Vefa Tarhan hiçbir iş yapmıyor!’ İşte bu fikir beni çok üzdü ve bıraktım.
Peki neden sizin önerilerinizi kullanmadı CHP? Ekonomiye önem vermediği için mi, önerilerinizi beğenmediği için mi?
Keşke ikincisi olsaydı, beğenmeseydi ve böylece ekonomi üstüne yapıcı bir tartışma yapabilseydik… Hiç kimse bana bir karşı görüş sunmadı. Tam aksine Kemal Bey önerilerimi çok doğru bulduğunu söylüyordu. Ve okuyordu da raporlarımı. Çünkü örneğin bir konu üstünde konuşurken, bunu ikinci raporunuzda belirtmiştiniz derdi. Yani sebep görüş ayrılığı değildi. Öyleyse niçin böyle oldu? Şu anda da biraz duygusalım. O bakımdan bunun nedenini bilimsel manada tahlil edemiyorum.
Sizin sözlerinizden, CHP’nin ekonomiyle ilgili bir politika veya muhalefet üretmek gibi bir derdi olmadığı sonucunu çıkarabilir miyim?
Evet belki de sebep budur. Yahut da benim danışman olmamla parti dengeleri içinde problem olmuş olabilir. Sonuç olarak ben partiye bir bakıma helikopterle inmiştim ve bu benim sahamda çalışan bazı partilileri rahatsız etmiş olabilir. Gerçekten bilmiyorum.
Peki siz ekonomiye olan bu ilgisizliği sorgulamadınız mı?
Elbette sorguladım. Cevap olarak, “Zamanı geldiğinde sizin fikirleriniz kullanılacak” denildi. Bir başka cevap da şuydu: Türkiye’nin gündeminde şu anda daha önemli konular var. Benim bunu anlamama imkân yok çünkü halk nezdinde CHP’nin en zayıf noktasının ekonomi politikaları olduğunu CHP’nin kendisi bilmiyor olamaz. Ki anketlerde de çıkıyor; insanlar “CHP’nin ekonomi alanında ne yapacağını bilmiyoruz” diyorlar.
Siz hangi saikle CHP’ye danışman olmuştunuz 10 ay önce?
Öncelikle onlar beni bulmadı, ben onlara gittim. Ben Merzifonlu, babasını erken yaşta kaybetmiş bir insanım. Kazandığım burslar sayesinde çok iyi bir eğitim aldım, önemli bir ekonomist oldum, bu seviyeye geldim. Son 4-5 yıldır ülkeme bir katkı yapmanın fırsatını kolluyordum. Bir bakıma isterdim ki, doktor olayım yılın çeşitli aylarında gelip memleketin yoksul hastanelerinde hasta bakayım. Bir faydam olsun… Kendi sahamda da bunu ancak bir tür ekonomi danışmanlığı şeklinde yapabilirdim. O nedenle CHP’ye gittim. Ama maalesef ekonominin önemini onlara anlatamadım.
AK Parti’ye gitseydiniz, belki daha mı faydalı olurdu?
Ama benim politik felsefem sosyal demokrat felsefedir. Yani sırf iktidarın, gücün yanında olmak için felsefemi yok sayamazdım. Ben size ekonomik olarak sosyal demokratlık nasıl olur anlatayım: Pazar ekonomisi dünyanın en randımanlı ekonomisidir. Yani devletin ekonomiye karışmamasını isterim. Fakat sistemin mağdur ettiği insanlar için devletin bir emniyet bağı oluşturması gerektiğini de düşünürüm. Devlet ekonomiye müdahale etmeyecek ama mağdurlara destek olacak. Benim felsefem bu.
Siz CHP’ye hangi konularda önerilerde bulunmuştunuz da dikkate alınmadı?
Örneğin hükümetin açıkladığı teşvik paketi, cari açık yahut da ekonominin sağlıksız büyümesi... Gerçekten bu büyümeyle ilgili ciddi endişelerim var.
Ne gibi?
Örneğin bir şirketiniz var. Bu şirketin büyümesi için satışlarınızın artması lazım. Tabii bir de satışlarınızı destekleyecek bir envanter… Envanter dediğim, birtakım ticari alacaklarınızın, fabrikalarınızın vesaire olması gerekli. Eğer satışlarınız 100 iken 150’ye çıktıysa harika, değil mi? Ama bu durumda elinizdeki envanter 150’ye yetmeyecek. Sağlıksızlık burada başlar. Örneğin ABD’de internet balonu böyle patladı, o şirketlerin yüzde 98’i iflas etti. İlk başta birçok kişi çılgınlar gibi bu şirketlere yatırım yapmıştı fakat sonradan anlaşıldı ki ufukta kâr yok. O zaman musluğu kıstılar ve şirketler battı. Öbür taraftan Microsoft 1986’dan beri büyüyor ve her ay şirketin kasasına 2 milyar dolar kâr giriyor. Yani büyüyor ama kârla. Biz ise Türkiye olarak büyüyoruz ama cari açıkla, yani zararla.
Çözüm öneriniz nedir cari açıkla ilgili?
Kısa vadede büyüme ivmesini azaltmak. Biliyorsunuz Türkiye cari açıkta yüzde 10.3 oranla geçen sene dünya birincisi oldu. 2003 yılında 1 dolarlık ihracat için, 1.47 dolar ithalat yapmamız gerekmiş. 2011 rakamı 1.79 dolara gelmiş. Yani kabaca baktığınızda ihracat da ithalat da artıyor ama asıl vahim olan aradaki uçurumun da aynı hızla büyümesi. Geometrik olarak hem de… Herkes sanıyor ki, cari açık tek problem. Hayır değil. Bir cari açığın kendisi var, bir de bu açığı kapatmak için nereden para bulduğunuz konusu. Türkiye bu açığın yüzde 60’ını çok uzun bir süre sıcak parayla, yani bugün var ama yarın kaçabilecek yabancıların getirdiği parayla kapatmaya çalıştı. Geçen yıl borsa oynadığında yabancı yatırımın bir kısmı kaçtı. Sayın Babacan o günlerde giden yatırımcının çok küçük bir miktar olduğundan söz etmişti. Halbuki önemli olan bu adamların kaçması değil, -ki zaten şu andaki kaçmama sebebi kaçamıyor olmasıdır- gelecek sene yeni yatırım yapıp yapmayacağıdır.
Siz ABD’li yatırımcılarla bu konuyu konuşuyor musunuz, onlar nasıl bakıyor?
Washington’da bir konferansta bazı yatırımcılarla görüşmüştüm. Sıcak para getiren portfolyo yatırımları konusunda çekingendiler. Nitekim son sekiz ay içerisinde bu yatırımlar da yüzde 50’den, yüzde 17’ye düştü. Şimdi deniyor ki, biz en istikrarlı, en sağlıklı ekonomiyiz. Halbuki 2002-2010 arasında dünyada yapılan doğrudan yatırımın yüzde 1’i bile Türkiye’ye gelmemiş. Madem bu kadar sağlıklıyız, niye yabancı şirketler sana yatırım yapmıyor.
Yatırım yüzde 73 artmadı mı?
Bunun aldatıcı bir rakam olduğunu söyleyeyim. Tabii kulağa hoş geliyor yüzde 73. Halbuki 10 yıl önce de dünyadaki yatırımların Türkiye’ye gelen kısmı yüzde 1 değildi, yine yüzde 1 bile değil. Yani bize doğrudan yatırımdan para gelmiyor. Buna karşılık ne yapıyoruz? Cari açığımızı kapatmak için elimize güçlükle geçirdiğimiz dövizleri yiyoruz. Bu duruma düştük. Kimse bunun farkında değil.
Yeterince döviz rezervimiz var deniliyor?
Evet Merkez Bankası’nda 93 milyar dolar olduğu söyleniyor, halbuki o da gerçek bir rakam değil, yani o 93 milyarın içinde diğer bankaların Merkez Bankası’na yatırdıkları da var. Dolayısıyla 93 milyar net rakam değil çünkü o paranın tamamı Merkez Bankası’na ait değil. Net rakam, altın dahil, 36 milyardır. E bu rezerv daha ne kadar dayanır?
Ne kadar dayanır?
Böyle giderse, 1-2 sene içerisinde IMF’nin kapısındayız. Yani borç almak zorunda kalacağız. Bakın, başka yapısal sorunlarımız da var: Türkiye iç taleple yani tüketerek büyüyor. Çünkü tüketirken dünyanın vergisini ödüyoruz. Peki tüketim yavaşladığında ne olacak? Vergi tahsilatları azalacak, işsizlik artacak.
Hükümetin bunlara karşı emniyet subapları hazırlamadığını nereden biliyoruz?
Valla birisi bana göstersin o zaman, çünkü bakınca görünmüyor. Bugüne kadar en kolay yapısal reformlar bile yapılmadı. Gırtlağımıza kadar borç içindeyiz. şirketler, bireyler olarak… Yakında devlet de bu noktaya gelecek. Çünkü hükümetin adımları derinlikli ekonomik analizlere dayanmıyor. Bakın bu teşvik paketi de mali disiplini fena halde bozacak, göreceksiniz.
Tüm bunlar belirli bir maaşı olan biz sıradan vatandaşları nasıl etkiler?
Bir kere şirketler önümüzdeki 1 sene içinde çalışanların maaşına bugün yaptıkları kadar bile zam yapamayacak. Bu arada enflasyon artacak, herkesin yaşam standardı düşecek. Hele bir de borcu olanların durumunu düşünemiyorum. Şu anda bir bankadan kredi alayım da bir evim olsun diye içinden geçirenleri de bu vesileyle uyarmış olayım: Bu çılgınlık olur, kesinlikle yapmayın. Kredi kartı borçlarının da giderek ödenemez hale gelmesiyle, bankacılık sistemi de kötü etkilenecek. Maalesef durum bu ve ben ciddi biçimde endişeliyim.