Gündem

Çevik, Başbakan'a yakın bir firmada danışman mı?

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Org. Çevik Bir ile ilgili ilginç iddialar öne sürdü.

16 Ağustos 2010 03:00

T24 - Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener’in Necmettin Erbakan'la görüşmesinin ardından SP genel başkanlığına Şener mi gelecek sorularını akıllara getirmişti. Şener bu iddiaları gerçek olmadığını belirterek, "Numan Kurtulmuş'un ima yollu bile olsa adı geçmedi. Saadet Partisi ile ilgili de tek söz etmedik" dedi. Emekli Orgeneral Çevik Bir ile ilgili bir iddia ortaya atan Şener, Bir'in Başbakan'a yakın bir fimada danışmanlık yaptığını ileri sürdü.

Şener, Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı'nın sorularını şöyle yanıtladı:




- Erbakan’la görüşmenizden başlayalım mı konuşmaya?

Yok. Önce referandumdan başlayalım...

- O zaman doğrudan sorayım, oyunuz ne?

Biz parti olarak kamuoyuna “evet” eğiliminde olduğumuzu açıkladık. Ancak bunu bir kampanya konusu olarak görmüyoruz. Çünkü bazı siyasi partiler, bazı aydınlar, hatta geniş halk kitlelerinde bu referandumun hükümet ve iktidar için bir “evet” veya “hayır” anlamı taşıyacağı şeklinde bir algı var. Paketin içinde ne olduğu, ne olmadığı hiç önemli değil. Onların hiçbir değeri, hiçbir anlamı yok. Önemli bir kesim “Bu çıkan sonuç mevcut iktidara ‘evet’ ya da ‘hayır’ anlamına gelecek” diyor. Benim olaya böyle bakanlar açısından evet diyenlere de, hayır diyenlere de bir itirazım yok. Ama bizim bir siyasi parti olarak olayı böyle değerlendirmemizin doğru olmayacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla arkadaşlarla paketin içindekilere göre bir değerlendirme yaptık. Gördük ki, çok önemli bir anayasa değişikliği değil bu. Hatta 1982 Anayasası’nda yapılacak en önemli değişiklik de bu değil. 1990’lı yıllarda yapılan Anayasa değişiklikleri 12 Eylül Anayasası’nda daha köklü değişiklikler meydana getirmişti. O zaman daha ileri adımlar vardı. Bu Anayasa paketi o derece bile sayılamayacak bazı değişiklikleri içeriyor. Bununla birlikte küçük de olsa bunu bir adım olarak nitelendirdik. Ama bir kampanya konusu haline getirmenin de çok gerekli olduğunu düşünmedik ve “evet” dedik.

- Peki ya yargının bağımsızlığı konusu? Sizce bu değişiklikler gerçekten önemsiz değişiklikler mi?

Olaya şöyle bakalım, bu Anayasa iktidarın bir oyunudur... Üç yılı aşkın süredir iktidar, yapmış olduğu siyaset tarzıyla ülkeyi gerçek gündeminden koparıyor, uzaklaştırıyor ve insanları ayrıştırmaya çalışıyor. Bu ayrışma neticesinde de kendi siyasi tabanını pekiştirmeye ve genişletmeye çaba harcıyor.


Kulvar değişti!

- Referandumla ayrıştırmaya çalışılan ne o zaman?

İnsanlar “Evetçiler” ve “Hayırcılar” diye kamplaştılar bile... Paketin içinde ne olup olmadığı çok önemli değil. Karşılıklı ithamlar, hakaretler, aşağılamalar, sertleşmeler... Ülke açısından baktığımda, bu pakette ne iktidarın ne de muhalefetin bir iddiasının olduğunu düşünmüyorum. Ne diyor iktidar? “12 Eylül Anayasası’nı değiştiriyoruz” diyor. Hayır, 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmiyorlar. Bu değişiklikler yapılsa dahi, yani referandumdan “evet” çıksa dahi, Türkiye’de yürürlükte bulunan bu Anayasa, 12 Eylül Anayasası olmaya devam edecektir. Anayasa’nın 12 Eylül Anayasası olma niteliği değişmeyecektir. O halde neden Başbakan doğruyu söylemiyor? “12 Eylül Anayasası bitecek” diyor. Aslında 12 Eylül Anayasası devam edecek. Bu referandum, 12 Eylül Anayasası’nı sürdüren bir 12 Eylül referandumu niteliğindedir.

- Prof. Sami Selçuk da, “Hiç kimse kendini kandırmasın bu referandum 12 Eylül’ü silmiyor, tasfiye etmiyor” demişti...

Evet. Bence çok önemli bir değişiklik de getirmiyor.

- Ama onun yargının tarafsızlığı konusunda da endişeleri var. Bu yüzden de “Referanduma evet demem olanaksız” diyor...

Yargıya daha sonra geleceğim... Dolayısıyla tablo ortada. Bu anayasa paketinin referanduma gidiyor olması, bu paketin önemli olduğundan kaynaklanmıyor. Paket önemli olduğu için referanduma gitmiyor iktidar, halk da önemli olduğu için sandığa gitmeyecek. Ya niçin gidecek? Bu paket Meclis’te oylanırken yeterli oy alamadığı için, Anayasa gereği olarak zorunlu olarak referanduma gidecek. Bu taraftan olaya baktığımızda, paketin içinde 26 madde var. “İşte, hiç kimse itiraz etmiyor canım bu 26 maddenin 24’üne” diye takdim ediyor iktidar. İyi güzel de bu 24 maddenin çoğu zaten olsa da olur, olmasa da olur niteliğinde... Geçen akşam bir bakanı dinliyorum, sayıyor, kadınlara, engellilere, çocuklara varıncaya kadar, şu şu değişiklikler oluyor diye... Ne değişmiş? Yazdığınız şeyler Anayasa’ya girmese bu ülkede çocuk haklarıyla ilgili, engellilerle ilgili, kadın haklarıyla ilgili ne eksik olacak? Eksik olacak bir şey yok. Zaten uluslararası sözleşmelerle, Anayasa gücünde hukuki metinlerle ülkemizde yürürlükte olan, hukuk düzeninin bir parçası haline dönüşmüş olan konular tekrar muğlak, etkisiz bir şekilde Anayasa’ya yerleştirilmiştir ve maddelerin çoğu da geçiştirilmiştir.

Mesela, “Geçici 15. Madde yürürlükten kaldırılıyor. 1980 darbecileri yargılanacak” diyor Başbakan. Geçici 15. Madde yürürlükten kaldırıldığında 12 Eylül’deki müdahaleler, müdahaleciler yargılanabilecek mi? Hayır. Bu bir sembolik düzenleme. Bunun dışında somut bir şeyin ortaya çıkması söz konusu değil. Ben bu söylediklerimle iktidarın bu pakete verdiği önemin olmayışını anlatmaya çalışıyorum. Şimdi buna karşılık çok da garip şeyler var. 27 Nisan e-bildirisi var mesela. Bunun bir askeri müdahale anlamı taşıdığını hükümet kabul etmiştir. Karşı bir açıklama yapmıştır. Öyleyse 27 Nisan’la niye yüzleşmiyorsunuz? Üstelik “27 Nisan e-bildirisini ben yazdım” diyen Büyükanıt’a madalyalar takıyor, altına zırhlı araçlar veriyor Başbakan. İyi geçiniyor, işbirliği halinde. Askerlerle arasında problem var gibi görünse de... Veya yakın dönemde yapılan ve hukuki sonuçları da olabilecek 28 Şubat süreci... 28 Şubat’ın bir postmodern darbe olduğu konusunda genel bir mutabakat var. Niye 28 Şubat’la yüzleşmiyor bu hükümet? Çünkü hukuken sonuç alınabilecek bir süreç. Hatta başka bir şey söyleyeyim, Başbakan 28 Şubat’la ittifak, işbirliği halindedir.

- Nasıl?

Gelişmelere baktığınız zaman süreçler bunu doğruluyor. 28 Şubat’ın en fazla bilinen isimlerinden biri Çevik Bir Paşa şu anda nerede, ne iş yapıyor, hükümet ve Başbakan’la ilişkisi ne? Başbakan’a yakın bazı firmalarda danışmanlık yapıyor mu, yapmıyor mu? Veya 28 Şubat’ta Sincan’da tankları yürüten bir askerin şimdi çok hızlı bir şekilde terfi etmiş olmasını neye bağlıyorsunuz? Önce Birinci Ordu Komutanlığı’na, arkasından Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmıştır bu YAŞ sürecinde. Bu neyin nesi? Ve bazı çevreler ‘Evet, bu YAŞ kararlarına Başbakan damgasını vurdu’ diyor. Nasıl bir ilişkidir bu o zaman?

- Siz o bahsettiğiniz dönemde Erdoğan’la birlikte çalışıyordunuz... İşbirliği içinde derken o zamandan ipuçları var mıydı bunun?

O gün yaşanan süreçler, asker ve hükümet ilişkileri ben bıraktıktan sonra başka bir kulvara girdi. Bu kulvarda Türkiye demokratikleşiyor diyenler var. Ben de diyorum ki ne değişiyor? Bir kavga var, Türkiye savruluyor. Ben şunu kastediyorum, ikide bir askerin içinde olduğu garip operasyonlar oluyor. İşte Balyoz davası... YAŞ kararları öncesinde bir-iki subay hakkında tutuklama kararı verildi, arkasından hepsi kaldırıldı. Veya Ergenekon sürecinde yaşananlar... Daha sonra Iğsız Paşa’nın tam da terfisi öncesinde olanlar... Bütün bunlar asker-hükümet ilişkilerinde bir yerlere konuluyor. Ben de diyorum ki, hükümet 12 Eylül’ü yargılanamaz hale getiren geçici 15. Madde’yi değiştiriyorum derken kamuoyunu yanıltıyor. Sadece bu Anayasa paketiyle değil kamuoyunu yanıltması, aynı zamanda bu asker-hükümet ilişkilerinde Türkiye’nin demokratikleştiği gibi bir izlenim verilmeye çalışılıyor ama ben ortaya çıkan tabloya baktığımda başka bir şey görüyorum. 27 Nisan e-bildirgesini yayınlayanlarla bu yakın işbirliğiniz nereden geliyor? Bunca yaşanan sürece rağmen... Veya 28 Şubat sürecinin aktörleriyle ilişkiniz nedir? Bu yakınlık nereden geliyor? Yani “Biz geçici 15. Madde’yi kaldırıyoruz. 12 Eylül Anayasası’nı hazırlayan o dönemki darbecilerden hesap soracağız” deyip kamuoyunu yanıltmayın.

- Peki sizce askerle bu işbirliği Ergenekon sürecinde de bir işbirliğini içeriyor mudur? Ve bu işbirliği nasıl bir işbirliği? Bir de Erdoğan ile Büyükanıt’ın hâlâ muamma olan Dolmabahçe görüşmesi var...

Bu işbirliğinin ticari işbirliği olup olmadığı da başka bir şey, siyasi bir işbirliği olup olmadığı da... Ama bu konunun ayrıca bir yere konulması lazım.