Gündem

Çetin Doğan'dan Hilmi Özkök'e suçlama

"Balyoz" soruşturması kapsamında hakkında yakalama emri çıkartılan emekli Orgeneral Çetin Doğan, avukatları aracılığıyla yazılı açıklama yaptı.

06 Nisan 2010 03:00

T24 - "Balyoz" soruşturması kapsamında ikinci kez tutuklanmasına karar verildikten sonra hakkında yakalama emri çıkartılan eski 1. Ordu Komutanı Emekli Orgeneral Orgeneral Çetin Doğan, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile aralarında geçen "darbe" konuşmasını açıkladı. Doğan, Mayıs 2003'te Harp Akademileri Komutanlığı'ndaki özel bir odada kendisiyle konuşan Özkök'ün, "Birinci Ordu içinde, bazı emekli orgenerallerin ve bazı sivillerin de bulunduğu bir grup tarafından ihtilal hazırlıkları yapıldığı yolunda bilgiler geldiği ve bunun doğru olup olmadığını" sorduğunu söyledi. 1. Ordu'ya ait kozmik odadaki bazı belgelerin Özkök döneminde "emir-komuta zirciri içinde sızdırıldığını" ima eden Doğan, Balyoz savcılarının, iddiaları Taraf'taki yayından çok daha önce, 2006 yılında soruşturmaya başladıklarını savundu. Doğan, Balyoz iddialarına dayanak olan belgelerin "F Tipi Sahte Evrak Merkezi'nce değil, doğrudan savcılara iletilmiş olabileceğini" vurgulayarak Özkök dönemine  atıf yaptı.

Halen GATA'da tedavi gören emekli Orgeneral Çetin Doğan, avukatları aracılığıyla yazılı açıklama yaptı. Doğan, "Balyoz davasının ulaştığı boyutta hâlâ 'adalete saygı bahanesi'ne sığınarak susanlar, 'kasaptaki ete soğan doğramama' ilkesiyle susanlar susmaya devam ettikçe, iş başa düştü demektir. Umarım yaptığım açıklamalarda yanlışlık ve eksiklik bulanlar, hiç olmazsa bu konularda 'devlet adamı' olarak kendi doğrularını açıklarlar" diyerek, adını anmadığı ancak "Kasaptaki ete soğan doğramam sözlerine" gönderme yaptığı  dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü eleştirdi.


Doğan, açıklamasında "Sayın Bilal Bayraktar özel yetkilerle donatıldığı mevcut görevlendirmeden 2009 yılının adil tatilinin başladığı gün haberdar edildiğini ve tatile çıkamadığını ifade etmiştir. Bildiğim kadarıyla Sayın Bayraktar o günden bu güne kadar geçen sürede, sadece Balyoz ile hemhal olmaktadır. Anlaşılan önceki savcılar ellerindeki belgelerden bir şeyler üretmekte yetersiz kalmıştır" dedi.


'İğrenç bir tezgâh...'


"Balyoz Güvenlik Harekat Planı"nın "iğrenç bir tezgâh" olduğunu öne süren Doğan, söz konusu planın 2 Aralık 2002 tarihine taşınmasına rağmen, 2005-2007 döneminde yazılan yazılardan kopyalandığını ve aynı dönemde meydana gelen gelişmelerden ilham alınarak yazıldığını belirtti.

Doğan, savcılığın soruşturma dosyası üzerindeki kısıtlama kararının kalkmasından sonra ortada Balyoz'un hiçbir dayanağının kalmayacağını iddia etti.


'Rötuş yapıldı'


Doğan, söz konusu belgelerin üzerinde sonradan rötuş yapıldığını ileri sürdü, "Balyoz Güvenlik Harekat Planı"nın kesinlikle 1. Ordu'dan çıkmadığını da kaydetti.

Doğan, bazı medya organlarında yer alan haberlerde bavul dolusu kozmik belgelerin 2002-2003 döneminde 1. Ordu Karargahı'ndaki görev yapmış bir subayın çalıştığı dönemde kozmik bürodan çıkarıldığı iddialarını doğru olmadığını ve bunun akla ve mantığa aykırı olduğunu anlattı.

Doğan ayrıca "Balyoz Güvenlik Harekat Planı"na ilişkin belgelerin medya aracılığı ile değil daha önceden savcılara iletildiğini ifade etti.


DOĞAN'IN YAZILI AÇIKLAMASININ TAM METNİ ŞÖYLE:

Balyoz nasıl tezgâhlandı?

Balyoz Planı (!) konusunda iğrenç iddialar tefrika edilmeye başlandığı andan itibaren, ülkemizi karanlığa ve kargaşaya sürüklemek, “iktidarın bildiğini okurken” ortaya çıkan ve çıkacak engelleri yoketmek isteyenlerin, modern bilgisayar teknolojisinin imkanlarından yararlanarak “kopyalama ve yapıştırma” metodu ile bir plan üretmiş olduğunu ifade etmiştim.

Nitekim, iğrenç tezgâh Plan’ın 02 Aralık 2002 tarihini taşımasına rağmen, 2005-2007 döneminde yazılan yazılardan nasıl kopyalandığını ve aynı dönemde meydana gelen gelişmelerden nasıl ilham alınarak yazıldığına dair örnekleri, sayın avukatlarımın ve sevgili çocuklarımın katkıları ile ortaya koymaya çalıştık. Geçen zaman içinde yaptığımız yeni tespitlerle, örneklere ilaveler yapmanın şimdilik anlamı yok sanırım. Ancak şu hususu özellikle belirtmek isterim ki, savcılığın sözde bilirkişi raporu ile kitaplaştırılan çirkin iddialar üzerindeki “resmi kısıtlama kararı” kalktıktan sonra, ortada balyozun hiçbir dayanağı kalmayacak; bundan kuşku duyulmasın.

Bu yazıda ortaya koymak istediğim husus; Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bulunan “kozmik büroların” adeta yolgeçen hanına benzediğine ilişkin kamuoyunda oluşan yanlış kanaatin düzeltilmesi ve Balyoz imalatçılarına bu bürolardan bilgi, belge sızıntısının nasıl gerçekleştiğine ilişkin ipuçlarını sergilemektir. Anlatacaklarım Plan Semineri ses kayıtları ile üzerinde sonradan rötuşlar yapılmış belgeler içindir. Sonradan üretilmiş Balyoz darbe planı kesinlikle Birinci Ordu’dan çıkmamıştır.


'Kasaptaki ete soğan doğramam' diye susanlar...


Açıklayacağım konuları elbette benden daha iyi bilenler vardır. Türk Ulusu’nu, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni derinden sarsan, yaralayan Balyoz davasının ulaştığı boyutta hâlâ “adalete saygı bahanesine” sığınarak ya da “kasaptaki ete soğan doğramama” ilkesiyle susanlar, susmaya devam ettikçe, iş başa düştü demektir. Umarım yaptığım açıklamalarda, verdiğim bilgilerde yanlışlık ve eksiklik bulanlar, hiç olmazsa bu konularda “Devlet Adamı” olarak kendi doğrularını açıklarlar.


'Kozmik bürodan 1 bavul dolusu evrak çıkarmak olanaksız'


Öncelikle yandaş medyanın uydurduğu gibi, bavul dolusu kozmik belgelerin, 2002-2003 döneminde Birinci Ordu Karargahında görev yapmış vatansever (!) bir subayın, çalıştığı dönemde kozmik bürodan evrak aşırarak, bunları yedi yıl biryerlerde sakladıktan sonra, bir büyüğümüzün ifade ettiği gibi, “tarihin yazıldığı değil, tarihin yapıldığı” bir zamana denk düşürerek, yandaş medyaya sunmuş olmasının neden inandırıcı olmadığını birkaç cümle ile özetlemeye çalışalım:

Birinci Ordu Karargahı’nda Ordu’nun kozmik bürosundan çok güvenilir ve yetkili bir “köstebeğin” bir veya birkaç evrakı dışarıya çıkarabileceği varsayımı, akla ve mantığa uygun gelebilir. Ancak bir bavul dolusu evrak çıkarması olanaksızdır.

Kaldı ki, bu “bavulun” içerisinde Birinci Ordu Karargahı kozmik bürosunda bulunmayan, bulunmasına da olanak olmayan, (Ordu’nun kendi organik kuruluşunda olmayan) Deniz ve Hava Kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı unsurlarınca hazırlandığı ileri sürülen uydurma planlar da çıkmış durumda. Anlaşılan karacı subayımız (!) Birinci Ordu Karargâhı Kozmik Bürosundan çıktıktan sonra, Gölcük, Ankara, belki de Eskişehir’e kadar da uzanıvermiş ve kendisine kozmik bürolarda “özel ikramlarda” bulunulmuş!


'Evrak, F Tipi Sahtecilik Merkezi'nden değil, doğrudan gitmiş olabilir'


Savcılarımıza, evrakların “F Tipi Sahte Evrak ve Senaryo Üretim Merkezinden” yandaş medya aracılığı ile değil, çok daha önceden ve doğrudan iletildiğine ilişkin ciddi kuşkular da bulunmaktadır. Savcılarımızın bir kısım sanıklar icin hazırladığı ifade tutanaklarının altında görev yeri olarak halen bulundukları makamlar değil, 2006-2008 döneminde bulundukları makam ve yerlerin isimleri yazılmıştır.


'Soruşturma 2006'ya kadar uzanıyor'


Bundan doğal olarak çıkarılacak sonuç; ilgili ve yetkililerin inceleme ve soruşturmalarının 2006 tarihine kadar uzandığıdır. Bu, aynı zamanda, özel yetkili savcılarımızın önlerine konan belgelerin bir kopyasının istenen “zamanda” komuoyu yaratmak ve belirli kurumları etkilemek için yandaş medyaya sunulduğunu da göstermektedir. Beni sorgulayan Sayın Bilal Bayraktar, özel yetkilerle donatıldığı mevcut görevlendirmeden 2009 yılının adli tatilinin başladığı gün haberdar edildiğini ve tatile çıkamadığını ifade etmiştir. Bildiğim kadarı ile Sayın Bayraktar o günden bugüne kadar geçen sürede, sadece Balyoz ile hemhal olmaktadır. Anlaşılan, kendinden önceki savcılar ellerindeki belgelerden birşeyler üretmekte yetersiz kalmışlar.


'Bir dönemin rövanşnı alan ürkekler...'


Bu açıklamalardan sonra, Birinci Ordu Kozmik Bürosu’ndan evrakların ne zaman ve nasıl dışarıya çıktığını, kullanıldığını eldeki verilerin ışığında ortaya koymaya çalışalım.

Orgeneral rütbesinde iken Ankara’ya belirli makamlara ulaşan dedikodu ve iftira mektuplarının, bazı kimseler tarafından ciddiye alındığını, bazı çevrelerde de az biraz endişe yarattığını sonradan öğrendim. Bugün, savcıların ellerinde hiçbir kanıt olmamasına rağmen, benim ve diğerlerinin yargısız infaza maruz kalmasının nedenini sadece dedikodu ve imzasız ihbar mektularına dayandırmak elbette doğru olmayacaktır. Ancak bir dönemin rövanşını alma, dilediği yolda at koşturma sevdasında olanlar için bu mektuplara basiretten yoksun kişilerce yapılan işlemler, “ürkekler” için bulunmaz bir fırsat yaratmıştır.

Şimdi, 2002-2003 döneminde Ankara’da sirküle eden “mutasavver bir darbeye(!)” ilişkin dedikodu ve ihbar mektuplarına yapılan işlemlerin özet ve sonuçlarını açıklamaya çalışalım:

İhbar mektupları bir muhbir tarafından doğrudan ilgili makamlara gönderilebileceği gibi, bu amaçla Milli İstihbarat Teşkilatı ve kanalları da kullanılabilir. İhbar mektupları (imzasız olsa dahi) önemli görülüyorsa, üzerine konan özel bir şerh ile, birer sureti mutlaka Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanlığı’na gönderilir.


Hilmi Özkök özel odada sordu: İhtilal hazırlığı mı yapılıyor?


Mayıs 2003’ün son haftasında dönemin Genkur. Bşk. (Hilmi Özkök-T24), Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı ile birlikte Harp Akademilerinde oynanan bir harp oyununa iştirak etmişti. Tatbikat sonucunda bir konuşma yaptıktan sonra benimle yalnız konuşmak istediği nedeniyle, birlikte tahsis edilen özel bir odaya çekildik.

Bana sorduğu ilk soruyu çok iyi anımsıyorum. Sorusu, “Birinci Ordu içinde bazı emekli orgenerallerin ve bazı sivillerin de bulunduğu bir grup tarafından ihtilal hazırlıkları yapıldığı yolunda bilgiler geldiği, ve bunun doğru olup olmadığı” şeklindeydi.


'Özkök'e nezaket sınırlarını aşarak cevap verdim'


Sorusunun benim için çok aykırı olması nedeniyle, biraz nezaket sınırlarını da aşarak, kendisine çok net bir cevap verdim. Verdiğim cevabın sadece ilk cümlesini vermekle yetineceğim:

“Ben daima meşru sınırlar içerisinde bulundum ve bulunmaya da devam edeceğim.”

Bu sözlerin ardından kendisine bazı önerilerde bulundum. Söylediğim sözler, elbette bir devlet sırrı değil. Ancak, bu aşamada, bunların konumuzla bir ilgisi bulunmadığı için daha fazla detaya girmek istemiyorum.


'Ben ayrıldıktan sonra seminer belgelerinde darbe izi taraması yapılmış'


Anladığım kadarı ile benim Birinci Ordu Komutanlığı’ndan ayrılmamdan sonra, Karargâh içerisinde aşama aşama detaylı araştırmalar yapılarak, Kozmik Büro’ya ve Muhabere Bilgi Sistemler Başkanlığı’nın (MEBS) sistemlerine girilmiş, öncelikle 05-07 Mart tarihlerinde icra edilen Ordu Plan Semineri kayıtları ve dökümanları, plan seminerinde jenerik bir senaryoya göre irdelediğimiz Egemen Planı dışarıya çıkartılarak, bir darbe izi taraması yapılmıştır. Döneme ilişkin Kozmik büro giriş ve çıkışlarına ilişkin kayıtların her nasılsa zayi edilmiş olması nedeniyle, bunu gerçekleştiren ekibin başını tahmin etmekle beraber, henüz bu konuda kesin bir kanaat oluşturmak mümkün değil.


'Kozmik büroya emir-komuta zinciriyle girilmiş'


Bütün bunları yazış nedenim, kozmik büroya esas girişin emir-komuta zinciri içerisinde yapıldığının, dışarıya çıkartılan doküman ve ses kayıtlarında bir darbe izinin bulunmamasının ardından dokümanların tekrar kozmik büroya sokulmadığının, imha edildiçi söylelenen belgelerin muhtemelen “iyi niyetle yukarılara” taşındığı varsayımının gerçekçi bir yaklaşım olduğunun ortaya konması içindir.


'Balyoz sahteciliğinin saptanması için soruyorum...'



Balyoz Planları adı altında yapılan sahteciliğin kimler tarafıdan yapıldığının saptanması için ilgililerden aşağıdaki sorulara yanıt bekliyorum:

(1) Yukarıda belirttiğim gibi 2002-2003 döneminde Birinci Ordu’da bir darbe hazırlığı yapıldığına dair bir ihbar mektubu en üst makamlara gitti mi?

(2) Mayıs 2003’de Genel Kurmay Başkanı ile Birinci Ordu Komutanı arasında mutasavver bir darbeye (!) ilişkin bir konuşma geçti mi?

(3) Genel Kurmay Başkanlığı’nca Ağustos 2003’deki bir tarihten sonra Birinci Ordu’da ve diğer komutanlıklarda bu yönde idari bir tahkikat yapıldı mı? Bu amaçla kozmik odalara ve MEBS’e girildi mi?

(4) Eğer böyle bir tahkikat yapıldıysa;

(4a) Bu tahkikatın sonucu nedir?

(4b) Bu tahkikatı kim(ler) yürüttü?

(4c) Bu tahkikat sürecinde kozmik oda ve MEBS Başkanlığı’ndan Plan Seminerine ait belge ve ses kayıtları inceleme için çıkarıldı mı?

(4d) İncelenen ses kayıtları ve belgelerin akibeti ne oldu?

Sözüm ona imha edildiği kabul edilen belgelerin, “hayır ehillerinin” ellerinde Balyoz planına dönüşmesi çok kolay olmuşsa da, acemice yapılan işlemler, balyozun ergeç bu düzmeceyi kuranların ellerinde patlamasına neden olacaktır.


Avukatı: Ağrı giderilmezse ameliyat yapılacak
 

Adliye çıkışında bir açıklama yapan Avukat Celal Ülgen de, Doğan'ın sağlık durumuyla ilgili bilgi verdi.

Avukat Ülgen, Çetin Doğan ile ilgili doktorların yoğun bir çalışma sürdürdüklerini ve Doğan'ın rahatsızlığının devam ettiğini belirterek, "Sağ bacaktaki duyu kaybı, uyuşma ve acı devam ediyor. Doktorlar öncelikle bu ağrı ve acıyı giderip gideremeyecekleri konusunda çalışıyorlar. Gideremeyecekleri anlaşıldığı taktirde de zorunlu ameliyat gerçekleşecek" dedi.

Çetin Doğan'ın, durumunda bir iyileşme belirtisi olması durumunda kesinlikle hastanede kalmayacağını belirten Ülgen, Doğan'ın sağlık durumunun istismar eden kişileri izana davet ettiğini söyledi.


'Yeniden tutuklanmayı beklemiyordu'


Avukat Ülgen, "Çetin Doğan yeniden tutuklanmayı bekliyor muydu?" sorusuna ise "Hayır, asla. Bir defa yasal değil bu olay. Bir hukuk, ceza mahkemesinin tahliye kararına şimdiye kadar savcılar itiraz etti mi hiç? Bu da bir tahliye kararıdır. Bu olağan bir durum değil. Olağanüstü, olağandışı bir durum" şeklinde yanıt verdi.

Doğan'ın diğer avukatı İsmail Tepecik de Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde kalan Doğan'ı kontrol eden cezaevi doktorunun "cezaevinde kalmasının sağlığı açısından tehdit oluşturduğu" gerekçesiyle Doğan'ı hastaneye sevk etme isteğine müvekkilinin karşı çıktığını hatırlattı.

Avukat Tepecik, bunun üzerine hastane doktorunun, kendisiyle Doğan ve cezaevi idare görevlisinin imzasının bulunduğu bir tutanak tutturarak bu durumu tespit ettirdiğini kaydetti. Tepecik, "Bırakın GATA'ya gitmeyi, paşam cezaevindeyken resen sevk edilmeyi kabul etmedi. Devamında Silivri Devlet Hastanesi zaten Doğan'ın 3 ayrı hastanede tedavisinin yapılmasına karar verdi. Yani sayın Doğan'ın hastanede yatması gerektiği cezaevindeyken zaten sabitti" dedi.