Cengiz Aktar*
Perşembe günü Avrupa Komisyonu başkan yardımcısı Timmermans başkanlığındaki bir heyet Erdoğan’la bir buçuk saatlik bir görüşmeden sonra geçen haftalar içinde Suriye mülteci krizi çerçevesinde Brüksel’de Türkiye ile oluşturulan eylem planı üzerinde uzlaşıldığını açıkladı. Medya bir iki istisna dışında uzlaşıyı hep yaptığı gibi üzerinde tamamen mutabık kalınmış, imzalanmış, onaylanmış bir anlaşma olarak duyurdu. Neredeyse AB’ye girdik! Tabii ki işin aslı öyle değil. Yakından bakalım.
AB Suriyeli mülteci akınıyla afalladı, panikledi ve ne yapacağını bilemez oldu. Yaz rehavetinde yapılan toplantılarda Türkiye ile de konuşulması gerektiği kabul gördü. Ancak her zaman olduğu gibi AB imkânsızı hedefledi. Kabaca: “Erdoğan’a para verelim, mültecileri Türkiye’de zapt etsin, buraya gelenleri de geri alsın” Ankara bu teklife vize muafiyeti ve müzakerelerin canlandırılmasını ekledi ve Timmermans-Erdoğan görüşmesinde talep kabul gördü.
Ne var ki bu uzlaşı baştan aşağıya bir müsveddedir. Her kelimesinin AB üye ülkelerince onaylanması gerekir, zira iltica ve göç konuları Avrupa Komisyonu’nun uhdesinde olan federal bir politika değil, 28 başkentin kontrolünde olan bir hükümetlerarası bir politikadır. 3 milyar, müzakerelerin canlandırılması ve vize muafiyeti de öyle. Nitekim uzlaşı akabinde yayımlanan Konsey zirvesi sonuç bildirgesinde (EUCO 26/15) her maddenin üye ülkelerin onayına, Türkiye’nin uygulamalarına ve Türkiye’nin müzakere sistematiğiyle ilgili önceki Konsey kararlarına tabi olduğu açıkça belirtiliyor.
Gelelim ham hayallere. AB’nin mülteci zapt etme, geri kabul, Türkiye’yi “güvenli iltica ülkesi” listesine alma, para verme konularındaki ahlâksız tekliflerinin hiçbirinin oluru yoktur. Hep altını çizdiğim gibi gitmeyi kafasına koymuş bir insan bağlasanız durmaz! Kaldı ki giden çoğu iyi eğitimli Suriyeliler iltica politikası namevcut olan Türkiye’de hiçbir gelecek görmedikleri için Avrupa’ya gidiyor. Geri kabul kâğıt üzerinde var olan ama uygulaması imkânsız bir anlaşmadır. Dünyada uygulama oranı yüzde 5 altındadır. Türkiye’nin “güvenli iltica ülkesi” olabilmesi için ise Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ne koyduğu ve Suriyeliler dâhil güney ve doğudan iltica eden kimseye bu hakkı tanımayan çekincesini kaldırması şarttır. Para da ancak uzman BM kuruluşları ve uzman STK’lar üzerinden verilebilir, Türkiye bu formüle mülteciler gelmeye başladığından beri razı değil; zira bu şeffaflık, denetleme ve kontrol demek.
Bu saçma pazarlıkta Türkiye tarafı da taleplerde bulundu. Müzakere eden aday üye olmasına rağmen Sarkozi zamanından bu yana AB zirvelerine davet edilmiyor. Bu AB’nin ayıbı, lütuf değil. Vize muafiyeti konusu ise çok zora girmiş bulunuyor. Muafiyet artık iyice kötüleyen hak ve özgürlükleri hesaba katınca Türkiyelilerin büyük rakamlarda AB’ye iltica akını demek! Suriyeli mülteci engelleyeceğim derken Türkiyeli mülteciye kapı açma paradoksu… Son olarak 5 müzakere faslının açılması. Müzakerelerin seyri ve bekasını böyle bir konunun ek maddesi hâline getirmek zaten başlı başına bir basiretsizliktir. Açılması istenen fasıllar ise ayrı bir tezat. Yargı, Temel Haklar ile Adalet, Özgürlük, Güvenlik fasıllarının açılması Avrupa Komisyonu ve sivil toplum tarafından yıllardır talep ediliyor. Diğer AB ülkeleri Kıbrıs’ın vetosunu hiçbir zaman kaldırması için uğraşmaya yanaşmadılar. Oysa bu fasıllar müzakere edilebilseydi memlekette hukuk bu kadar ayaklar altına alınmayabilirdi. AB’li hükümetlerin umurunda bile olmadı. En ironik olan da Türkiye’nin “güvenli iltica ülkesi” olabilmesi için çekincesini kaldırması Adalet, Özgürlük Güvenlik faslının bir koşulu!
Verili koşullar ve yukarıda izah ettiklerim sonucu her iki tarafın da talep ve beklentilerinde avuçlarını yalayacaklarını ve bu komedinin sade AKP’ye yarayacağını bilmek gerekiyor.
Türkiye’nin yerlerde sürünen AB üyelik müzakerelerinin çetelesini tutan yıllık İlerleme Raporu 14 Ekim’de açıklanacaktı, devamlı erteleniyor. Rapor içinde bulunduğumuz vahim siyasî durumun ayrıntılarını tek tek sayacak. Bilinmeyen husus, on yıldır resmen müzakere etmesine rağmen müzakereye başlayabilmek için şart olan Kopenhag Siyasî Kriterinin artık yerine getirilmediği vurgusu. Mülteci korkusu ve Erdoğan’dan umduğu medet AB’ye bunu söyletmez. Ama bütün bu sahtekârlıklar şunu söyletir: AB Türkiye’ye stratejik bir ortak muamelesi yapmıyor. Mısır ne kadar Batı’nın ortağıysa Türkiye’de o kadar ortağı. İşlevsel ve taktik!
Bu toprakta vicdan, demokrasi, hukuk, özgürlük mücadelesi verenlerin hiç olmadığı kadar yalnız olduğunu not edelim.
* Bu yazı Taraf gazetesinde yayımlanmıştır.