Gündem

Gülen cemaati merak edilen soruları yanıtlıyor

Gülen Cemaati, www.hizmetesorulanlar.org adresinde hakkında merak edilen bazı sorulara yanıt veriyor

04 Ocak 2013 00:50

 

Fethullah Gülen cemaati "şeffaf olmak" adına www.hizmetesorulanlar.org adresli bir web sitesi kurup gelen sorulara yanıt vermeye başladı. Sitenin kuruluş amaçları arasında cemaate ön yargıyla bakılması ve cemaate üye olanların "beyinleri yıkanmış kült mensupları" olarak tarif edilmesi yer alıyor. 

gazetevatan.com'da yer alan haberde, sitede cemaatin kadınlara bakış açısından ışık evlerine, AKP iktidarının desteklenip desteklenmediğine, Gülen'in TSK'ya dair düşüncelerine ve cemaatin medyadaki konumuna kadar pek çok soruya cevap verdiği belirtiliyor.

İşte o soru ve yanıtlardan bazıları:

Cemaat bir kült müdür?

Kült tabiri, yeni ve farklı birtakım inançlar çerçevesinde organize olan az sayıdaki insanın halkın çoğunluğu tarafından “tuhaf” bulunan ritüel ve uygulamaları anlamında kullanılıyor. Bazı yazılarda Harekete gönül veren insanlar, “beyinleri yıkanmış kült mensupları” olarak tarif ediliyor. Ne var ki bu insanların nasıl olup her biri farklı kültürel toplumsal ve siyasal özelliklere sahip 140 ülkede birçok okul ve sivil toplum kuruluşunu hiçbir kovuşturmaya uğramadan ve bilakis halkın ve yöneticilerin takdir ve teşviki ile yürüttüklerine değinilmiyor. Farklılıklara saygı ve birlikte yaşama kültürüne çok merkezi bir yer veren ve oldukça yüksek sayıda bir katılımcı ve sempatizanı olan Hizmet Hareketi söylem ve icraatlarının çok uzağında -hayali bir zeminde- değerlendiriliyor ve gizli-marjinal değerleri savunan tuhaf bir hareketmiş gibi gösteriliyor. Oysaki Hizmet Hareketi ülkemizin tarihi-sosyal şartlarında ve yerli dinamikler etrafında ortaya çıkmıştır, tamamen yerli bir harekettir.

Hizmet hareketi bir güvenlik sorunu oluşturur mu?

Hizmet Hareketi, gerek ortaya çıkıp geliştiği Türkiye’de gerekse faaliyetlerini icra ettiği 140’dan fazla ülkede herhangi bir güvenlik açığı oluşturmamış, aksine sosyal çatışmaların ortaya çıkmasını önleyici bir rol oynamıştır. Herkes kendi konumunda ve kendi tarif ettiği şekilde kabul etme prensibini merkezi ilke olarak kabul eden Hareket, karşılıklı saygı ve birlikte yaşama kültürüne yönelik dinamikleri destekleyerek toplumsal çatışmaların önüne geçen önemli bir aktör olmuştur.

Dolayısıyla Hareketin toplumsal sorun ya da çatışmalara neden olduğunu iddia edenlerin bunu destekleyen herhangi bir somut örnek ortaya koyamamaları da iddiaların hayali bir zeminde üretildiğinin bir göstergesi olsa gerek…

Işık evleri nedir?

Harekete sempati duyan öğrencilerin bir araya gelip tuttukları evlerde, sakinlerinin üzerinde mutabık oldukları bir günlük program söz konusudur. Gülen’in fikirlerine saygı duyan, onun ortaya koyduğu prensipler çerçevesinde akademik başarı ve ruhi gelişimi elde etmeye çalışan gençlerin kaldığı bir evde içinde yemek, ibadet, uyku ve ders çalışma saatlerinin olduğu bir programın gönüllü olarak takip edilmesinden daha doğal ne olabilir?

Bu evlerde uygulanan düzen uygulanması zor, militarist bir düzen değildir. Böyle olsaydı bu evlerde yetişen insanlar sayıca az, düşünce itibariyle de sert ve baskıcı insanlar olurlardı ki, Hareketin katılımcı portföyü bunu reddeden en somut bir şey olarak ortadadır.

Bu evlerde radyo, televizyon ve bilgisayar gibi iletişim araçlarının yasak olduğu ise asılsız bir iddiadan ibarettir.

Fethullah Gülen hareketi; "ABD'nin TSK'yı etkisizleştirme operasyonunun bir parçasıdır" tezi dogru mudur?

Bu argümanın fikri seyri Gülen'in TSK içine sızma iddiası ile Hareket'in Büyük Ortadoğu Projesi'nin uygulanmasında rolü olduğu iddiası ile paralellik göstermektedir ve verilecek cevaplar da bahsi geçen soruların cevapları ile kesişen noktaları vardır.

Bu senaryonun da fikir mimarının hal-i hazırda Ergenekon davasından yargılanan Doğu Perinçek ve arkadaşları olması son derece manidardır. Çünkü Perinçek, hayatı boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmak suçlamasıyla yargılanmış bir kişidir. Örneğin Perinçek; daha 1970’li yıllarda "Kara Kuvvetleri Devrimci Subaylar Örgütü" davasının sanıklarındandır. Perinçek ve onun gibi devrimcilerin kanca attığı yüzlerce subay TSK’dan ihraç edildiklerinden hayatları karardı. Can çıkar huy çıkmaz misali Perinçek bugün Ergenekon davasında da aynı suçlama ile karşı karşıyadır. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ortaya çıkardığı Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki "Karargâh Evleri" örgütlenmesinin mimarı Perinçek’in başında olduğu İşçi Partisi’dir. Nitekim bu soruşturma çerçevesinde aralarında kurmay albayların da bulunduğu birçok subay tutuklanmıştır. Karargâh Evleri Projesinin amacı, tıpkı 27 Mayıs 1960’ta olduğu gibi TSK içinde emir komuta zinciri dışında alttan bir darbe ile ülke yönetimini ele geçirmekti.

Perinçek ve arkadaşları bir taşla iki kuş vurmak emelindedirler. Birincisi; Fethullah Gülen hareketini Türk insanının nezdinde ABD ile işbirliği yapan bir beşinci kol faaliyeti gibi göstermek. İkincisi; Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Fethullah Gülen’e karşı kışkırtmak suretiyle 28 Şubat 1997’den beri sürmekte olan gergin ortamın devamını sağlamak.

BOP’a taraf olma veya ABD’nin TSK’yi güçsüzleştirme planının bir parçası olmakla itham edilen Gülen milliyetçilikle suçlanacak kadar devletine bağlı olduğunu göstermiş bir insandır. Aynı zamanda Güneydoğu’da harekata katılırken eline kına yakan ve şehit olan üsteğmenin haberini veren Vatan Gazetesi’nin manşetini incelerken tansiyonu fırlayacak kadar Türk Ordusu’nun her mensubuna yüreğinde yer açmış biri.. BOP vesilesiyle söylediği şu ifade aslında ülkemiz ve O’nun şerefli ordusu için planlanan şeyler için Gülen’in düşüncelerini özetler niteliktedir: "Türk milleti şerefli bir millettir. Ben hiçbir zaman, benim için bir kısım hayırlar vaat etse bile, o bölgede başkalarının emellerine hizmet etme istikametinde figüre edilme aşağılığına rıza gösteremem. Benim şanlı bir geçmişim var. Necip bir soyum, sağlam bir köküm var. Bu gün fakir isem de, Allahın izniyle genç nesillerle, aktif dimağlarla, bir kere düşmekle on türlü kalkmasını öğrenmiş, alternatif doğrulma ve kalkma yolları geliştirmiş bir millet olarak, er-geç devletler muvazenesinde yerimizi alacağımıza inancım tamdır. Dolayısıyla figüre edilmek onuruma dokunur benim. Alet olamayız, olmamalıyız biz. Hatta çok isabetli ve bize hazineler getirecek bile olsa, şu bozuk ekonomimizi çok iyi bir duruma getirecek bile olsa, bence ulu-orta bir oyunun içine işin yarısından ve figüre edilebilecek bir şekilde girmek doğru değildir. Bazıları, bizim başka devletlerle stratejik ortaklığımız olduğunu ve bu projenin de ortaklık gereği desteklenmesinin lazım geldiğini söyleyebilir. Oysa stratejik ortaklık birileri tarafından planlanan bir şeyi uygulamada onlara iştirak etme demek değildir ki! O projenin hazırlanmasında bizim fikirlerimize neden müracaat edilmedi?"

Türkiye bir normalleşme sürecinden geçmektedir. Şu anki durumun izdüşümü olarak demokratik batı ülkelerine baktığımız zaman son durak ordunun siyasete müdahale etmemesi ve kendisini savunma işlerine vermesidir. Lakin, ordumuzun statusu maalesef demokratik kriterler baglaminda arzu edilen yerde degildir. NATO içinde darbe yapan yegâne orduya sahip olduğumuz gerçeği de ayrica üstünde durulması gereken bir gerçektir. Ve ordunun siyasete müdahalesidir ki bizzat bu müdahaleleri yapan emekli subayların itiraflarında orduyu güçsüzleştiren veya meşruiyetine zarar veren en birinci etken olarak gösterilmiştir.

Gülen’in bu normalleşme sürecinde fikriyatı ise tabii ki ülkemizin ve milletimizin hakettiği demokratik ve mureffeh seviyeyi yakalamasıdır ama bunu yaparken de asla ama asla ordumuzun üstüne toz kondurulmasını hazmedemez. Gülen’in hayalindeki ordu, birlik ve bütünlüğünü muhafaza etmiş, cuntalardan arınmış ve vatan sevgisini en üst değer olarak kabul eden insanlardan oluşmuş güçlü bir Ordu’dur ve bu orduyu ülkenin ve milletinin bekasının yegane koruyucusu görmektir. O’nun düşüncesinde TSK ele geçirilmesi gereken bir yer değil, tam tersine en çok korunması ve siyasi fraksiyonlardan uzak tutulması gereken bir kurumdur. Nitekim "TSK’ya sızma düşünceniz var mı sorusuna?" şu cevabı vermiştir: "Hayatimda hicbir zaman orduya ters, ordu aleyhinde ve ordunun kabullerine aykiri bir faaliyetim olmamış ki, orduyu faaliyetlerime engel görerek ona sızmaya çalışayım... Çünkü sızma, düşmana karşı yapılır34... Bırakın orduyu ele geçirme planlarımın olmasını, ordu içinde Balkan Savaşı yıllarındaki gibi herhangi bir ikilik, anlaşmazlık olabilir endişesini benim kadar içinde bir azap, bir ıstırap olarak duyan olmamıştır... Ordumuzu bu milletin varlik ve bekasının her zaman en birinci şartı saymış benim gibi bir insan için bu tür müessif hadiselerden daha kahredici bir şey olamaz."35
olarak denilebilir ki, ABD’nin TSK’yi etkisizleştirme gibi bir planı olabilir ve olması da kendi stratejik planları için gayet arzu edilen bir şey olabilir ama Gülen milliyetçilikle suçlanacak kadar devletine bağlı olduğunu göstermiş bir insandır. Olsa olsa Gülen, ordunun demokratik bir ülkedeki statüde olmasını ister ki bunu da her Türk vatandaşı istemektedir.

Harekete nasıl girilir?

"Kim bu hareketin katılımcısıdır, kim değildir, bunu kesin bir dille ifade etmek de zorlaşıyor. Çünkü mesela, kendilerini insanlık hizmetine adayanların önayak olduğu Kimse Yok mu Dayanışma Derneği’nin, Somali’de açlık çeken insanlar için yapmış olduğu yardım kampanyasına 5 TL’lik bağışyapan herhangi bir kimsenin yaptı-ığı bu cömertlik de bir insanlık hizmetidir, çok daha fazla fedakarlıklara katlanarak, gelişmemiş ülkelerden herhangi birinde açılan bir okulda, yine çok zor şartlar altında eğitim hizmeti vermek de bir insanlık hizmetidir... Ama bu dairenin kapısının eşiğinde yer almak ile merkezinde yer almak arasındaki fark, yapılan fedakarlıkla doğru orantılı olması da tabiidir."

Cemaatin medyadaki ilişkileri nedir?

 

'Gülen'e sempati duyan' patronların yeni medya düzeni

 

Türkiye'de iktidarların değişmesi veya siyasi konjonktürün değişmesine paralel olarak, yeni medya patronlarının ortaya çıktığı, kimisinin yıldızının parladığı, kimi medya kuruluşlarının da bu süreçlerde el değiştirdiği ya da silinip gittikleri görülmektedir.

Yeni medya patronlarından ikisi, Ahmet Çalık ve Akın İpek, Gülen’i tanımaları ve muhafazakâr hayat tarzları sebebiyle gündeme geldiler. Ama şu da bir gerçektir ki her iki işadamı da bu medya kuruluşlarını Gülen adına değil, kendi şirketleri adına satın almışlardır. Diğer bir ifadeyle Sabah’ın da Bugün’ün de sahipleri bellidir. Gülen’e sempati duyuyor olabilirler; ancak bu hiçbir zaman bu yayın organlarının Gülen medyası olarak nitelendirilmelerine haklılık kazandırmaz. İkisi de muhafazakâr olan Ahmet Çalık ve Akın İpek’in medya dünyasındaki yükselişleri, biraz da Türkiye’nin yüzde 80’ini oluşturan muhafazakâr kesimin ekonomik ve sosyal olarak yükselişinin bir yansımasıdır, diğer bir deyişle Türkiye’nin normalleşmesinin bir göstergesidir. Anormal olan; Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Mehmet Emin Karamehmet, Ferit Sahenk, Erol Aksoy gibi kişilerin medyadaki hâkimiyeti konusunda tek kelime etmeyen insanların şimdi muhafazakâr işadamlarının gazete veya TV sahibi olmasından gocunmalarıdır.. Sabah Gazetesi’nde Erdal Şafak veya Hıncal Uluç’un, ya da Kanal Turk Televizyonu’nda Reha Muhtar veya Rasim Ozan Kütahyalı’nın Gülen Hareketi ile ne alakası olabilir? Sorsanız önce kendileri buna karşı çıkar. Elbette ki diğer medya kuruluşlarında olduğu gibi buralarda da Gulen’in fikirlerine veya harekete sempati duyanlar olabilir. Hatta Çukurova, Doğuş, Fox veya Doğan Medya Gurubu’nda olduğu gibi eskiden hareket ile ilişkili yayın organlarında çalışanlar olabilir. Ama bu nasil ki Doğan Medya Gurubu’nu hareket yanlışı yapmıyorsa, bu medya kuruluşlarını da hareketin medyası yapmaz.

Fethullah Gülen hareketi açıkça AKP iktidarını destekliyor, neden?

Çok ilginçtir ki Fethullah Gülen'in bu dönem de AK Parti'yi desteklediği iddiasını dile getirenler geçmişte Turgut Özal ve Bülent Ecevit için de ayni iddialari one sürüyorlardı.
Anlaşılan o ki, bu iddia hükümette olanın bu göreve gelişini halkın tercihi olarak kabullenmektense Gülen’in desteği ile olmuş gibi göstererek hem hükümetin meşruiyetine karşı bir koz olmakta, hem de Gülen’in siyasetten uzak durma ilkesini ihlal ettiğini söyleyerek onu da yıpratmak için kullanılmaktaydı.
Gülen’in düşüncesinde oy, her insanın vicdani bir sorumluluğudur. Ve Gülen’in hayatı boyunca en tasvip etmediği olgulardan biri insanların vicdanlarına hükmedilmesine kalkışılmasıdır..

Siyasette Gülen’in safını belli ettiği ilk ve tek olay 12 Eylül 2010 Anayasa Referandum’unda olmuştur. Fakat takdir edilmelidir ki referandum bir parti ve oy siyaseti değil, bizzat halkımızın kendi anayasasındaki temel hak ve özgürlüklerin gelişmesi ve ülkenin yönetiminde daha çok söz sahibi olması için önemli bir adımdır ve Gülen de kararını demokratikleşme ve insan haklarından yana koymuştur.

Sonuç olarak denilebilir ki, Fethullah Gülen’in siyasete bakışı, siyasetçilere göre değişen bir tavır değildir. Milletin oylarına talip olan kişi kim olursa olsun, aslolan ortaya konulan projeler ve millete vaat edilen şeylerdir. Gülen’in bireysel tavrını belirleyen etken ise, siyasetçinin yürümekte olduğu yolun millet ve devlet yararına olup olmadığıdır. Gülen’e göre, bunun takdiri de Türk milletine aittir.

Fethullah Gülen'den sonra hareket ne olacak, yola nasıl devam edecek?

Bu soruya verilen cevapta hareketin yürüttüğü "hizmetlerin", "Türkiye’nin her ilinde ve dünyanın her ülkesinde birbirinden bağımsız, vakıf dernek ve şirketler üzerinden ayrı mütevelli ve yönetim kurulları tarafından yürütüldüğü" ifade edilirken, Gülen'den sonra da aynı yapının devam edeceği, tarikat yapılanmasında olduğu gibi ayrı bir halife tayini olmayacağı belirtiliyor

Cemaatin kadın bakışı nasıl?

Cemaatin kadına bakışı ise "Fethullah Gülen’in kadın-erkek meselesine yaklaşımı, rollerin farklılığı üzerine kurulmuştur" sözleriyle ifade edilirken "kadınlara fizyolojik kapasitelerini aşan erkek rollerinin yüklenmesi yasaklanmamakla birlikte tasvip de edilmemiştir" deniliyor. Ayrıca "Kadının kamusal alandaki aktifliğinde Gülen’in çizdiği dini çizgi, kadının dinini yaşayabilmesidir ve bu çizgi aşılmadığı sürece kadın her işi yapabilir" şeklinde kadın kimliğinin din çerçevesinde yorumlanması dikkat çekiyor.

Bu başlıkta Cemaatin "merkeziyetten yoksun özellikleri" olduğu belirtilse de diğer başlıklarda ifade edildiği üzere yapılan "fedekarlık" oranında Cemaatin merkezinde ya da eşiğinde olma gerçekliği bulunuyor.