Söyleşi

Cemaat, eleştirenlere acımasızca saldırıyor!

Söyleşi konuğumuz Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, İslamcı hareketler konusunda medyada kulak verilen ilk...

11 Ekim 2010 03:00

SELİN ONGUN 
[email protected] 


Söyleşi konuğumuz Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, İslamcı hareketler konusunda medyada kulak verilen ilk birkaç isimden biri. Gülen hareketi ve Milli Görüş geleneğini  “gazetecilik mensubiyeti” ile uzun yıllardır izleyen, halen siyaset danışmanlığını yaptığı NTV’de “Yazı İşleri” programını hazırlayıp sunan Çakır sözünü esirgemeden yanıtladı: 

AKP’liler için Hanefi Avcı operasyonuna yönelik homojen bir bakış mümkün mü? Avcı’nın tutuklanmasından sonra cemaate yakın AKP’liler ve mesafeli duranlar arasında nasıl bir zemin oluştu? Fethullah Gülen’in “Nazımızın geçtiği arkadaşlar ses tonlarını yükseltmeseler” sözlerine hangi mercekle bakılmalı? Çakır’a göre Gülen hareketi TSK’dan neyin kopyasını çekiyor, cemaat ne zamandır askerin yaptığını yapıyor? Hareketin bürokratik ömrünü “Hızlı yaşadığı için genç ölecek” diyerek tarif etmek gerçekçi mi? Gülen hareketi ne istiyor? Ruşen Çakır’a göre Hanefi Avcı’nın cemaate bakışındaki yanlışlar ne? Bütün bu gelişmelerin medyadaki karşılığı ne? Ruşen Çakır neden gazetecilik yapmasının engellendiğini söylüyor?

Vatan gazetesi yazarı ve NTV siyaset danışmanı Ruşen Çakır’ın www.t24.com.tr’ nin yönelttiği sorulara verdiği cevaplar şöyle:


‘AKP’nin Hanefi Avcı’yı KOM’un başına geçirmesi çok önemliydi’


-AKP’de Avcı operasyonuna yönelik homojen bir algı olduğunu söylemek gerçekçi bir tespit mi?

AK Parti’nin Avcı operasyonuna nasıl baktığına dair elimizde çok fazla açık veri yok. En son Sadullah Ergin NTV’ye çıktığında biraz sitem etti Hanefi Avcı’ya. Başbakan da daha önce, kitap çıktığında, kısaca bir şey söylemişti. Tutuklama sonrasında Bülent Arınç’ın kısa bir tepkisi var. Ama Akif Beki’nin Radikal’de yazdığı yazı başlı başına bir işarettir. Şunu biliyoruz; Hanefi Avcı AKP camiasında, özellikle AKP’yi AKP yapan kesimlerin, yıllardır tanıdığı ve büyük ölçüde güvendiği bir isim. Çünkü Avcı, Susurluk dönemi ve esas olarak 28 Şubat sürecinde çok önemli bir rol oynadı. Batı Çalışma Grubu’nu deşifre eden kişilerden biridir. Aynı zamanda milliyetçi muhafazakâr bir gelenekten geliyor. Bu insanların yabancı olmadığı bir kimliği var; yani bir “beyaz Türk” değil. Bu camia “beyaz Türk” olan kişilere karşı daha  mesafelidir. Hanefi Avcı onlar gibi birisi yani. Çoğu tanır, hatta kitapta görüyoruz; Başbakan’ın danışmanlarıyla görüştüğünü filan söylüyor. Bunun dışında AKP’lilerin çoğunun Avcı’yı bizzat tanıdığını biliyorum. En önemlisi şu; AKP iktidara geldikten bir süre sonra kızakta olan Hanefi Avcı’yı KOM’un (Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı) başına geçirdi. Sabri Uzun’u da istihbaratın başına geçirdi. İktidar en kritik yerlere bu isimleri koydu; bu çok önemli. 

-Bu geriye dönük okumanız eşliğinde Gülen hareketi içinden bazı isimlerin, kimliklerini açıklamadan söyledikleri şu açıklamayı nasıl değerlendirirsiniz; “Biz Başbakan’ın ya da İçişleri Bakanı’nın bilgisi olmadan böyle bir şeyin yapılabileceğini kabul etmiyoruz.”

Son yazımda, “Bir hata yapıldı ve bu hatayı yapanlar yüzleşip, faturayı ödemek zorundalar” dedim. Bu tip laflar da faturayı ödemeyi istememe yolunda çıkartılmış rivayetler. Zaten adıyla konuşmuyor insanlar. Ben Hanefi Avcı’nın kitabı yazmasında ya da sonradan başına gelenler konusunda hükümetin parmağı olduğunu sanmıyorum. Hükümetin büyük ölçüde bu olayı şaşkınlıkla izlediğini düşünüyorum.  


‘AKP içindeki Kürtlerin cemaatle sorunu olduğunu düşünmüyorum’


-Mesela şu izlenime hak verir misiniz; “AKP içindeki Kürtler, bu kitabın içeriği vesilesiyle Hanefi Avcı operasyonundan son derece rahatsız?

Çok spekülatif alanlarda dolaşıyorsunuz. Bunların cazip alanlar olduğunun farkındayım. Spekülasyonları derinleştirmek istemem ama AKP içindeki Kürtlerin Fethullah Gülen cemaatiyle sorunu olduğu, konusunda bir gözlemim yok. Mesela KCK operasyonu fikrinin nereden çıktığını hepimiz biliyoruz. Bu fikrin çıktığı yer büyük ölçüde Gülen cemaatine yakın birtakım düşünce grupları, birtakım kuruluşların “strateji uzmanları” v.s. Ve ilginçtir, gördüğüm kadarıyla, AKP içindeki Kürtlerin büyük bir kısmı, bu KCK operasyonun kendileri için hayırlı olacağına inandılar. Kendileriyle bunu tartıştığım için biliyorum. Bu kadar stratejik bir olayda beraber hareket ettiler. Dolayısıyla da ben “AKP içindeki Kürtler cemaatten hoşlanmadığı için Avcı operasyonundan rahatsız” gibi bir şey olduğunu sanmıyorum. Şu kesin; referandumun hemen öncesinde böyle bir kitabın çıkması hükümeti çok rahatsız etti.


‘Avcı’nın kitabında hükümet parmağı olduğunu sanmıyorum’


-Peki şaşırdılar mı sizce?

Şaşırdılar ve rahatsız oldular diyebilirim. Referandum boyunca Fethullah Gülen cemaatinin AKP’ye ve “evet”e aşırı derecede angaje olduğu bir ortamda çıkan bu kitap, AKP’yi derinden rahatsız etti. Sonuç olarak bu kitaba herhangi bir empati ya da sempati göstermeleri beklenemezdi. Ben açıkçası Hanefi Avcı’nın kitabın yayımlanma tarihi konusunda özellikle “referandum hesabı” yaptığını zannetmiyorum. Onun hesabı olsa olsa kendiyle ilgili taşıdığı birtakım kaygılar nedeniyle kitabı bir an önce çıkartmak olabilir. O anlamda Hanefi Avcı’nın kitabında hükümet parmağı olduğunu hiç sanmıyorum.


Askerle cemaat arasındaki savaşın kum torbası AKP 


-Aslında bizim daha çok sorguladığımız şu; Baykal’ın kaset olayından sonra AKP içindeki Gülen cemaatine mesafeli duran isimleri düşünün. Örneğin Ayşe Böhürler, cemaat için “O zaman parti kursunlar” demişti. Şimdi Avcı operasyonundan sonra cemaate yakın duran AKP’liler ve mesafeli olanlar arasında nasıl bir zemin var? 

Birkaç yıl önce AKP’li bir isimden duymuştum. “Askerle cemaat arasında bir siper savaşı var. Her ikisinin de kum torbası biziz” demişti. Bu cümle aslında her şeyi çok güzel özetliyor. Türkiye’de üçlü bir iktidar savaşı var. Sadece asker, hükümet kavgası değil olanlar. Bu bir üçgen. Ve ısrarla söylüyorum; AKP’nin pozisyonu cemaatle yan yana diye bir şey yok. Dönem dönem değişiyor. 


‘Başbakan’ın okyanus ötesi teşekkürü, cemaatte bazılarını rahatsız etti’


Mesela referandum öncesinde çok yan yana durdular. Başbakan ilk defa açıkça teşekkür etti. Ama Başbakan’ın Fethullah Gülen’e adı yerine “okyanus ötesi” diyerek hitap etmesinin de cemaatteki bazı insanları rahatsız ettiğini biliyorum. Şurası bir gerçek; Milli Görüş hareketi ile Fethullah Gülen hareketi birbirine çok uzaktır. Ben, kardeş değil olsa olsa kuzen olurlar, diyorum. Tayyip Erdoğan gibi Milli Görüş’te pişmiş biriyle Fethullah Gülen hareketinde pişmiş öne çıkan birinin hamurları çok farklıdır. Bu karmada birbirlerine karşı güvensizlik vardır. Bunun kökenlerini İslam tarihindeki tarikat-medrese farklılığına götürenler bile var ama ben o kadar uzağa gitmiyorum. 


‘Gülen hareketi, Refah’ın önünü kesebilecek bir alternatif olarak düşünüldü’


Aralarındaki güvensizlik 1970’lerden  Milli Nizam Partisi’nden beri olan bir şeydir. Fethullah Gülen’in Nurculuk hareketinden ayrıldıktan sonra en çok mücadele ettiği şeylerden biri Erbakan çizgisi, Milli Görüş çizgisidir. Bu rahatsız edicidir. Hatırlayın; Fethullah Gülen’in hemen hemen her liderle resmi vardır ama Erbakan ile tek resmi bile yoktur. Yine hatırlayın; Fethullah Gülen ilk büyük çıkışını Refah’ın yükselişi döneminde yaptı. Yönetici elitler Fethullah Gülen hareketini yükselen Refah’ın önünü kesebilecek bir alternatif olarak düşünüp ona çok büyük bir destek verdiler. Özellikle medyada. 1990 başlarını hatırlayın, o dönemin ertesinde 28 Şubat ilk başladığında Fethullah Gülen safını askerden yana koydu.


‘Fethullah Gülen, 28 Şubat konusunda net bir özür dilemeli’


-Mustafa Yeşil T24’e verdiği söyleşide, Fethullah Gülen’in 28 Şubat döneminde Erbakan’a yönelik sözlerinden pişman olduğunu söylemişti.

Fethullah Gülen’in kendi ağzından “Ben Erbakan’a ayıp ettim” diye bir lafı var mı?

-Fethullah Gülen’in 28 Şubat ve Erbakan’a yönelik pişmanlığını dile getiren isim, cemaatin “kurumsal yüzü” olarak kabul gören Gazeteciler ve Yazarlar Birliği Vakfı'nın Başkanı Mustafa Yeşil’di. Siz özellikle “Fethullah Gülen’in kendi ağzından bir laf var mı?” diye neden sordunuz?

Yalçın Doğan’ın o programını bugün internete girip bulursunuz ama Fethullah Gülen’in “Bu yaptığım iyi olmadı” dediğini bir yerden bulamazsınız. Ancak birisi size aktarır. Arada büyük fark var. Hoca yanlış yaptığını düşünebilir ama Hoca yaptığı yanlışın netliğinde bu yanlışı söylemeli. Kanal D’ye çıkıp milyonlarca izleyicinin önünde “28 Şubat’a destek” şeklinde yorumlanabilecek sözler söyleyen birinin özrü dolaylı olmamalı. Aynı netlikte, açıklıkta bir televizyon kanalında ya da başka yerde kendi sesinden “ Ben 28 Şubat’ta böyle böyle demiştim. Bu yanlıştı, birilerini incittiysem özür dilerim” demesi lazım.


‘Gülen’in sözünün geçtiği tek yer cemaatin yayın organları değil’


-Tam burada güncelleyerek Hüseyin Gülerce’nin yazısındaki “Nazımızın geçtiği arkadaşlar lütfen ses tonunu yükseltmesin” sözünü soralım.  Fethullah Gülen, Zaman gazetesi, Samanyolu TV v.s. buralardaki yayınları agresif bulduğu için mi bunu söyledi?

Bir kere Gülen’in sözünün geçtiği yerlerin sınırı çok geniş. Hanefi Avcı olayının medyada nasıl kabul edildiğine ve edilmediğine dikkat ederseniz, sözünün sadece cemaatin yayın organı olarak bildiğimiz yerlerde değil, başka yerlerde de geçtiğini görürüz. Mesela Cüneyt Özdemir CNN Türk’teki o programı (Hanefi Avcı söyleşini kast ediyor) niye yapamadı? CNN Türk cemaatin yayın organı mı? Ayşenur Aslan’a söyledi; “Yönetim yapmamı istemedi” dedi. CNN Türk yönetimi niye Hanefi Avcı’nın kitaptan sonraki ilk röportajını, bomba gibi bir gazetecilik olayını yayınlamadan yana olmadı? 


‘Hoca, nazımızın geçtiği arkadaşlar iftira atmasın, demeli’


-Yine alıntılayarak soralım; "Yazarlar, yayın yöneticileri, televizyonlarda program yapanlar, nazımızın geçtiği arkadaşlar ses tonlarını yükseltmeseler.” Gülen’in sözlerine hangi mercekle bakmak gerek?

Ben Hoca’nın orada şunu da söylemesini isterdim. “Nazımız geçen arkadaşlar kimse hakkında yalan uydurmasın, iftira atmasın!” Bunu da desin Hoca. Benim şikâyetim şu; mesela Hüseyin Gülerce’nin dünkü yazısı, o doğru değildi, ama ben bunu Hüseyin Gülerce ile tartışırım.

-Arı yazısı mı?

Evet. Ben bunu Hüseyin Bey ile tartışırım. Ama birtakım internet siteleri, cemaatle bağlarını bildiğimiz siteler, benim ve başkalarının hakkında yalanlar iftiralar attığı zaman ben bunun nesini tartışabilirim? Hoca’nın öncelikle bu tür ahlaksızlıkların önüne geçmesi lazım. “Ses yükseltmeseler” ne kelime! İnsanların üzerinde tamamen bir dezenformasyon kampanyası götürülüyor. İftiralar atılıyor.

-Size yönelik iftira nedir?

Benim yazılarımı polis şeflerinin yazdığını iddia ettiler, daha sonra da polis şefinin kitabını benim yazdığını iddia ettiler.


‘Fethullah Gülen yalan haberlere neden engel olmuyor?’


-Hangi polis şefi, Hanefi Avcı mı?

Mesela bir yere bakıyorsunuz; Hanefi Avcı’nın kitabıyla ilgili yazdığım analizleri Sabri Uzun yazmış. Daha sonra da Hanefi Avcı’nın kitabını ben yazmışım! Şimdi bunların hepsinin yalan olduğunu herhalde Fethullah Gülen de biliyordur. Ama bu yalanları niye o sitelerde dolaştırıyorlar? Bunların dolaşmasına niye engel olmuyorlar? Bu yalanlar üzerinden niye insanları sindirmek istiyorlar? Savcıların gazetecilere dava açmasından daha pis bir şey söz konusu. Savcılar size dava açtığında, mahkemeye gidiyorsunuz kendinizi savunuyorsunuz. Ben burada kime karşı, neyi savunacağım? İnsanları yıldırmak için faşizan yöntemler kullanılıyor. Önce onları engellesinler. Burada sorun tartışmanın yüksek sesle olması değil. Ortada bir tartışma yok. Hanefi Avcı tartışmasında Devrimci Karargâh’tan başka şey var mı?


Cemaatte Gülen’e rağmen hiçbir büyük adım atılamaz’


-Fethullah Gülen, Zaman, Samanyolu v.s., bu yayınları kontrol edemiyor mu?

Etmez olur mu? Hepsini çok ciddi bir şekilde. Cemaat, Fethullah Gülen’den habersiz büyük adım atmaz. Cemaatin en büyük özelliği budur, bugüne gelebilmişse bu sayede gelmiştir. Böyle bir Hanefi Avcı olayı, seçimlerde alınacak tavır, filan bakana bakış, şu partiye yönelik yayın, mesela MHP, bunlar Fethullah Gülen’in bilgisi ve rızası olmadan yapılamaz. Böyle bir yapı söz konusu bile olamaz. Fethullah Gülen bu hareketin “ruhani lideri” değil, bu hareketin her şeyidir. Başı ve sonu. Tabii bi cemaatin içinde farklı düşünen insanlar olmadığı anlamına gelmez. Ama bu harekette Fethullah Gülen’e rağmen, Gülen’in bilgisi dışında, kimse büyük adım atamaz. Atarsa da gücü kalmaz. Değişik dönemlerde, değişik insanlar çıktı indi hareketin içinde. 

-Kim onlar?

İsimleri önemli değil. Kendi başına hareket ettiği ya da inisiyatif aldığı için etkisi azaldığı söylenen insanlar var. Bu bir gerçek.

-Siz mesela Gülen’in “90’lı yıllardaki diyalog sürecindeki gibi kucaklaşsak” sözlerini nasıl okudunuz?

Bunlar güzel laflar. Bakın ben bu cemaate kimsenin gitmediği zamanlarda bu hareketi izlemeye başladım, Abant Toplantıları’na kimsenin katılmadığı zamanlarda giden, bu konuda haber yapan bir kişiyim. Ama mesela cemaatin yurtdışındaki hiçbir okuluna gitmedim. Çünkü kendim gitmek istedim, onlar pek uygun görmediler.


‘Üç gün önce görüşmek istedim, kabul etmediler’


-Basın gezisi gibi değil, çalıştığınız kurumun olanaklarını kullanarak mı gitmek istediniz?

Evet, ben gazetecilik yapmak istedim. Mesela Washington’daki ilk Abant Toplantısı’na tartışmacı katılımcı olarak katılmıştım. Uçak ve otel paramı da kurumum vermişti. Galiba bir tek ben yaptım bunu. Okullar için aynı talepte bulunduğumda ise onay vermediler. Daha sonra da kendi düzenledikleri gezilere de çağırmadılar. Mesela bu son dönemde görüşmek istedim. “Görüşmek için uygun değil” dediler.

-Kiminle görüşmek istediniz?  

İsimlerin önemi yok. Benim derdim haber yapmak filan değildi. Sohbet etmek istedim. Daha önce defalarca yaptık bunu. Bundan üç dört gün önce aradım, “Şu an zaman olarak uygun değil” dediler.  


‘Psikolojik savaş üslubunu bıraksınlar, cemaat TSK’nın yaptığını yapıyor’ 


-Siz üç dört gün önce “Fethullah Gülen’den habersiz adım atılamayacağını” yazdınız. Fakat bunu ilk kez söylemediniz?

Evet, zaten bu Amerika’nın keşfi değil. Bu cemaati objektif biçimde çalışan her insan bunu bilir. Tabii ki her yapı, her şahsın hareket içinde özgül ağırlığı vardır. Şimdi benim söylediğim şu;  artık bir an önce bu psikolojik savaş üslubunu bıraksınlar. Fethullah Gülen’in, hareketin yaptıkları TSK’nın yıllardır yaptığı ve iflas eden stratejinin aynısı. Askerden gördüklerinin aynısını yapıyorlar. Asker web sayfası yapıyor, onlar da kuruyor. Asker karalamak için gazetecileri “bizden olanlar- olmayanlar” diye fişliyor, burada da kimi gazeteciye “al gülüm ver gülüm” ilişkisi, kimine iftira! Yani buradan çok fazla şekilde kopya çekildiğini düşünüyorum. Bunu yapmasınlar. Bu, ne Türkiye’nin açık toplum olmasına katkıda bulunur, ne de kendilerine. Türkiye’de yakın bir zamana kadar TSK asla yenilemez görülüyordu. Şimdi süngüsü düşmüş bir TSK var.  Bunun en büyük nedeni şeffaflık yerine askerin bu tür yollara başvurmasıydı. 


‘Cemaatin de şeffaflığı tercih etmesi lazım’


Cemaatin de şeffaflığı tercih etmesi lazım. Kendisine karşı olan, eleştiren, mesafeli duran kesimlere ikna yoluna gitmesi gerek. Harekete karşı olan insanları yıldırmaya yönelik birtakım yöntemlere giren insanları durdurmaları lazım. İnsanların özel hayatlarıyla uğraşmamaları lazım. Hatırlayın; Ergenekon sürecinde yayınlanan bir yığın telefon görüşmesi.  İlhan Selçuk’un Fashion TV seyrediyor olmasının bizimle ne alakası var? Ama bunu yayımladılar. Bu herkesin başına geldi. İlhan Selçuk’un Ergenekon üyesi olup olmadığını tartışacağımız yerde seyrettiği televizyon kanalını bize servis ediyorlar. Güler Kömürcü’nün başına gelenler keza. Birçok kişi bunu yaşadı. Bunların birçoğu siyasal görüş olarak çok uzak olduğum insanlar. Ama sonuçta anayasal bir teminat altında olmamız gerek. Fakat öyle değil, özel hayatın gizliliği diye bir şey yok. Bunların çoğu yasal dinlemeler ama bu yasal dinlemeler yasanın sınırları dışında kullanıma açılıyor. 

-Hareket içinde mesela bugün “Hanefi Avcı’nın özel hayatından bize ne” diyerek cemaatin yayınlarındaki üsluptan rahatsız olanlar yok mudur?

Şunu söyleyebilirim ki, şu anda yaşanan birçok şey, birçok insanın bu harekete katılmasındaki temel motivasyonlarıyla çelişki arz ediyor. Bu, bütün hareketlerde böyledir. PKK’ya katılan bir çocuğun ilk duygularıyla, beş yıl dağda kaldıktan sonraki duygularında çok farklılık oluyor. Burada bir ahlak hareketi var, bu bir dinsel hareket.


‘Avcı’ya çok kızgınlar, yapılan yanlışları görseler bile göz yumabilirler’


-O halde örneğin “ahlak zabıtalığı yönündeki” yayınlara özellikle “cemaatin ortodoksları”ndan eleştiri var mıdır?

Hanefi Avcı’ya çok kızgınlar. Televizyona onu çıkarttığım için bana da kızdıklarını anlıyorum. Bu kızgınlık nedeniyle yapılan birtakım şeylerin yanlış olduklarını görseler bile göz yuma bilirler. Çünkü sahiden kızgınlar. Gördünüz Hanefi Avcı’yı uyuyan hücre yapanlar, esas Ergenekoncu yapanlar… Şunu yine söyleyeceğim; tüm cemaatlerde olduğu gibi bu cemaate de insanlar Allah rızası için giriyorlar. Buna eminim. Kimse insanlara kötülük yapmak için bir cemaate girmez. Ama daha sonra her grup, her cemaat, her siyasi çevre kendi varlığını sağlamak için başlangıç ilkelerinden feragat edebiliyor. 


‘Yayınlarındaki acımasız saldırganlık ve arı imajı örtüşmüyor’


-Şimdi Gülen’in  “Yunus edasıyla, üzerimize sopa ile gelene kollarımızı açsak” sözlerini bir “özeleştiri” gibi yorumlanabilir mi?

Şimdi Fethullah Gülen Hoca’nın bu söylemleri ile yapılan yayınlardaki tutumun örtüşmediği açık. Arı için gözyaşı döken bir insanın, ki olabilir ben bunu yapmamıştır demiyorum,  başka şeyler için de hassasiyetleri olması gerek. Vardır da. Ama burada kızgınlıkla beraber, “Bunlar bizim aleyhimize bilmem ne yapıyor” diye düşünerek çok acımasız bir saldırganlık var. Bu durum, bir arı için ağlayan Fethullah Gülen imajıyla hiç örtüşmüyor. Bakıyorsunuz yayın organlarına, o kadar saldırgan üsluplar var ki. 

-Siz tam olarak hangi yayınlardan bahsediyorsunuz?

İsim vermeyelim.

-O halde onlar da size, “Herhalde Hocaefendi’nin bize şu haberi yapın diyecek hali yok!” derse?

Elbette yok.

-Yani bu yayınların başındaki insanlar inisiyatif mi alıyorlar?

Tabii ki durumdan vazife çıkarıp birtakım haltlar yiyenler olabilir. Ama şöyle de bir şey var. Ben diyorum ki, kardeşim benim gazetecilik yapmamı engellemek istiyorlar, benim üzerimde büyük bir baskı uyguluyorlar. Benim bu yazımı Fethullah Gülen’in bilmemesi diye bir şey olamaz. Kesinlikle biliyordur. Kendimi abartmak için söylemiyorum. Dolayısıyla arı için ağlayan bir insanın, “Bu adam ne diyor?” diyerek bir araştırma yaptırması gerekir ya da “Yalan söylüyor” desin.  Mesela Hanefi Avcı, kitabı yazmadan önce, “Tahminimce sizin insanlarınız şöyle işler yapıyor” diyerek  Fethullah Gülen’e haber yolladığını açık biçimde söyledi. Hiçbir şey olmadı. 


‘Avcı’nın iddiaları doğruysa, bundan kesinlikle Gülen haberdardır’ 


-Ne olması ihtimal dahilindeydi?

Bakın şu fotoğraf tabii çok kolay olur. Bir yerde dini-ulvi amaçla çalışan bir Hocaefendi ve yanında bütün işleri ibadet olan insanlar var.  Ama bunların denetleyemediği, giderek büyüyen bir yapı var. Ve bu yapıdaki birtakım insanlar kendi hesaplarını görüyorlar filan. Şimdi bu, çok kolay olurdu. Ve herkes bundan memnun olurdu. O zaman kendi içerisindeki ayrık otları ayıklaması gerekir, değil mi? Ama böyle bir yapı yok. Eğer iddialar doğruysa, adliyede, poliste bir cemaat örgütlenmesi varsa ve bu cemaat örgütlenmesi kendilerine engel çıkardığını düşündükleri kişileri tasfiye etmek için her türlü yola başvuruyorsa, bakın “eğer” diyorum. Kesinlikle ve kesinlikle Fethullah Gülen bundan haberdardır. Başka türlü olamaz. 


‘Soros muhabbetini yapanlar, düne kadar ulusalcılardı’



-“Gazetecilik yapmam engelleniyor” dediniz. Bunu madde madde somutlaştırır mısınız?

Bunu yapan insanlara önem atfetmek istemiyorum. Ama vurguluyorum; bir tarafta gazetecilik yapmak isteyen insanlar var,  bir tarafta da psikolojik hareketle bunları sindirmek isteyenler var. Geçmişte bunu asker yapıyordu, derin devlet yapıyordu. Bugün yine onlar yapmak istiyor olabilirler ama bugün bir de böyle bir şey var. Bir örnek; ben TESEV’le çalıştım, orada raporlar yazdım. Hanefi Avcı’ya sahip çıkmamın nedeni TESEV raporları olabilir mi? Çünkü TESEV’i Soros fonluyormuş!  Şimdi Hanefi Avcı sorosçu oldu!  Soros muhabbetini yapanlar, düne kadar ulusalcılardı. Şimdi aynı dili kullanıyorlar. 


‘Hanefi Avcı ve Türkan Saylan’ın tutuklanması stratejik fiyasko’


-Hanefi Avcı ve Türkan Saylan’ın tutuklanmasını “aynı şey” diyerek, “ciddi bir stratejik fiyasko” olarak değerlendirdiniz. Her iki olay için adres olarak gösterdiğiniz zemin cemaat oldu?

“Odaklar” dedim. İsteyen istediği gibi anlasın. Aynı odak olduğu kesin. Burada iki ayrı insan var. Ve bu kişiler, bu odakların kendilerine engel gördüğü isimler. Ama yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Mücadele etmek istedikleri kişilerin değerini arttırdılar. Ve kendilerinin o güne kadar yaptığı birçok şeyin üzerine de gölge düşürdüler. Türkan Saylan olayına kadar Ergenekon olayına mesafeli bakmayanlar bile Türkan Hanım’ın el salladığı o fotoğraflarla beraber, “Ya ne oluyoruz?” dediler.  Şimdi beş yüz bin satan, korsanıyla da sayarsak, bir milyona yakın satan bir kitap söz konusu. Bir polis şefi kitap yazacak, bir milyon satacak? Neden bu kadar ilgi gördü, sattı? Cevap, yaptıkları stratejinin yanlış olduğunu gösteriyor. 


‘Yanılmışım, Şemdinli İddianamesi cemaat için milatmış’


-Siz, “Cemaat, askerin yaptığının aynısını yapıyor” diyorsunuz. Peki bu “strateji” cemaatin medyası ya da hareket için yeni mi? Dört yıl önce böyle bir tarz var mıydı? Söylediğiniz bu yöntemin Gülen hareketi için miladı ne?

Belki Şemdinli İddianamesi’dir. O dönem ben Amerika’daydım. O zaman “Bunu cemaat mi yaptı?” tartışmaları yapılırken, “Bunu cemaat yapmış olamaz” diye yazmıştım. Çünkü cemaatin o zamanki stratejisinden çok farklı bir şeydi. Cemaat askerle doğrudan kapışmaya vs. girmezdi, girmemişti. Hatta o yazımdan dolayı da çok tebrik almıştım. Ama sonra olanlar, sanki ben o yazımda yanılmışım gibi geliyor. O yazımın doğru olmayabileceğini düşünüyorum. 

-Ne açıdan?

Galiba Şemdinli İddianamesi bir anlamda milatmış. Ben o zaman, “Fethullah Gülen cemaati bu açıklıkta bir meydan okuyuşuna girmez”  yazmıştım. Ama şimdi baktığımda, “Galiba ben yanılmışım, o bir başlangıçmış” diyorum.

-Hanefi Avcı’nın kitabıyla gündeminiz değişmiş gibi? 

Bu çok yoğun bir süreç. Eğer bu kitaba yönelik medyadaki refleks Batı medyasında olduğu gibi olsaydı, benim gündemim filan değişmezdi, bu olay benim ve birkaç kişinin üzerine kalmazdı


‘Cemaat bürokraside hızlı bir çıkış yapmadı, 20 yıldır deniyorlar’


-Avcı tartışmasının medyada yer alışını soracağız. Fakat şunu konuşmaya devam edelim; Hanefi Avcı’nın kitabını okuyarak, şu tespiti yapan bir akla “doğru” der misiniz; “Hanefi Avcı Nakşiliğin ağır ve seçkinci ilerleyen geleneği ile tezat oluşturmaya başlayan Gülen hareketinin bürokrasideki hızlı çıkışından da rahatsız?”

Hızlı bir çıkış yok. (Kitaplığına giderek, 20 yıl önce yazdığı Ayet ve Slogan kitabını arıyor)

-O zaman size göre cemaatin bürokratik ömrünü “Hızlı yaşadığı için genç ölecek” diyerek tarif etmek de gerçekçi değil?

Öyle bir hız yok. Ben bu kitabı 20 yıl önce yazdım. (Elindeki kitaptan bir sayfa arıyor) Şu ara başlık, “Sessiz ve derinden” , 20 yıl öncesine ait. (Kitaptan okuyor) Fethullahçılar öğrenim çağındaki gençleri temel alan tebliğ çalışmaları sonucunda nice babayiğit yetiştirmiş durumda. Babayiğit Fethullah Gülen’in lafıdır. Devlete babayiğit kadrolar yetiştirmek, derler. Kadrolarını devletin hizmetine koşmayı yeğleyen bu cemaat aynı zamanda çok geniş mali olanaklara sahip. İleride bir gün kendine güveni geldiğinde cemaatin siyasi iktidara talip olmak isteyebileceği teorik olarak varsayılabilir. Ancak kuru ajitasyonlar, spekülatif argümanlarla kişi kültürüne koyu bir bağlılıkla yetiştirilen bu kadrolarla ne kadar yürünebileceği şüphelidir.  Yani devlette kadrolaşma v.s, bunlar benim yeni söylediğim şeyler değil. Fethullah Gülen hareketinin ortaya çıkışı 1970 başlarıdır, yani hızlı bir çıkış filan yok. “Zamanı gelme” konseptiyle birtakım şartların olgunlaştığını düşünerek cüretle bir challenge (mücadele) içine girdiler. Olay budur. Buna hazırlanmış demek ki cemaat. Hanefi Avcı ne yaptı, ne etti; bilmiyorum. Ama Hanefi Avcı’nın cemaate bakışı içerisinde bence yanlış yerler de var.


Ruşen Çakır’a göre Hanefi Avcı’nın cemaate bakışındaki yanlışlıklar 


-Nedir onlar?

Mesela cemaatin Ergenekon soruşturmasına çok hâkim olması nedeniyle Ergenekon soruşturmasına yönelik çok aşırı tutumları var. Yer yer Ergenekoncuları aklar gibi. Mesela Danıştay saldırısına bakışı. Burada Avcı hakkında şöyle düşünüyorum; cemaate tepkisi cemaatin yaptığı her şeye yönelik bir tepkiye dönüşebilir. Şurası doğru; kendisine, arkadaşlarına bu kadar komplo yaptığını düşünen bir yapının varlığına inanan birinin Ergenekon soruşturmasında da birtakım komplolar araması anlaşılır bir şey. Avcı, “Bana bunu yapan biri kim bilir başkalarına neler yapıyordur?” diyor. Bunu ben de diyorum açıkçası. 

-Neden?

Ben kendini savunma imkânı olan biriyim. Haftada beş gün televizyonda program yapan, gazetede yazı yazan bir gazeteciye bu iftiraları atan insanlar, kendi halindeki insanlara kim bilir neler yapıyordur, diye düşünüyorum. Teorik olarak aklımda bu soru var. Bu anlamda yaptıkları çok yanlış. 


‘Salaksın kusura bakma, hatayla yüzleşip faturayı ödeyin’


-Avcı operasyonundan sonra şu da dillendirildi, “Biz aptal mıyız kendimize zarar vermek için neden böyle bir operasyon yapalım?”

Evet. Bunun cevabı budur. Beni kimse böyle kandıramaz. Bu çok oluyor. Hata yapıyor, “Ben salak mıyım bu hatayı yapayım?” diyor. Salaksın kusura bakma. Hata yapmadan önce düşünecektin. Hatanızla yüzleşip faturanızı ödeyin. Başkasının üstüne yıkmayın. Hanefi Avcı’nın tutuklaması cemaatin aleyhine oldu. Herkes bu konuda hemfikir. Ama biz buradan şunu çıkartamayız; demek ki cemaat bunu yapmadı! 


‘Laikliği ortadan kaldırmak değil, daha etkili oldukları bir devlet istiyorlar’


-Hareket nereye gitmek istiyor?

Bunu çok kişi soruyor, kendilerine sormak gerek. Hiçbir yere gidemez. Türkiye’nin laik, demokratik yapısı hiçbir şekilde bozulamaz. Bu hareketin de laikliği, demokrasiyi ortadan kaldırmak istediğini sanmıyorum. Kendilerini güçlü kılmak istiyorlar, daha etkili oldukları dindar bir devlet arzuluyor olabilirler. 


‘Hoca buraya gelsin, gizliliğin avantajlarını kullanmasın’


-Birkaç yıl önce bu yazdıklarınızı ve söylediklerinizi düşünebileceğinizi öngörür müydünüz?

Bu kadar güçleneceklerini öngördüm. Ama şu yaptıkları hataları yapacaklarını beklemiyordum. Çok hata yapmaya başladılar. Ama büyüyen bütün hareketlerin böyle zaafları var. Ben hiçbir cemaate düşman olmuş biri değilim. Ama şeffaf olsunlar. Bunu yıllardır yazıp çiziyorum, açık olsunlar. Bir eleştiri, şikâyet olduğunda insanlar kime ileteceğini bilsin. Siyasi partiler gibi açık olsunlar. Bugün bir partide bir sorun oluyor, gazeteci olarak genel başkana soruyorsunuz. Bir kere Hoca gelsin buraya. Ortada olsun. Bu gizliliğin, bilinemezliğin verdiği avantajları kullanmasın. 

-Hareket içindeki insanlar, “Fethullah Gülen’in Türkiye’nin selameti için dönmediğini” söylüyor?

Hiçbir zararı olmaz aksine yararı olur. Güvenlik tedbirlerini alsınlar, gelsin. Ne sorunu olacak; bir uçağa biniyorsun geliyorsun. Hakkında dava kalmadı, bir şey yok. En fazla sevmeyenlerin tepkisini çeker. O da zaten hep var. 

-Seçim öncesi Gülen’in Türkiye dönmesi AKP için bir “fatura” olabilir mi?

Hükümet yüzünden gelmiyor diye bir şey olamaz. Gelmek istese gelir zaten. Anlaşılan gelmek istemiyor. Ben gelmesini ve ortada olmasını isterim. 


‘Kendimizi kandırmayalım, gazetecilik bitti’


-Medyayı da konuşalım; Avcı operasyonu, gazetecilik ve cinnet desek?

Başka bir şey var orada. 

-Ne var?

“Taraf olmayan bertaraf olur” lafını herkes bu kadar bellerse işte bu olur. Geçen gün gece 11’de kayınvalidem aradı. Habertürk’te bir tartışma varmış, “Senden bahsediyorlar, Hanefi Avcı’nın kitabı yazmışsın” dedi. Eşimle, Müge’yle (Müge İplikçi Vatan gazetesi yazarı) açtık hemen. Aynı anda beş kişi birden bağırıyor, ortada moderatör olduğu iddia edilen bir kız var. Bağırış arttıkça, “reklamlara girelim” gibi bir şeyler söylüyor. 

-O programdan şu alıntıları yaparak soralım o halde; “O lafları senin (Şamil Tayyar Nedim Şener’e söyledi) ağzına sokarım. Korkma ablacım (Önder Aytaç Belma Akçura’ya söyledi) Hanefi Avcı’nın kitabını yazanların arasında senin adın yok.” Örnekleri çoğaltmak mümkün fakat soru belli; Hanefi Avcı operasyonu gazetecilerin hangi düğmesine bastı?

Bu iş bitti artık, gazetecilik bitti, biz uzatmaları oynuyoruz. Kendimizi kandırmayalım. Benim gazetecilikte özgürlüklerden, şeffaflıktan yana sistemli bir duruşum oldu. Dün bu duruşta 28 Şubat’ı eleştirdim, bugün bu olayda yine gazetecilik yapıyorum. Fakat şu an beni en çok rahatsız eden şeylerden biri, hayatta hiçbir şekilde benim bu duruşumu paylaşmayan insanların sırf kendileri Fethullah Gülen cemaatine düşman diye şimdi bana destek vermeleri. Ulusalcılar v.s. Benim böyle bir derdim yok, hatta bazı internet sitelerinde yazılarımı alıntıladığında tüylerim diken diken oluyor, çok üzülüyorum. Ben bana gelen gençlerin hepsine “Gazeteciliğe girmeyin” diyorum. Diğer yandan genç çocuklar geldiği zaman görüyorsunuz, haber yapmanın peşinde değil ona, buna çakmanın peşindeler. Böyle acı bir olayla karşı karşıyayız. Buradan dönüş yok, battık. Söyler misiniz; bir gazeteci Hanefi Avcı’nın telefonda konuştuğu gazetecilerin listesini nasıl elde eder? Ben bunu Şamil’e (Şamil Tayyar) de söyledim. Ben Şamil ile, bir gazeteciyle, gazetecilik tartışırım. Ama gazetecilikle ilişkisini bilmediğim hasbelkader bir gazetenin yer açtığı bir polisle ne tartışacağım? Önder Aytaç kim? Bir gazeteciyi, bir polis şefiyle telefonda konuştuğu için suçluyorsun. Suçlama delilini sana bir başka polis şefi veriyor. Bunda çok acayip bir şey var. 


‘Hanefi Avcı aradığında iki duygu yaşıyorsunuz; haber ve risk!’


Mesela ben Hanefi Avcı ile Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’nün polis evinde görüştüm. Yanımda benimle birlikte İstanbul’dan gelen iki arkadaşım, Avcı’nın yanında da bir polis arkadaşı vardı. Şimdi bunu sen nereden biliyorsun? Tayfun Hopalı,  hayatında hiç görmediği Hanefi Avcı’yı kitap çıktıktan sonra haber yapmak için telefon açıyor. Sen de kalkıp, “Kitabı bunlar yazdı” diye sekiz kişilik liste yapıyorsun. O listeyi nasıl oluşturuyorsun; Hanefi Avcı’yı dinleyenlerin verdikleri dökümle! Kim bu suçlanan gazeteciler; haber yapmak için Avcı’yı aranlar. Benim şahsen durumum şu; jübilemi pis bir şekilde yapmak istemem. Hayatım boyunca sadece haberden yana taraf oldum. Şimdi Hanefi Avcı olayında yine haberden yana tarafım. Adam sesini duyurmak istiyor, çok basit. Ve burada da gidebileceği yer medyadır. Ama şunu da söyleyeyim, gözaltındayken aradığında, telefonumda kayıtlı bir isim olduğu için, doğal olarak ekranda adını gördüğümde… Ben bu telefona bakmayabilirdim.

-Nasıl?

Sizin arayanın kim olduğunu görüp, cevapsız bıraktığınız aramalar olmuyor mu? 

-Herhalde böyle atlatma bir haber için her gazeteci o telefonu açmak isterdi?

Ama benden beklenen şu; açma telefonu. Ya da açtığında, “Şu an müsait değilim” de. Çünkü bu iş maalesef riskli bir iş oldu, Hanefi Avcı aradığı zaman iki duyguyu birden yaşıyorsunuz. 1) Haber! 2) Risk! Oysa haberde risk yok. Ben bütün mahkemelerde bu yaptığımın haber olduğunu anlatırım. Hiçbir mahkeme de beni mahkûm edemez. Ama risk ne; sonradan başıma gelenler bunu anlatıyor. Çok açık söylüyorum; işimi yapmama engel olunmak isteniyor.

-İşinizi yapmanıza kim engel olmak istiyor? 

Hanefi Avcı’nın suçladığı kişiler. Bu kadar basit ve açık.