18 Ekim 2022 10:33
T24 Haber Merkezi
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ABD gezisinde ortadan kaybolarak New York'a gidip, burada bulunan TURKEN Vakfı'nın önünde video çektiği 8 saate ilişkin olarak, "Kılıçdaroğlu’nun ABD’de ne yaptığı, kimin dümen suyuna girdiği, kimlerle temas kurduğu, kimlerin eline ve avucuna baktığı az çok bellidir. Özellikle kendisine eşlik eden gazetecileri de atlatarak 8 saat süreyle ortadan kaybolması ziyadesiyle kuşkuludur. Kılıçdaroğlu’na soruyorum, o gizemli 8 saat içinde neredeydin? Kimlerle fiskos yaptın, kimlerle geniş bir planın parçası olmayı içine sindirebildin? Kılıçdaroğlu 8 saatin esrarını milletimize açıklamak zorunda" dedi.
Bahçeli partisinin grup toplantısında konuştu. Konuşmasında Kılıçdaroğlu'nu hedef alan Bahçeli, Amasra'daki maden faciasına değindi, Sayıştay raporundaki ihmal uyarılarına dikkat çekenlere tepki gösterdi. Bahçeli, "Amasra’yı konuşuyorken Soma felaketini hatırlatmak maksatlıdır. Sayıştay raporlarının art niyetliler eliyle siyasi muhalefet haline dönüştürülmesini ise son derece mahsurlu, oldukça da manidar buluyoruz" değerlendirmesini yaptı.
Bahçeli, TBMM'de kabul edilen 'sansür yasası'na ilişkin olarak da, "Halk arasında endişe, korku ve panik yaratanlara cezai sorumluluk yüklemenin neresi hatalıdır? Dezenformasyon yasası hıyanetin, bozgunculuğun ve rezaletin sosyal medya ayağına kilit vurmuştur." düşüncesini dile getirdi.
Bahçeli’nin konuşmasından başlıklar şöyle:
"Öyle ateşler vardır ki, yalnızca düştüğü yeri yakmaz. Öyle acılar vardır ki, yalnızca ortaya çıktığı yerde duramaz. 14 Eylül 2022 Cuma akşamı Bartın’ın Amasra ilçesinde milletimizin yüreğine ateş düşmüş, kömürün karasından helal lokmasını çıkarmak amacıyla yerin yüzlerce metre altına inen madencilerimiz hepimize acıların en acısını yaşatmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu Amasra Müessese Müdürlüğü’ne bağlı bir maden ocağında meydana gelen grizu patlamasında canlar gitmiş, hayatlar bitmiş, hayaller sönmüştür.
41 maden işçimiz bu elim ve feci patlamada son nefesini vermiştir. Yaralı halde kurtarılan 11 işçimizin tedavisi devam ederken, maalesef bunlardan beşinin durumu da ağırdır.
Hakikaten üzüntümüz tarifsiz ve tanımsızdır.
Devlet tüm imkânlarıyla seferber olmuş, 24 saat içinde felaket tablosu kontrol altına alınmış, arama-kurtarma çalışmaları süratle ve eşgüdüm halinde icra edilmiştir. Maden ocağının eksi 300 kotundaki patlamayla ortaya çıkan yangını söndürme çalışmaları da aralıksız sürdürülmüştür. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, patlama duyulur duyulmaz hemen olay mahalline Genel Başkan Yardımcımız Sayın Sadir Durmaz ile Bartın Belediye Başkanımız Sayın Cemal Akın’ı gönderdik ve gelişmeleri anbean takip ettik. Elbette malum patlamaya yol açan kusur, ihmal ve eksik olarak değerlendirebilecek ne varsa mutlaka gün yüzüne çıkarılacaktır. Bu konunun biz de sonuna kadar takipçisi olacağız.
Ancak maden ocağındaki patlamayı bahane ederek felakete siyasi bir içerik katmak için el ovuşturan kim ya da kimler varsa bize göre samimi değildir, dürüst ve iyi niyetli olarak da görülemeyecektir. Acı üzerinde istismar yapmanın mert ve sorumlu bir tavırla hiçbir ilgisi olamaz. Eğer facianın failleri varsa, bunlar tespit edilirse adli ve idari açıdan muhakkak hesabı da sorulacaktır.
Aksini düşünmek bile abestir. Amasra’yı konuşuyorken sekiz yıl önceki Soma felaketini hatırlatmak maksatlıdır, hastalıklı bir yaklaşımdır. Biz patlamış ve alev almış maden ocağından kardeşlerimizin bulunup çıkarılmasını bekliyorken sosyal medyadan provokasyona heves edenler, ortamı kızıştırmak için devreye girenler hem alçak hem de ahlaksızdır. Henüz acılarımız çok tazeyken, henüz patlama yeni olmuşken, henüz işçilerimiz toprak altından bile çıkarılmamışken, Sayıştay’ın 2017 ile 2019 raporlarında Amasra Müessese Müdürlüğü’yle ilgili bölümleri birden bire servis edip suçlu ve sorumlu arayışına girenlerin önü arkası iyice araştırılmalıdır.
Deniliyor ki, mezkur Sayıştay raporları eksi 300 metrede dahi kazı yapılmasının neden olduğu risklere dikkat çekmiş. Alınması gereken önlemler de madde madde sıralanmış. Belirli bir süreyle denetim görevini yapan denetçiler her şeyi biliyor ve görüyor da bir tek söz konusu Müessese Müdürlüğü’nün işçi, memur, mühendis ve yöneticileri mi ne yapacaklarını hangi tedbirleri alacaklarını bilmiyorlar? Olacak iş midir bu? Böyle bir iddia aklın ve mantığın neresiyle bağdaşacaktır?
Biz Sayıştay raporlarının değerini, muhtevasındaki tespit ve teklifleri elbette inkar etmiyoruz, es geçmiyoruz. Nitekim denetim fonksiyonunun devlet hayatındaki önemini gayet iyi biliyoruz. Fakat Sayıştay raporlarının art niyetliler eliyle siyasi muhalefet haline dönüştürülmesini ise son derece mahsurlu, oldukça da manidar buluyoruz. Gaz birikme ihtimali olan yerlerde elektrikle çalışan ekipmanlar yerine basınçlı havalı ekipmanlarının kullanılması, damar gaz içeriklerinin tespiti ve ocakların derinleşmesi ile artan degaj ihtimaline karşı alınacak önlemleri belirli formatta tanzim edilmiş denetim raporlarına geçirmek gayet kolaydır.
Yerin üstünde ahkam kesenlerin durumlarıyla, yerin altında kömürün karasına, kayanın ve toprağın zorluklarına göğüs geren, bu şekilde ömür geçiren kardeşlerimizin muhatap olduğu gerçekler kuşkusuz bambaşkadır.
Maden ocaklarında çalışılan damarların hemen hemen tamamında gaz içerikleri yüksek değil mi? Arıza mahallerindeki tehlikeler daha fazla değil mi? Ocaklarda çalışırken aynen uyulması gereken ve nelerin yapılacağını ihtiva eden kurum için yönergeler, ilave mevzuat hükümleri bilinmiyor mu? Hangi vicdan sahibi, hangi yetki ve sorumluluk mertebesine ulaşmış bir vatan evladı maden ocaklarında bile bile, göre göre felaketlere göz yumabilir?
Gün yaralarımızı sarma günüdür. Gün acılarımızı paylaşma ve azaltma günüdür. Gün eksik ve gediklerimizi kapatma günüdür. Fırsatçılık yapanların kanında leke vardır. Maden nedir, emek nedir, helal kazanç ne demektir bilmeyenlerin; toprağın altından rızık çıkarmanın nasıl bir şey olduğunu hayaline dahi getiremeyenlerin felaketler üzerinden cepheleşme üretmeye çalışması insafsızlıktır, izansızlıktır. Amasra’daki patlama hepimizi yakmıştır. Acı 85 milyon Türk vatandaşının tamamınındır. Şimdi zillet partilerinin teker teker bu felaketi siyaset malzemesi yaparak gürültü kirliliğine kapı açacak olmaları kızarmaz yüzün, yaşarmaz gözün, utanmaz bakışın nerelere kadar tutunduğunu da ortaya koyacaktır. Amasra’da devlet ve hükümet duruma vaziyet etmiştir. Her ihtimal titizlikle ele alınıp değerlendirilecektir. Mesele bundan sonra aynı acılarla tekrar karşılaşmamaktadır. Mesele samimiyetle, safiyetle, el birliğiyle, güç birliğiyle Amasra’nın gözyaşlarını silmektir.
Ve asıl mesele maden ocağındaki patlamada aramızdan ayrılan mesela Okan Akgül kardeşimizin tabutu üzerindeki fotoğrafını eliyle işaret ederek annesine gösteren 2 yaşındaki yavrusuna, geride kalan sevdiklerine, tüm mağdurlarımıza, tüm acılı ailelere sahip çıkmaktır.
Türkiye güçlü bir devlettir. Her sorunu çözecek kabiliyettedir. Her müşkülatın üzerinden Allah’ın izniyle gelinecektir. Yeter ki bir olalım, dayanışma içinde bulunalım. Yeter ki tek ses, teke nefes ve tek yürek halinde mücadele edelim. Türkiye Taşkömürü Kurumu Amasra Müessese Müdürlüğü’ne bağlı bir maden ocağında meydana gelen grizu patlamasında hayatlarını kaybeden maden işçilerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler diliyorum. Hastanelerde tedavi edilen maden işçilerimize şifalar temenni ediyorum. Başımız sağ olsun diyorum. Rabbim hepimizi, her insanımızı ve aziz milletimizi görünür görünmez kazalardan, belalardan, hastalıklardan, afetlardan esirgesin duasını cümlemizle paylaşıyorum.
2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci yüzyılının nihai eşiği, ikinci yüzyılının ilk adımıdır. 2023 yılı lider ülke Türkiye’nin müjdesi ve bu hedefin tarihi mesajıdır.Devletimizin kurucu felsefesi, kuruluş ilkeleri her zamankinden çok daha tesirli, çok daha zindedir. Yönetim hayatımızda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle gerçekleşen kalıcı ve köklü reform Türkiye’mizin önünü açmış, hamd olsun gücüne güç katmıştır. Kimin atına binerse onun türküsünü çağıranlar bu gerçeği kabulde zorluk çekse de vaki gerçek asla değişmeyecektir. Kuru üzümden pekmez çıkarmak için eğri bacaklı masalara oturanlar büyüyen, gelişen ve yükseldikçe yükselen Türkiye bahtiyarlığını göremezler, görseler bile itiraf ve izah edemezler. Çünkü bunlar katrandan çıkıp zifte düşen, hüsrandan kaçıp hezimeti boylayan aymazlardır. Çünkü bunlar kepçesi suya çarpmış çark gibi dönen ayarsızlardır.
Ağzı tetik, dili de tüfek olmuş bu aymaz ve ayarsızların zillet içinde oldukları da ayan beyan ortadadır. Türkiye eski Türkiye değildir. Devlet hayatımıza hakim olan işbirliği, denge, uyum, ekip ruhu, koordinasyon ve hızlı karar alma becerisi kısır çekişmeleri, kronik hizipleri artık sonlandırmıştır. Türkiye’nin bu yeni ve üst seviyedeki parlak durumuna zillet ittifakının intibak zorlukları, ifade güçlükleri, idrak zaafları had safhadadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilerleyişinde sınır yoktur. Zamanın ruhu, çağın ufku, dünyanın bugünkü siyasi ve ekonomik durumu yelkenimizi şişiren rüzgar misali bizimledir, yürüyüşümüzü tahkim ve takviye etmektedir. Sahip olduğumuz millet ve tarih şuuruyla nereye ulaşmak istediğimizin bilincindeyiz. Tesadüflerin ikramında bir gelecek arayış ve iddiasında da olmadığımız açıktır. Bu nedenle çok çalışıyoruz. Nefes alır gibi mücadele ediyoruz.
Parti olarak on yıllardır 2023 yılının düşünü kuruyorduk. Cumhuriyet’in 100. yıl dönümüne büyük umutlar bağlamış, yüzyılla sözleşmeyi 22 yıl önce yaparak önümüze büyük hedefler koymuştuk. Son bir yıl içinde bütün illerimizi heyecanla dolaştık. Bütün ilçelerimizde kucaklaşmanın sıcaklığını iliklerimize kadar hissettik. Şimdi de köy köy geziyor, inanmış ve davasının onurunu varlığının onuru bilmiş dava arkadaşlarımızla siyasi çalışmalarımızı yoğunlaştırıyoruz.
8 Ekim 2022 tarihinden itibaren, “Adım Adım 2023; Köyüm Benim Sohbet Toplantıları”yla köylerimize, milletimizin efendisi olan köylülerimize misafir oluyoruz.
Onları dinliyoruz, düşüncelerimizi ve siyasetimizin gayelerini sabırla ve sırasıyla anlatıyoruz. Bu süreçte canla başla gayret sarfeden siz değerli milletvekili arkadaşlarımıza, MYK ve MDK’mızın değerli üyelerine içtenlikle teşekkür ediyorum.
Hiçbir köyümüz bize uzak değildir. Hiçbir köylümüz bize yaban değildir. Köylerimiz övüncümüzdür, üretim gücümüzün mihrakı, misafirperverliğin ve fedakârlıkla bezenmiş hayatların mihveridir. Görünen köylerimiz de kılavuza ihtiyaç duymayacaktır. Bugüne kadar tam 256 köy ziyaretimizi de çok şükür gerçekleştirmiş durumdayız. Hafta sonu da, “2023’e Doğru: “Aday Belli, Karar Net” Temalı Konya Mitingimizi muazzam bir katılım eşliğinde yaptık ve Hz.Mevlana’nın torunlarıyla buluştuk. Hava tahminleri yağmur gösteriyordu. Mitingimiz esnasında yağmur yağmadı, ama hitamında Rabbim rahmetiyle bizleri taltif etti. Diyorum ya, bu dava büyüktür, bu dava dualıdır, bu dava kutludur.
23 Ekim 2022 Pazar günü bu defa da şehzadeler şehri Manisa’da milletimizin huzuruna çıkacağız. Adayımız belli, kararımız net diyeceğiz. Ruhumuzun mukavemet ve mücadele mayası inancımızla karılmıştır. İnanmak başarmanın yarısıdır. İnananlar için zafer kaderdir. Kendimize inanıyoruz, davamıza inanıyoruz, milletimize inanıyoruz, başaracağımıza inanıyoruz, Allah’ın inayetiyle istikbalde devleşmiş Türkiye’nin doğacağına yürekten inanıyoruz. Bizim yolumuz çetin, engebeli ve dikenlidir. Ayağını veya ayakkabısını değil, ahfadını ve atisini düşünen ülkü erleriyle, ülke sevdalılarıyla aydınlık geleceği muhakkak inşa ve ihya edeceğiz, bunu da Cumhur İttifakı’nın iradesiyle başaracağız.
Merhum Faruk Nafiz Çamlıbel’in Zafer Türküsü bizim irademizin süzülmüş halidir ve şöyledir: Yaşamaz ölümü göze almayan, Zafer göz yummadan koşana gider. Bayrağa kanının alı çalmayanın, Gözyaşı boşana boşana gider. Kazanmak istersen sen de zaferi, Gürleyen sesinle doldur gökleri, Zafer dedikleri kahraman peri, Susandan kaçar da coşana gider.
Türkiye Cumhuriyeti nice kahramanlıklar, nice fedakarlıklar, nice bedeller sonucunda tarihteki yerini almış bir millet ve medeniyet eseridir.
Milli Mücadele’ye husumetiyle bilinen Refik Halid Karay, 2 Şubat 1920 tarihli Alemdar Gazetesi’nde şöyle yazmıştı: “Millet anamız yine varlığını gösterdi, ortaya bir milli yavru attı: Milli Misak. Aman Allah'ım, telaffuzu en güç, en çirkin, en gayr-i milli bir kelime…Manakyan kumpanyasında bir aktör vardı, Hacı Misak. Bu terkip bana onu hatırlatıyor.” Yine aynı şahıs, sözünü ettiğim gazetede düşmana bile taş çıkartan şu sözleri kaleme almıştı: “Merhaba Sivas kuzuları, Ankara keçileri! Kurban bayramı mı yaklaştı? Ecelinize ayağınızla mı geldiniz?” Milli Mücadele kahramanları ecellerine gelmemişler, haine, işbirlikçiye, işgalci güçlere, müstevli alçaklara ecel olmaya, satılmış kafalara balyoz gibi inmeye gelmişlerdi. İçimizden ve dışımızdan kuşatılmıştık, tıpkı bugünkü gibi. Manda ve himaye özlemi çekenler vardı, tıpkı bugünkü gibi. Düşmana ganimet olanların sesi çok çıkıyordu, tıpkı bugünkü gibi. Fakat kurucu kahramanlar, tıpkı bugün bizim gibi; “ölümden öte yol gitmez, mezardan öte sal gitmez, ya istiklal ya ölüm”, diyerek yedi düvele meydan okumuşlar, rest çekmişlerdi. İpini sürüyerek ortalıkta boy gösterenlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini ve sonraki yıllarını özümsemesi akla da, bilime de, tarihe de, vicdana da terstir.
Nal ile çivi arasına sıkışmış siyasetleriyle Türkiye’mizin önünü perdelemeye azmetmiş olanlar Atatürk’ü bilemezler, kurtuluş yıllarını bilemezler, şehidimizin şühedamızın mirasını asla tanımazlar, asla da taşıyamazlar. Ödünç kediyle fare tutma çabası içinde olan sefalet yuvalarının içine düştükleri ibretlik haller, taktıkları kalın maskeler, girdikleri sahte kılıklar onları saklamaya yetmeyecektir.
Türkiye’yi yabancı ülkelerde şikayet etmek, jurnalcilik yapmak, yabancıların karşısında el pençe divan durmak şerefli bir tavır değildir.
New York’un en işlek caddesine çıkmak, ergenler gibi video çekmek, bu suretle Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı’na kara çalmaya teşebbüs etmek adamlık değildir, siyaset değildir, mertlik hiç değildir. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu dersini tarihten değil Türkiye düşmanlarından aldığını açık seçik gözler önüne sermiştir. Demiş ki: “Hedefimiz 100 yıllık Cumhuriyeti 2023’te demokrasiyle taçlandırmaktır.” Sayın Kılıçdaroğlu bu taç olmasaydı ne ABD’ye gidebilirdin, ne de gittiğin zaman Türkiye’yi kötü gösterebilirdin, dua et ki yerleşmiş ve güçlenmiş bir demokrasimiz vardır ve ortadadır.
Tek kelimeyle diyorum ki, yazıklar olsun. Biz zillet deyince rahatsız oluyorlar, ya ne diyelim peki? Bu Kılıçdaroğlu’nu ve ittifakını hayırla nasıl yad edelim? Büyük halk ozanımız Yunus ne diyordu: Cümleler doğrudur sen doğru isen, Doğruluk bulunmaz sen eğri isen. CHP Genel Başkanı’nın neresi doğrudur?
Zillet ittifakı paydaşlarının neresinde doğrunun izi vardır? Ne doğramışlarsa aşlarına, o geliyor kaşıklarına. Olan budur. Elden vefa, zehirden şifa, zilletten de sefa umacak kadar şuur dağılmasının pençesine düşmüşler. Türk ordusu Sakarya’nın doğusuna taktik çekiliş halindeyken, dönemin Birleşik Krallık Başbakanı aynen demişti ki: “Türkler Mekke’ye doğru kaçıyor.” Kılıçdaroğlu’nun mantığı ve aklının dibi işte budur. İlham kaynağı yerli değildir, milli değildir, bizden değildir, biz değildir, milletimizin şanına ve şerefine kesinlikle uygun değildir.
Kılıçdaroğlu’nun ABD’de ne yaptığı, kimin dümen suyuna girdiği, kimlerle temas kurduğu, kimlerin eline ve avucuna baktığı az çok bellidir. Özellikle kendisine eşlik eden gazetecileri de atlatarak 8 saat süreyle ortadan kaybolması ziyadesiyle kuşkuludur.
Kılıçdaroğlu’na soruyorum, o gizemli 8 saat içinde neredeydin? Kimlerle fiskos yaptın, kimlerle geniş bir planın parçası olmayı içine sindirebildin?
Kılıçdaroğlu bu 8 saatin esrarını milletimize açıklamak zorundadır. FETÖ’cülerle görüşüp görüşmediğini, Pensilvanya’da mola verip vermediğini açıklığa kavuşturmak mecburiyetindedir. Türkiye’de bulamadığını ABD’de aramak müflis bir siyasetçinin son çırpınışıdır. Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti, dahası başörtüsü istismarından hemen sonra uçağa atlayıp Türkiye’den ayrılışı birbiriyle bağlantılı sancılı gelişmelerdir.
Şimdi de teşekkül etmiş bir İP heyeti, Türk festivali bahanesiyle ABD’ye gidecekmiş. Kılıçdaroğlu’nun gölgeli ziyaretinin hemen akabinde ABD biletini alan İP’in de yolu yol değildir, siyasi zihniyeti milli ve ahlaki esaslara muvafık değildir. Okyanus ötesinde rol dağılımı ve işbölümü yapılmıştır. Zillet ittifakının paydaşları sırasıyla ABD’yi tavaf etmeye başlamıştır. Sipariş gündeme göre, listelenmiş talimatlar uyarınca, FETÖ’nün çekim alanında, emperyalizmin gözetiminde siyaset yapmanın onurlu ve haysiyetli hiçbir yanından bahsedilemeyecektir.
Zillet ittifakı, cumhurbaşkanı adayının kim olacağı sorusunun cevabını yanlış yerde aramaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nı seçecek, belirleyecek ve yetkilendirecek güç ne AB’dir, ne ABD’dir, sadece ve sadece büyük Türk milletidir.
CHP yitirdiği iradesini emperyalizmin kanlı sahnesinde bulmanın çabasındadır. Bu yüzden CHP yönetimi, kuruluş yıllarına sırt dönmüştür. CHP yönetimi, virajı alamamış ve arabayı devirmiştir. Merhum Prof.Dr.İdris Küçükömer diyordu ki: “CHP aslında, Batılılaşma adı altında düzenin yabancılaşmasını temsil etmiştir.” Tam da buna uygun olarak Kılıçdaroğlu’nun batı uygarlığında yer alma arzusu yabancılaşmadır, yozlaşmadır, süslü yıkımın millete artan dozajlarla kabul ettirilme amacıdır. Bugünkü CHP yönetiminin Türkiye’nin karşısında hizalandığı inkar edilemez boyuttadır.
Kılıçdaroğlu’nun değil Cumhurbaşkanı adayı olması, CHP Genel Başkanlığı koltuğunda oturması bile zuldür, CHP’ye oy veren kardeşlerimize hakarettir, hürmetsizliktir, dahası zulümdür.
Nasıl ki, koyunun çıkardığı toz kurdun gözünden kaçmazsa, bizim de hiçbir sinsi hesap gözümüzden kaçmamış, kaçmayacaktır. Emel sahipleri akıllarını başlarına almalıdır. Türkiye sahipsiz ve ümitsiz değildir. Türk milleti yarınsız ve çaresiz değildir. Devlet yetim, millet öksüz değildir. Milliyetçi Hareket Partisi dimdik ayaktadır. Cumhur İttifakı ezberleri bozandır, ezilenleri kucaklayandır, esareti milletimize reva görenlerin de hakkından cesaretle gelen ve gelecek olan iradedir.
Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın yaptığı araştırmaya göre gıda yardımına ihtiyaç duyan ülke sayısı 45’e yükselmiştir.
Dünya genelinde 828 milyon insan açlıkla karşı karşıyadır. Bu iç karartan manzaranın arkasında Covid-19 salgınıyla beraber Rusya ile Ukrayna arasındaki silahlı ve kanlı kriz bulunmaktadır. Daha güvenli, daha huzurlu, daha adil bir dünyaya ulaşmak için açlıkla, yoksullukla, gelir ve servet dağılımındaki adaletsizliklerle küresel çapta mücadele etmek insani ve vicdani bir görevdir.
Afrika’da yatağa aç giren çocuklar, denizlerde şişme botların batmasıyla balıklara yem olan mazlum yavrular, etnik ve mezhep çatışmalarıyla hayatları zindana dönen biçareler insanım diyen herkesin ve hepimizin yüreğini sızlatmalıdır. Küresel adalet ve merhametin kurumsallaşması, bu vesileyle empati duygusunun işlevsel olmasıyla vicdan seferberliğinin coğrafyaları kuşatması bir insan, bir medeniyet hakkıdır. Türkiye dünya üzerinde bu hakkı en fazla gözeten, bu hakka en çok riayet edip saygı gösteren ülke mevkiine tırmanmıştır. Beşeriyet barışa ve huzura susamıştır. Beşeriyet hakkaniyetli paylaşıma hasret kalmıştır. Eğer yeni bir dünyanın kapıları aralanacaksa, değişim dinamiklerinden farklı bir hayat iklimi doğacaksa bu yeni hal kesinlikle insan merkezli, adalet ve barış odaklı tecelli etmelidir. Bir damla petrolü, bir metreküp gazı insan kanından, insan hayatından, insan onurundan daha değerli addeden bir sefil anlayış derhal terk edilmelidir. Kan kokusu almış bir köpekbalığından daha tehlikelisi petrol kokusu almış acımasız ve zalim güçler değil midir?
Böylesi bir dünya nizamının, böylesi bir gezegen vasatının kalbi selim olması, insana ve insan haysiyetine hürmet etmesi akıl karı mıdır? Türkiye insan ve insanlık onurunu esas alarak ikmal ve icra ettiği siyasetiyle umut adası gibi belirlemeye ve berrak bir şekilde sivrilmeye başlamıştır.
Tahıl Koridoru Anlaşması’nın son üç aylık mazisine baktığımızda Ukrayna limanlarından kalkan 345 gemi toplam 7 milyon 700 bin ton tahılı ihtiyaç sahibi ülkelere taşımıştır. Türkiye bu süreçte asla unutulmayacak bir insanlık vazifesini deruhte etmiş, açlık çeken milyonların çığlığını hem duymuş hem de duyurmuştur. Rusya Federasyonu Başkanı Putin’in açıklamaları, Sayın Cumhurbaşkanımızın aktif ve çok kulvarlı girişimleri Türkiye’nin bir gaz deposu olmasını gündeme getirmiştir. Geçen hafta da vurguladığım gibi, kuzey hatlarının güvensiz olması sebebiyle TürkAkım enerji güvenliğinin vazgeçilmez bir öğesi haline gelmiştir. Bu aşamada Kılıçdaroğlu’nun “Ukrayna’dan yana olalım” sözü bütünüyle kof bir söz, gerçeklere aykırı bir görüş, siyaset ve diplomasi cehaletidir.Türkiye taraftır, ama kalıcı, kararlı ve kuşatıcı bir barışın tarafıdır.Avrupa ülkelerinin ısınıp aydınlanması yakın bir gelecekte Türkiye’nin takdir, temin ve kararıyla mümkün olabilecektir. Bu enerji jeopolitiğinde stratejik bir güç noktasına hızla tırmandığımızın apaçık resmidir. Bu arada Avrupa Birliği Komisyonu’nun 12 Ekim 2022 tarihinde yayımladığı 2022 yılı Türkiye Raporu baştan ayağa sübjektif, yanlı ve tarafgir bir siyasetin mecmuu olarak hafızalarımıza kaydedilmiştir.
Terörle mücadelemize yönelik haksız ve hayasız ithamları reddediyoruz. Siyasal sistemimize, siyasetçi ve yöneticilerimize asılsız iddiaları reddediyoruz. Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs’ta Rum ve Yunan tezlerini sahiplenen marazi bakış açısını reddediyoruz. Kıbrıs Türklerinin yok sayılmasını reddediyoruz. Rusya-Ukrayna savaşı kapsamında, AB’nin uyguladığı yaptırımlara Türkiye’nin katılmamasını eleştiren ucuz yaklaşımı reddediyoruz. AB’nin barışın değil savaşın yanında konuşlanmasını da bütünüyle reddediyor, 2022 Türkiye Raporu’nu gıyaben yırtıp atıyor, muhataplarının başına da külah olarak geçiriyoruz. Ülkemiz iyi niyetle, yapıcı, olumlu ve pozitif bir siyaset marifetince, dostane ve iyimser bir diyalog ekseninde duruş ve tutum gösterirken, AB’nin bunu görmezden gelmesi, her fırsatta Türkiye’yi kötü gösterme densizliği ayıptır, yanlıştır, günahtır, ikiyüzlülüğün ta kendisidir. Biz eğri ağaca yayım demeyiz, her gördüğümüze de dayım demeyiz. Su uyur, düşman uyumaz, ama biz de hiç unutmayız.
Kışı geçiririz geçirmesine, ama yediğimiz ayazı da aklımızdan çıkarmayız.
AB’nin siyaseti kriz siyasetidir. AB’nin siyaseti kutuplaşma siyasetidir. Demedi demesinler, nefretle gelmesinler, bizim böyle bir siyasete karnımız tok, misilleme siyasetimiz de pek çoktur.
27.Dönem TBMM’nin bu son yasama yılında geçen yıllarda olduğu gibi, milletimizin her derdiyle dertlenip çözüm yolları açacağız, haklı talepleri karşılayacağız, sorunlara neşter vuracağız.
Yaparsa Cumhur İttifakı yapar, gerisi boş boş bakar.
Bildiğiniz gibi sosyal medya tehlikeli bir mecradır. Bu mecrada her türlü haşarat da meydanı boş bulduğundan at oynatmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde benzerlerine şahit olunduğu üzere, sosyal medyanın hukuki ve ahlaki sınırlara getirilmesi, yalan ve iftira mahiyetli haberlerin önüne geçilmesi iç barış ve huzur ortamı için büyük bir zaruretti.Geçen hafta “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” AK Parti ve MHP’nin mücadele ve müdahalesiyle kabul edilerek yasalaşmıştır. Bu itibarla hepinize teşekkür ediyorum. Allah’a şükür, mühim ve acil bir ihtiyaç milli irade vasıtasıyla karşılanmıştır. Zillet ittifakı 29. maddeyi terörize ederek olmadık yollara müracaat edip mezkur kanunun görüşmelerini sabote etmeye kalkışmıştır.
Peki ne diyor 29. madde?
5237 sayılı Türk Ceza Kanununa 217. maddesinden sonra gelmek üzere “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” üst başlıklı şu ifadeler eklenmiştir: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Fail suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi halinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.” Zillet ittifakının, çıkarcı yandaşların, buçuk aydınların, kiralık kalemlerin saldırdığı, sulandırdığı ve feryat ettiği meşhur madde budur. Halk arasında endişe, korku ve panik yaratanlara cezai sorumluluk yüklemenin neresi hatalıdır?
Ülkemizin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni, genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayanlara yasal tedbir alınmasının neresi zulümdür?
CHP’li bir milletvekili, eline çekici alıp Genel Kurul kürsüsünde telefon kıracak kadar alçalabilmiştir. Sen o çekici telefona değil, kafana vurursan belki ayılabilir, kendine gelebilirsin. Bu çekiç Genel Kurul’a nasıl getirilmiş, kürsüye nasıl çıkarılmıştır?
Çekiç de aynen bir silah gibi suç unsuru değil midir? Bu haliyle çekicin mesela kalaşnikoftan ne farkı vardır? Biz Genel Kurul salonunda ne çekiçli eylemcilere ne de kalaşnikoflu teröristlere bilinsin ki, tahammül edemeyiz, sessiz kalamayız, seyirci olamayız.
Dediler ki: Yasayla birlikte korku ve baskı iklimi artacakmış. Seçim öncesinde halkın haber alma kaynakları boğulacakmış. Muhalefetin sesi kısılmak istenmiş. Ucube bir başyapıtmış. Hak ve hürriyete pranga vurulacakmış. Sansür yasasıymış, istibdada çanak tutulmuş, tarih bunu yazmış. Bu iddiaların tamamı palavradır, tamamı aldatmadır, söylenenlerin hepsi yalancıların sızlanmasıdır, sosyal medyadan milletimizi manipüle etmeye çalışanların kurnaz ve kurmaca şikayetidir. Nasıl olsa yalan haber yayamayacaklar, dertleri bundandır.
Nasıl olsa sahte hesapların arkasına saklanıp itibar cellatlığı yapamayacaklar, açmazları, sıkıntıları ve bunalımları bu nedenledir. Zillet ittifakının haberi olsun, ne yapsalar boşuna, köprü suyun öte yakasında kaldı.
Yalan habere bel bağlamayanlar bu yasadan rahatsız olmaz. İftiraya prim vermeyenler, kamu düzenini bozmayı aklından geçirmeyenler, ülkemizin iç ve dış güvenliğini zedelemek için pusuya yatmayanlar bu yasadan asla memnuniyetsizlik duymaz.
Geçiniz bunları, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, insan onuruyla insan haysiyetini savunan hiç kimse bu yasaya dudak bükmez, bükemez, bükmemiştir. Dezenformasyon yasası hıyanetin, bozgunculuğun ve rezaletin sosyal medya ayağına kilit vurmuştur. Çokta güzel olmuş, maşeri vicdan oh be demiştir. İşte kuyu, işte suyu, işte milletimizin huzuru, kast etmeye çalışanlar olursa bedelini sonuna kadar ödemeye hazır olmalıdırlar."
© Tüm hakları saklıdır.