Gündem

Ali Babacan T24'te: Yazıktır; Türkiye akıl dışı bir yönetimin bedelini ödüyor, bir çıkmaza gidiyor

"İlk Meclis ruhunun 100 yıl gerisindeyiz; kimse TBMM'yi kendi partisinin çıkarlarına göre kullanamaz"

17 Nisan 2020 10:51

Türkiye bir yandan salgınla mücadele ederken diğer yandan Meclis'ten tartışma yaratan pek çok düzenleme geçti. Ekonomideki sinyaller de küçülmenin kaçınılmaz olduğu yönünde. 

Gündemdeki konuları değerlendirmek üzere T24'ten Murat Sabuncu'ya konuk olan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan "Yazıktır, Türkiye akıl dışı bir yönetimin bedelini ödüyor, bir çıkmaza gidiyor" dedi. 

Meclis'ten geçen infaz düzenlemesinin adaletsiz olduğuna vurgu yapan Ali Babacan "İktidarın küçük ortağının bu düzenlemeyle ilgili kendilerine özel talepleri olduğu bir gerçek. Bu düzenleme  onların perspektifiyle yapılmış bir düzenleme.  Geniş bir perspektiften baktığımızda, insanların özgürlük hakkından, adaletten söz ediyorsak bunun dar parti çıkarlarına, onların yakın çevresinin çıkarlarına yönelik bir düzenleme olması kabul edilemez" dedi. 

"Meclis dar bir kadronun arzusunu yerine getirme makinesi değildir"

Meclis'in adeta yasa çıkartma makinesine dönüştüğünü ifade eden DEVA Partisi lideri Babacan, "Demokrasilerde meselelerin iyi istişare edilmesi gerekir. Meclis sadece dar bir kadronun arzusunu yerine getirme makinesi değildir. Böyle bir meclis kabul edilemez" ifadesini kullandı. Kurtuluş Savaşı dönemindeki ilk meclisi hatırlatan Babacan "O dönemde ben her şeyi bilirim diye yola çıkan yoktur. O dönemde Türkiye'nin her tarafından gelen temsilcileri dinleyen, atacağı her adımda siyasi bir meşruiyet arayan ve atacağı her adımda bir hukuk zemini arayan bir yönetim anlayışı vardı. Savaşın ortasında bile o meclis çalışmıştır. Türkiye, 100 yıl öncesinde ilk meclis ruhunun bile gerisinde" dedi. 

"Salgın krizi kutuplaştırmayla aşılamaz"

Hükümetin Koronavirüs salgınıyla ilgili aldığı önlemleri de yorumlayan Ali Babacan, "Bu sürecin toplumsal mutabakat anlayışıyla yönetilmesi lazım. Sivil toplum siyasi partiler bu sürecin içinde olmalı. İktidar bu süreci dar bir kadro ile kapalı bir ortamda yönetiyor. Alınan kararların doğruluğu ve yanlışlığından bağımsız olarak alınan kararlar dar bir çevrede alınırsa, kararların toplumsal olarak benimsenmesi için sahiplenilmesi çok zor olur. Benim çağrım iktidarın bu süreci daha katılımcı bir anlayışla yönetmesi, bilime ve akla dayanması. Türkiye bu krizi kutuplaştırmayla, düşman aramayla aşamaz" diye konuştu. 

"Türkiye şu an felç olmuş durumda"

Koronavirüs'ün küresel bir salgın olduğunu, sağlıkla ve ekonomi ile ilgili etkilerinin de küresel olacağına dikkati çeken Ali Babacan "Bu kriz uluslararası bir dayanışma ile aşılır. Ne sağlık boyutunu ne sağlık boyutun tek başına aşamazsınız. Sadece büyütürsünüz. En büyük ekonomi bile içe kapanırsa küçülür. Dayanışma mekanizmaları çok önemli. Krizden önce dünyadaki pek çok merkez bankası kendi arasında bir network kurmuşlardı. Salgın başlayınca bu network genişletildi. G-20 ülkelerin pek çoğu bunun içerisinde. Türkiye ise bu dayanışmanın dışında kaldı. Türkiye şu anda felç olmuş durumda yabancı düşmanlığı ile iktidar öyle bir alana sıkıştırdı ki kendisine dışarıda ne olduğuna bakacak yüzü yok.  Yazıktır bir inatlaşma uğruna bu ülke fakirleşir. 'Biz Bize Yeteriz' deniyor ama ne zaman yeteriz dayanışma ile yeteriz. Dar bir kadro her şeyi biz biliriz yönetimiyle yönetmezsek bunun maliyeti ağır olur" diye belirtti. 

"Devlet toplumdan daha güçlü olursa toplumu ezer"

Ekonomide kapsamlı bir bakış açısını olmadığını, güvenin olmadığı bir ortamda krizin çözülemeyeceğini kaydeden Babacan "belirsizliğin bir olduğu bir ortamda ekonomide bir toparlanma mümkün olmaz. Türkiye döviz kaynağı bulamazsa kriz derinleşir" dedi. 

Kurumları güçlü olan ülkelerin bu krizi daha iyi yönettiğini belirten Babacan "Devletin güçlü olması önemli ama bir o kadar da toplumun gücünün olması gerekiyor. Devlet toplumdan daha güçlü olur ve o denge sağlanmazsa devlet toplumu ezer. Güçlü hukuk güçlü kurum ve güçlü toplum olmalı. Toplumun gücü nereden gelir? Toplumun gücü sadece seçimden seçime sandıktan sandığa işleyen bir demokrasi değildir. Toplumun gücü sivil toplumun yüksek sesle konuşabilmesi görüşünü açıkça söyleyebilmesidir. Toplumun gücü aynı zamanda medya özgürlüğüdür, ifade özgürlüğüdür. Topluma kulağı tıkamak, siyasi partileri yok saymak, meclisi hızlı kanun makinesi olarak kullanmak; bu şekilde yapıldığında ülkenin geleceğinden hepimiz korkmalıyız" diye konuştu. 

"Türkiye şu anda oyunun dışında"

Uluslararası Para Fonu IMF'nin adı stand-by olmayan yeni bir hat açtığını hatırlatan Murat Sabuncu'nun 'Türkiye bu hattan yararlanmalı mı ? " sorusuna ise Babacan şöyle yanıt verdi: "Biz 2008 krizinden sonra bu stand-by anlaşmalarının ülkeleri pek çok konuda zora soktuğunu, IMF'nin de asıl kuruluş amacı olan ülkelerin ödemeler krizlerini yönetme ilkesiyle de ters düştüğünü söylemiştik. Ama Türkiye şu anda oyunun dışında" değerlendirmesini yaptı. 

"2008-2009 krizinden sonra devletler, hane halkı, şirketler daha çok borçlu" diyen Babacan üretim olmadan, verimlilik olmadan, para alış verişiyle ekonominin dönmeyeceğini söyledi. 

"Akademisyenler en özgür bırakmamız gerekenler"

Vakıf üniversitelerinin kapatılmasının önünü açan ve yasalaşan düzenlemeyi de eleştiren Babacan, "Kendi içinde vicdan muhasebesi yapan, istemeye istemeye elini kaldıran çok sayıda milletvekili var. Ama ülkedeki genel iklim mecliste o vicdanının ortaya çıkmasını engelliyor. Akademisyenler en özgür bırakmamız gereken insanlar. Sınırsız düşünebilen akademisyenler en iyi bilgiyi üretebilir.  En ufak eleştirel görüşü virüs olarak görmek... Bu ülkeye bu ülkenin insanına yazık" yorumunu yaptı. 

"Paranın siyasete hükmetmesi büyük tehlike"

Servet vergisi ile ilgili soruyu da Babacan şöyle yanıtladı: 

"Dünyada milyarderler kulübü gittikçe büyüyor. Paranın sermayeye hükmetmesi dünya için büyük bir tehlike. ABD'de seçim bağışlarında üst limitler vardı. Bunlar kaldırıldı. Yani büyük şirketseniz herkese adaylıklar konusunda yardımcı olabiliyorsunuz. Seçilenler kendilerine yardım edenlere borçlu hissediyor. Siyasetin finansmanının helal, şeffaf ve yaygın kaynaklardan karşılanması lazım. Bu dünya için de Türkiye için de geçerli. Toplum zenginleştiğinde daha büyüyen bir ekonomide sermaye sahipleri de daha çok iş yapacaktır. Münferit zengin üreten ülkeler otokratik rejimlerdir ya da sermayenin demokratik rejim üzerinde baskı kurduğu sistemlerdir."