Radikal yazarı Cengiz Çandar,Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde YPG’yi vurmasına ilişkin, “Türkiye, Kürt sorununa ilişkin olarak hem 'çıkmaz sokak’ta ve hem de Suriye’ye ilişkin olarak ‘bataklık’ta gezintiye çıkmayı’ düşünen bir iktidarın eline düşmüş bir halde” dedi. Türk ve Suudi askerlerin Suriye'ye kara operasyonu yapacağı yönündeki iddiaları da değerlendiren Çandar, yazısında "Vahhabilik', Osmanlı’ya karşı 'isyan başlatarak' ortaya çıkmıştı. Yaklaşık 200 yıl sonra, sürekli biçimde 'Ecdadımız' söylemiyle 'Osmanlı’ya saygılı' görünen Ankara’daki 'İslamcı-milliyetçi iktidar', 'Vahhabi' Suudi Arabistan ile 'aşk ilişkisi'ne tutuldu" ifadelerine yer verdi. Çandar, "AKP iktidarı, Suriye’de Kürt PYD’ye duyduğu 'düşmanlık'ın binde birini Sünni-Selefi IŞİD’e karşı duymuş olduğunu söyleyebilir misiniz?" diye sordu.
Çandar’ın Radikal’de “Suudilerle "aşk"-PYD ile düşmanlık...” başlığıyla bugün (14.02.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Türkiye, dün, sınır ötesinde PYD’yi 40 kilometre menzilli toplarla döverken, “bomba” sayılması gereken açıklama Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu’ndan geldi. “S.Arabistan uçaklarının İncirlik’e geldiğini” söyledi ve “Suudi Arabistan’la Suriye’de kara operasyonuna girebiliriz” dedi.
Böyle bir açıklamanın büyük yankı yapması gerekirdi. Ancak, Türkiye’ye Tayyip Erdoğan bildiğimiz şekliyle hükmetmeye başlayalı beri, ne başbakanın, ne de dışişleri bakanının sözlerinin bir hükmü yok. Sıfatlarının gerektiği gibi ciddiye alınmıyorlar.
Konu Suriye’yle ilgili olunca, “Suudi Arabistan ile birlikte savaşa giriyoruz” açıklamasını bizzat Tayyip Erdoğan bile yapsa, bu adımın atılabileceğinden kuşku duymak gerekiyor.
Ne kadar ciddiye almak gerekeceği tartışmalı bile olsa, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun sözlerini önce bir kaydedelim:
“PYD’nin bir terör örgütü olduğunu başından beri Amerikalılara söylüyoruz... Bu kadar anlatmamıza rağmen Daeş ile mücadelede bir terör örgütünü ortak gibi görmek büyük bir yanılgı...
Son günlerde PYD Rusların da desteğiyle muhalefete saldırıyor. Peki muhalefet kim? Amerika’yla desteklediğimiz muhalefet... Bizim de doğal olarak sormaya hakkımız var: Tercihini yap. Ortağın kim? Terör örgütüyle mi yola devam edeceksin, Türkiye’yle mi?..
Suudi Arabistan şimdi Türkiye’ye uçak gönderiyor... ‘Gerekirse asker de gönderebilirim’ dedi. Bu, S.Arabistan’ın Suriye’deki terörle mücadele kararlılığının bir göstergesi. Buradaki terör örgütlerinin arkasına sığınacağımıza 65 ülke karadan Daeş örgütünü temizlememiz lâzım...
S. Arabistan ile askeri ve savunma sanayi alanında çok ciddi işbirliğimiz var. Suriye’de aynı düşünüyoruz... Katar’la da ilişkilerimiz bu seviyede... Suriye’de Deaş ile mücadele konusunda Türkiye ve S.Arabistan başından beri kara operasyonundan yana... Kara operasyonu da olması lâzım...”
Bu lâf bolluğundan çıkartılacak sonuç şu:
Türkiye’nin Suriye politikasını yönlendiren Daeş’e karşı olmak değil, PYD ve ABD ile PYD’nin ilişkilerinin yol açtığı korku...
Örnek mi istiyorsunuz: TSK’nın iki gün önce YPG’nin eline geçen Azez yakınındaki Mennagh üssünü 40 kilometre menzilli “Fırtına” obüsüyle dövdüğü açıklandı. Peki, IŞİD’in sınır üzerindeki mevzilerinin ya da Azez’in hizasında bulunan ve elinde tuttuğu Bab gibi “stratejik noktalar”ın TSK topçusu tarafından dövüldüğünü hiç duydunuz mu?
AKP iktidarı, Suriye’de Kürt PYD’ye duyduğu “düşmanlık”ın binde birini Sünni-Selefi IŞİD’e karşı duymuş olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ankara, PYD’yi “terörist” diye etiketleyip, Washington’dan uzaklaştırmak isterken, “bu uğurda, icabında Suudilerle birlikte IŞİD’e karşı savaşmaya bile razı olabilirim” demeye getiriyor. “Yeter ki, ondan uzak dur. Ben, Suriye’de karada IŞİD’e karşı savaşırım” mesajını Washington’a iletiyor.
İnandırıcı mı?
Bu “mesaj”ın Washington’da “alıcısı” olduğu çok şüpheli.
Türkiye ile Suriye’nin “ortak kara savaşı” düşünecekleri alan, “sözde hedef” IŞİD bile olsa, “saha” Suriye olduğu için, ABD’yi Rusya ile “sıcak savaş”ın eşiğine getirebilecek olan böyle bir hesaba “yeşil ışık” yakması mümkün görünmüyor. Hele, Medvedev’in daha dün Münih’te “yeni bir Soğuk Savaş dönemine girildiğini” söylemiş olduğu şu dönemde.
Sorun, Ankara’nın “Kürt fobisi”ni bir türlü aşamıyor olmasından kaynaklanıyor. “Terörist” olduğu kanıtlanmak istenen PYD’nin, kurulduğu 2003 yılından çatışmaların başladığı 2011 yılına kadar Suriye’nin içinde “terörist” nitelemesine uyabilecek herhangi bir eylemi olmadı. Türkiye’ye karşı hiç olmadı.
Ama, Türkiye’deki iktidar, mantık ölçülerinin dışına çıktığı için, bir yandan ABD’yi Suudiler ile birlikte “ikna”ya uğraşırken, diğer yandan da onu “terörist” konumunda gösteren açıklamalarda bulunuyor. İşte Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın önceki günkü Tweet’i:
“PYD tartışmasız terör örgütüdür. Aksini iddia edenler, ya PYD’li veya bölücü terör örgütü mensubu ya da bunların gönüllü destekçisidir.”
Bunun, hafta içinde, Tayyip Erdoğan’ın iki, Çavuşoğlu’nun bir kez yaptığı “PYD terör örgütüdür. Ey Amerika, tarafını seç” açıklamaların üzerine ABD Dışişleri sözcülerinin üç kez inatla yapmış olduğu ters yöndeki açıklamalardan sonra yazılmış olduğunu not edelim.
Türkiye ile ABD’nin Suriye’deki gelişmelere ilişkin “öncelikleri” aynı değil. Türkiye ile ABD, Suriye’deki gelişmeleri “aynı şekilde değerlendirmiyorlar”.
Türkiye ile Suriye’deki gelişmelerin bir “birbirleriyle entegre bütün” haline gelmiş olması ve özellikle Kürt sorunu üzerinden gerçekleşen bu “birleşme”den Ankara’nın paniğe kapılması yeni değil. Tam bir yıl önce, ABD-PYD-YPG işbirliği sayesinde Kobani’nin IŞİD’den kurtarılmasının üzerinden birkaç gün geçmeden bile, 2015 Ocak sonunda, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Somali dönüşü uçakta şu açıklamayı yapmıştı:
“Nedir bu? Kuzey Irak... Şimdi de Kuzey Suriye doğsun! Bunu kabullenmemiz mümkün değil. Burada Türkiye olarak üzerimizdeki yükün ağır olduğunun bilincindeyim, biz buradaki duruşumuzu korumak zorundayız. Aksi takdirde Kuzey Irak’tan sonra burada da bir Kuzey Suriye... Bu oluşumlar gelecekte büyük sıkıntılara yol açacaktır.
Bir de şu boyut da var, yani Afrin, Kobani, Kamışlı, bu şeritte böyle bir düzenlemenin yapılması da manidardır…”
Biz de, 29 Ocak’ta (2015) bu köşede yer alan yazımızda, Erdoğan’ın Kobani’nin kurtuluşu sonrası yaptığı ve bir bölümünü aktardığımız açıklamalarından yola çıkarak, şu değerlendirmede bulunmuştuk:
“Bütün bunlardan iktidarın ‘çözüm süreci’nin parametrelerine ilişkin algısını da sezebilmek zor değil. Bu bakımdan ‘Kobani zaferi’nde Ankara’nın müttefiki Erbil’in ‘peşmergeleri’nden çok ABD’den de övgü almış olan farklı bir Kürt gücünün payı olması, iktidarın ‘çözüm süreci’ne yönelik hesaplarını da bozacak nitelikte görülebilir.”
Bir yıl ileriden, şimdi, geriye baktığımızda “çözüm süreci”nin ortadan kaldırılmasıyla, Suriye’de yaşanan gelişmeler arasındaki bağı ve bunun ortadan kaldırılmasındaki “iktidar payı”nı daha kolay anlayabiliriz.
Asker kökenli güvenlik uzmanı, Metin Gürcan, Al Monitor’da önceki gün bu konunun geleceğe yönelik “tehlikeli boyutu”nu şöyle dile getirmişti:
“... Güneydoğu’daki çatışma alanlarından edindiğim izlenim aslında Ankara-PYD ilişkilerinin giderek Türkiye’nin içindeki çatışmaları belirleyen temel faktör haline geldiği. Yani Türkiye’de sayıları belki de yüzbinleri bulan Kürtler Ankara’nın PYD konusundaki tutumunu çok yakından takip ediyor. Bu açıdan belki de Ankara-PKK çatışmalarında Suriye’nin kuzeyini birincil cephe, Güneydoğu’daki çatışma yaşanan kentleri de ikincil cephe olarak görmek mümkün. Bu nedenle Ankara’nın Suriye içine olası bir kara harekatı Türkiye’de devam eden çatışmaları daha da büyütebilir, hatta çatışmaları ülkenin batısına yayabilir.”
Kürtlerle “barışmayı” bir türlü bilmemek, istememek; Türkiye’yi ne hale getirdi...
“Vahhabilik”, Osmanlı’ya karşı “isyan başlatarak” ortaya çıkmıştı. Yaklaşık 200 yıl sonra, sürekli biçimde “Ecdadımız” söylemiyle “Osmanlı’ya saygılı” görünen Ankara’daki “İslamcı-milliyetçi iktidar”, “Vahhabi” Suudi Arabistan ile “aşk ilişkisi”ne tutuldu.
Suriye’deki Selefi-İslamcı örgütleri birlikte oluşturdular. Yetmedi. Elele Suriye’de savaşa girmekten söz ediyorlar.
Yani Türkiye, Kürt sorununa ilişkin olarak hem “çıkmaz sokak”ta ve hem de Suriye’ye ilişkin olarak “bataklık”ta “gezintiye çıkmayı” düşünen bir iktidarın eline düşmüş bir halde.