Nuray Mert
(27 Kasım 2010)
İstanbul'da düzenlenen Avrupa Yazarlar Toplantısı’na ‘onur konuğu’ olarak davet edilmesi büyük tartışma hatta kavga yaratan V.S. Naipul, Türkiye’de pek tanınan bir yazar değildi. 2001 yılında, 11 Eylül olayının hemen ardından Nobel almasını ben tam bir skandal olarak görmüştüm ve yazmıştım (Radikal, 13 Kasım, 25 Kasım 2001).
Zira Naipul, sadece edebi eserlerinde sergilediği sömürgeci, misantropik görüşleri nedeniyle tartışmalı bir yazar değildi. İslamcı radikalizmi kendince değerlendirmek üzere, İran devriminin hemen ardından dört Müslüman ülkeye yaptığı gezilerden derlediği ‘Among the Believers’ (1981) Müslüman dünya’yı son derece sığ ve aşağılayıcı biçimde değerlendiriyordu. Üstelik, işin peşini bırakmayıp, daha sonra, bu ülkelere yeniden gitti ve benzer bir anlayışı sergilediği ‘Beyond Belief’ (1998) adlı ikinci bir kitap yazdı. Bu kitapların edebi hiçbir yönü yok. Dahası, kimse tartışmalı kitaplarını okumadığı için farkında değil ama, Naipul, bu kitaplarda sadece dindarları değil, hoşlanmadığı tüm fikirleri aşağılamak için vesileler buluyor. Pakistan ve İran’a ilişkin bölümlerde uzun uzun, bu ülkelerde karşılaştığı Marksist, solcu aydınlar, alaycı biçimde konu ediliyor.
‘Yazar ve diğer sanatçıların, siyasi görüşleri, değerlerini ne kadar gölgeler?’ tartışılabilir bir konu. Ancak, o dönemde Nobel alması, son derece yadırgatıcı olması gereken siyasi bir mana ifade diyordu. Türkiye’de yapılan bir toplantıya, ‘onur konuğu’ olarak davet edilmesinin yadırganması da son derece doğal. Tepki gösterenlerin neredeyse tamamının, Naipul’un kitapları hakkında pek fikri olmayanlar olması ve kullanılan dil sadece bir ‘seviye’ meselesi.
Son tartışma etrafında benim asıl takıldığım, bazı büyük Türk demokratlarının, konunun ‘gelmesin bu gavur’ şekline bir linç kampanyasına dönmesine ve yazarın gelmekten vazgeçmesine karşı, bu olayı demokrasi ve fikir özgürlüğü açısından değerlendirenler arasında olmaması. Laik kesimde benzer bir tepki söz konusu olsa, demokrasi diye kıyameti koparacak olan bazılarının hiç ses çıkarmaması.
Bunlardan özellikle birinin sesinin hiç çıkmamasını izah etmek mümkün değil. Naipul Nobel aldığında, Yeni Şafak gazetesinde yazan Cengiz Çandar, Naipul hayranı yakın arkadaşı Fuad Ajami’ye gönderme yaparak, Naipul’un bakışının müslüman dünyayı anlamak açısından ne kadar önemli olduğunu belirtmişti. Bununlada yetinmeyip, konuyu Türkiye’ye bağlamıştı; ‘Yirmi birinci yüzyılda ayakta kalmak için bizdeki ahlaksız, akılsız, ufuksuz, iradesiz ve kafası karışıkları, içerden ve dışarıdan kurulacak psikanaliz masasına yatırmamızın zamanı geldi’ diyordu (21 Ekim 2001).
Bu arada hatırlatayım, şimdilerde, Naipul’u kışkırtıcı biçimde manşet yapan Yeni Şafak gazetesi içinde, liberaller ile İslamcılar kavgası vardı. Başta Çandar olmak üzere o sırada bu gazetede yazan liberaller, İslamcıları 11 Eylül olayını samimi biçimde kınamadığı için eleştiriyorlardı. Başka gazetelerden liberaller de, 11 Eylül olayından yola çıkıp, Naipul’u çağrıştıran müslüman dünya değerlendirmelerine girişmişti. Hasan Cemal, Demirel ile gittiği Pakistan gezisinde tanık olduğu Türkiyeli Taliban’ların Türkiye’deki izlerini sürme gereği duymuştu (Milliyet, 16 Eylül 2001)
Devir öyle bir devirdi. İslami kesim güçsüzdü ve neredeyse 11 Eylül’ün hesabı bile onlardan sorulabiliyordu. Sonra işler değişti, tüm bunlar unutuldu. Başta iktidar olanlar, güç ellerine geçince kendilerine biat edenleri, ‘demokrasi mücadeleleri’nde baş müttefik saymaya başladılar.
Naipul olayı dolayısı ile Türkiye’de demokrasinin neyi gerektirdiğini sorgulayacaksak, muhafazakar kesimden gelen seviyesiz tepkilerden daha önemli olanın, bu olay karşısında sessiz kalan, geçmişte Naipul’u övdüğü halde sessiz kalabilenlerin demokrasi adına ‘Alikıran başkesen’ kesilebilmesini görmek lazım.
Bu ülkede demokrasi gelişemiyorsa, bunun önündeki engeller sadece muhafazakar ve Kemalist otoriter zihniyet dünyaları değil. Demokrasi ve demokratlığın ilkeli bir ekseninin olmaması, olamaması. Naipul tartışması vesilesi ile dikkatinizi, tekrar bu noktaya çekmek istiyorum.
Şahıslarla işim yok ama, baktım ki, düşünsel tutarlılık ve ilkelilik konusuna isim vermeden dikkat çekmeye çalışınca, kimse üç beş sene önce söylediğinin ardında durmuyor, gizlenip meseleyi geçiştirmeyi tercih ediyor. O nedenle bazı isimleri zikretmek zorunda kaldım.
NOTLAR:
1 - Daha sonra Virgül dergisinde daha geniş
bir Naipul yazısı yazdım (Aralık 2001)
2 - Naipul geçtiğimiz Temmuz ayında İstanbul Kültür Başkenti etkinliklerinden İstancool çerçevesinde Türkiye’ye geldi. Ben de kendisi ile, bir davette karşılaştım ve uzunca sohbet ettim, Nobel almasına karşı yazdığımı söyledim, herhalde son olaylar dolayısı ile bu sohbeti hatırlamış ve kıyameti koparanlardan birinin ben olduğumu düşünmüştür. Oysa ben Yazarlar toplantısından haberdar olmadığım için tepki vermeye
zaman bulamadım. Bulsaydım, Nobel aldığında yazdıklarıma benzer bir şeyler yazardım.