Gündem

Can Dündar Silivri’den yazdı: Bu kadar mı tekerrür ederdi tarih; zulüm tanrısı bu kadar mı kopya çekerdi!

'Günlük tutmaya niyetlenmiştim ama Nedim'i okuyunca vazgeçtim...'

14 Aralık 2015 11:37

MİT TIR’ları ile ilgili haber yaptığı gerekçesiyle tutuklanan Cumhuriyet yazarı Can Dündar, Silivri Cezaevi’nden yazdığı köşesinde hapse girdiğinden beri günlük tutmaya niyetlendiği ama Nedim Şener’in bunu çoktan yaptığını söylerken, “Sayfaları çevirdikçe yeni seyrettiğim bir filmin, eskisinden araklama olduğunu fark etmişçesine hayrete düştüm. Bu kadar mı tekerrür ederdi tarih; zulüm tanrısı bu kadar mı kopya çekerdi!” dedi.

Can Dündar’ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (14 Aralık 2015) tarihli nüshasında yayımlanan “Ya demokrasi, ya hiç” başlıklı yazısı şöyle:

Tanrılara kafa tutmuştu Sisyphos; günahı büyüktü, cezası da büyük oldu. Devasa bir kayayı, yalçın bir dağın eteklerinden doruklarına taşıyacaktı. Gün doğmadan kaya, zirvede olacaktı. 

Bütün gece, bütün gücüyle taşıdı kayayı Sisyphos... Gün ışırken, kan ter içinde doruktaydı.

Ama tanrıların eli orada onu bekliyordu. Taşı bir fiskeyle yeniden yuvarladılar zirveden eteklere... 

Bitti sanılan ceza, yeni başlıyordu. 

Sisyphos artık her gece taşı dağın tepesine taşıyacak, sonra gün ışığıyla yeniden yeniden en başa dönecekti.

***

Nedim Şener’in Silivri anılarını (“Baba Seni Neden Oraya Koydular?”, DK, 2012) okurken, mitolojideki Sisyphos efsanesini anımsadım. 

İçeri girdiğimden beri dostlar günlük tutmamı tavsiye ediyordu. Niyetlenmiştim de bir ara... Ama Nedim’i okuyunca vazgeçtim. Benim yazmaya niyetlendiğim kitabı yazmıştı çoktan... Hem de aynen; cümle cümle, satır satır... 

Sayfaları çevirdikçe yeni seyrettiğim bir filmin, eskisinden araklama olduğunu fark etmişçesine hayrete düştüm. 

Bu kadar mı tekerrür ederdi tarih; zulüm tanrısı bu kadar mı kopya çekerdi!

***

5 yıl önce Ergenekon’dan tutuklanmıştı Nedim... Sanki bizim mahkemeyi anlatıyordu: 

“Karar için salona alındığımızda hâkim yerimize geçmemizi beklemeden tutuklama kararı verdi. ‘Çıkabilirsiniz’ dedi, kestirip attı. Hakkımızdaki kararın mahkemeden çok önce verildiğini düşünüyorum.” 

Biz tutuklandıktan bir gün sonra Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, hemen ardından da Başbakan Davutoğlu, “Aslolan gazetecilerin tutuksuz yargılanmasıdır” demiş, ama hemen eklemişlerdi: 

“Fakat onlar gazetecilik faaliyetinden yargılanmıyor.” 

Meğer Nedim tutuklandığında da cumhurbaşkanı, tutuklamayı kaygıyla karşılayan bir demeç vermiş. Şöyle yazıyor Nedim: 

“Tutukluluğumuz boyunca duyacağımız ‘endişe, üzüntü, kaygı’ açıklamalarının ilki buydu. Ama bu, adaletin tecellisi için değil, oluşan tepkileri yatıştırmak içindi. Sonrasında siyasetçilerden en çok duyduğumuz söz, ‘Ama onlar gazetecilikten dolayı tutuklanmadı’ sözü olacaktı. İnsan bari cümleyi biraz değiştirir.”

***

İlerleyen sayfalarda, ayaklanıp yollara düşen, ağızlarında siyah bantla yürüyen meslektaşlarını yazmış Nedim... Türkiye’de ve dünyada basının, meslek örgütlerinin yayımladığı kınama mesajlarından söz etmiş. Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu yetkililerinin açıklamalarını vermiş. Bizim için yapılan açıklamalara bakınca bir kısmı, “kes-yapıştır” hazırlandığı hissi veriyor. 

Ailesi dışında Milliyet’ten Murat Sabuncu gelmiş Nedim’in açık görüşüne her hafta...

Şimdi “Cumhuriyet’ten Murat Sabuncu”, benim açık görüş çilesini devraldı, Tahir ve Tayfun’la birlikte... Murat görüşmede “Gidişattan hükümet de rahatsız” demişti bana... Meğer Nedim’e de aynısını söylemiş. İlahi! 

Tutuklanmaları ilk günler gazetelerin manşetinde, dergilerin kapağındaymış. Birkaç gün sonra İbrahim Tatlıses’e silahlı saldırı olunca gündemden düşmüşler. 

Gel de bizim tutuklanmamızdan 2 gün sonra katledilen Tahir Elçi’yi anma şimdi... 

O öldürülünce, “Keşke tutuklanmış olsaydı” dedi insanlar... Bize de “İyi ki içerdesiniz” dediler. Nedim’e de bir subay, “İyi ki Silivri’desiniz. Başınıza daha kötü bir şeyler gelebilirdi” demiş. 

Türkiye’nin düşünen yurttaşlarına sunduğu seçenekler bunlar: Katledilmek veya hapsedilmek...

 

***

 

Gerçeğin peşine düşerek, hırsızlığı, yolsuzluğu, yalanı teşhir ederek iktidarı kızdırdığımız için bütün bunlar... 

Sisyphos gibi, “gerçek” denen devasa bir kayayı inançla, inatla, dirençle görünür bir yere taşımaya çalışıyoruz. Gün ışımaya yüz tuttu mu, gecenin bekçileri bir fiskeyle yeniden karanlığa itiyor gerçeği... Aydınlık, erteleniyor yine... 

Ve biz nöbeti devralıp devrederek sürdürüyoruz bu bitmeyen laneti... 

Uykudakilerin bir gün sabaha sahip çıkacaklarını bekleyerek...

 

***

 

Ama durun... 

Kitabın sonunu söylemedim henüz... 

Nedim Şener, itibarına itibar katarak çıktı hapishaneden... 

“Tutuklanmamızın ardındaki polis müdürü” dediği isim, halen burada, birkaç koğuş ötemizde yatıyor. 

Onu tutuklatan savcı, çoktan yurtdışına kaçtı. 

Mitolojik tanrıların yoksa da, tarihin bir adaleti var. Bu da, bu yazının “kıssadan hissesi” olsun. 

Nedim, Yaşar Kemal’in bir mesajıyla hayata tutunmuş Silivri’de... Ben de kesip astım başucuma...

Şöyle diyor usta:

“Bu gelip geçici duruma bakıp umutsuzluğa düşmenin gereği yok. 

İnsanoğlu, umutsuzluktan umut yaratandır. 

Ya demokrasi, ya hiç... 

Türkiye ‘hiç’e layık değildir. 

Selam olsun korkunun üzerine yürüyenlere... 

Selam olsun insanlık toptan tükenmedikçe umudun da tükenmeyeceğini gösterenlere...”