Gündem

Can Dündar: MİT TIR'ları davasını bütün dünya izliyor, verecekleri karar başlarını derde sokar

"Tarihimizin en alıngan Cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız"

01 Nisan 2016 14:12

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, gazetenin Ankara Temsilcisi Erdem Gül ile birlikte yargılandıkları MİT TIR'ları davasına ilişkin, "Bu artık politik bir kavga. Ve biz sosyal ve politik alanda güçlendik, yalnız olmadığımızı gördük, ulusal ve uluslararası alanda desteği hissettik. Mahkeme ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın bu haber artık bütün dünyanın bildiği bir habere dönüştü. Bu dava da bütün dünyanın gözlediği bir dava. Şimdi verecekleri karar eskisinden daha fazla başlarını derde sokacaktır" dedi. "Merkel’in benim hapishane maceramla ilgileniyor olması olsa olsa vicdan azabından olabilir, Erdoğan’la flört ederken. Kendisine yazdım da bunu" ifadelerini kullanan Dündar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın davaya müdahil olmasıyla ilgili "Tarihimizin en alıngan Cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız! Bu bir panik göstergesi, ben gene tersinden okuyorum, çok korkuyor Erdoğan. Ve bu korkudan dolayı da baskıyı artırdı. Bizim yapmamız gereken korkutmaya devam etmek" diye konuştu.

Can Dündar'ın Özlem Gürses'e yaptığı açıklamalar şöyle:

- Türkiye’nin en ünlü tutsakları oldunuz…

Ünlülük de bir tutsaklık aslında, çifte kavrulmuş oldu.

- Kitabının imzası için Bursa’daydın. Nasıl karşılandın?

Bursa çok çok iyiydi. Her zamankinden farklı bir durum var bu sefer. İnsanlar hem bir geçmiş olsun demek, hem de destek olmak coşkusuyla geldiler. Hükümetin gadrine uğramış bir tutsağa gelir gibi, ilk kez bu kadar kucaklandım. Çok etkileyiciydi.

- “Tutuklandık…” Bir kitap mı, başka yok mu?

Var aslında, başlanmış kitaplarım vardı, onlara da çalışma fırsatı buldum. İyi değerlendirebilirsen orası sana telefonu olmayan, kapısı fazla çalmayan bir çalışma ortamı sunuyor. Bir mezara da dönüştürebilir, bir çalışma ofisine de. Süreyle de ilgili, gerçekten bazı kişilere mezar oldu çünkü Silivri. 3 ay bir tür balayı, uzadıkça bir cehenneme dönüşür.

 

Topluma nasıl küseyim?

 

- Okuyucuya kırgınlığın olmadı mı? “Bunları öğrenin diye yapıyoruz gazeteciliği” gibi…

Yok, hayır. Siyaset bilimi tahsil ettim, doktoramı orada yaptım, en son suçlanması gerekenin toplum olduğunu düşünürüm. Ben topluma küsmem, insanlara darılmam. Biliyoruz toplumun koşullarını, oraya buraya silah gitmiş, hükümet onlara yalan söylemiş, şu anda gündemlerinde bu yok. Bu da bizim hatamız, bunu onların gündemlerine sokacak olan biziz.

- Nasıl bizim hatamız?

Ekmek derdinde insanlar. Biz ekmeği dağıtamadık adil bir şekilde. Ve onları bir çuval kömüre muhtaç hale getirdik, bu yılların birikimi. Eğitimi aksattık, köy enstitülerini kapattık…

 

Halkı suçlamanın anlamı yok

 

- Sen nasıl sorumlusun ki bütün bunlardan? Karar mekanizmalarında olanlar sorumlu…

Evet ama halkı suçlamanın da bir anlamı yok. Şu da bir yaşam tercihi, oraya nöbete gelen bir avuç insan vardı, ben onları takdir etmeyi tercih ettim öbürlerine kırılmaktansa… Çünkü anlaşılabilir bir şey, insanların işi var, o işini kaybedecek, bundan korkuyor. Belediyede zar zor iş bulmuş, bize destek olursa o işinden olacak, ya da haberi yazarsa hedef haline gelecek.

- Öte yandan uluslararası platformlarda da olağanüstü bir ilgi gösterildi. Bu seni şaşırttı mı?

Evet, o şaşırttı beni doğrusu, bunu beklemiyordum. Bir kısmı ikiyüzlülük, Merkel’in benim hapishane maceramla ilgileniyor olması olsa olsa vicdan azabından olabilir, Erdoğan’la flört ederken. Kendisine yazdım da bunu. Ama bir sürü uluslararası meslek kuruluşunun oralara gelmesi, nöbet tutması büyük bir dayanışma örneğiydi. Bir yerde dayak atarsan bütün dünya artık bunu duyuyor ve yardıma koşuyor. Bu da çok sağlıklı bir şey, hiç öyle emperyalizmle filan ilgisi yok.

- Son olarak konsoloslar bu öfkeden nasiplerini aldılar. 1 Nisan’da sence yine salonda olacaklar mı?

Göreceğiz, hakikaten kestiremiyorum çünkü o artık diplomatik bir krize dönüştü. Ne destekleri çok abartmalıyız, ne de bu eleştirileri. Bunlar uluslararası ilişkilerde jestler.

 

Cemaate hiç yakın olmadım

 

- Sen Cemaatçi misin?

Hayatımda hiç yakın olmadım cemaatlere, hiçbir türüne. Bir takım da tutmam ben mesela, bir partiye de angaje olmadım. Hiç taraftarlık ruhum olmadı, hiçbir rozet takmadım, kendimi bir kuruma ait hissetmedim. Bana söylenecek en komik şey bu, çünkü hiçbir otorite tanımadım ben.

- Gazete ne durumda; maaş ödeyebiliyor musun?

Cumhuriyet her zaman bir türbulans gazetesidir. Çok zor zamanlar geçirdik, olağanüstü yoğun çalıştılar çocuklar, 4 aydır 1 gün izin yapmadan. Fakat müthiş bir dayanışma duygusu ve direnç kazandı gazete. Maaş ödeyebildik, hiç aksatmadan. Tabii ki çok yüksek maaşlar değil.

 

Politik alanda güçlendik

 

- 1 Nisan’dan ne bekliyorsun?

Son duruşma milletvekilleri ve konsoloslar salonda kalmakta ısrar ettikleri için ertelendi. Onlar çıkartılsaydı tutuklanmamızı isteyecekti savcı. Onların ısrarı oyunu bozdu. Türkiye bir hukuk devleti olsa AYM’nin bu kararından sonra beraat etmemiz lazım. 1 Nisan’da da tutuklama kararının zor olduğunu düşünüyorum. Bu artık politik bir kavga. Ve biz sosyal ve politik alanda güçlendik, yalnız olmadığımızı gördük, ulusal ve uluslararası alanda desteği hissettik. Mahkeme ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın bu haber artık bütün dünyanın bildiği bir habere dönüştü. Bu dava da bütün dünyanın gözlediği bir dava. Şimdi verecekleri karar eskisinden daha fazla başlarını derde sokacaktır. Bu bir avantaj mı, evet. Aynı zamanda Erdoğan’ın şimşeğini çekmesi açısından dezavantaj gibi görülebilir. Ama ben kolay kolay cesaret edemezler diye düşünüyorum, yine de burası Türkiye, hiç belli olmaz!

 

En kırılgan Cumhurbaşkanı

 

- Cumhurbaşkanı ve MİT’in müdahil olması durumu değiştirmedi mi?

Düşünebiliyor musun, bir zavallı gazeteci ve karşısında Cumhurbaşkanı ve MİT Müsteşarı. Tarihimizin en alıngan Cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız! Bu bir panik göstergesi, ben gene tersinden okuyorum, çok korkuyor Erdoğan. Ve bu korkudan dolayı da baskıyı artırdı. Bizim yapmamız gereken korkutmaya devam etmek.

- Cumartesi sabahının manşetini düşündün mü ? İki versiyon olarak…

Henüz düşünmedim, onu da gazetedeki arkadaşlar düşünsün !

 

Kimilerinin beni ezmek için çırpınışını izledim

 

- Silivri’de ne değişti? 

Özendirici olmak istemem ama iyi geldi bana! Kendinle hesaplaşma, kendini tanıma, yalnızlıkla baş etme… Dostunu düşmanından ayırma.

- Öyle bir şey oluyor mu gerçekten?

Tabii ki. Yokmuşsun gibi davrananlar, yıllarca seninle yan yana olduğunu düşündüğün meslektaşlarının ikiyüzlülüğü. Kimilerinin seni ezmek için, kimilerinin kurtarmak için çırpınışı. Oturduğun yerden izlemek inanılmaz.

- Sevimsiz bir benzetme olacak ama, ölmüşsün de cenazeni izliyormuşsun gibi…

Aynen, yüzde yüz doğru. Ben hayatımda hiç bu kadar yalnız kalmamıştım. 40 gün tamamen kendinlesin. Ondan sonra da Erdem’le bir dönemimiz var. Eşimle bile o kadar yakın yaşamadım ben, 24 saat bir adamla birliktesin. Kızdığın şeyler, üzüldüğün şeyler, katlandığın şeyler. Fakat şunu hissettim, çok hazırlıklıymışım. Belki Türkiye’de gazeteci olmaktan gelen bir şey.

 

Hapiste yazı yazarken bariyerlerden kurtuldum

 

- Ve çıktın. Ama sevenin kadar sinir olanın da var. Hatta çok kızgın olanlar da…

Bir şey itiraf edeyim mi, sosyal medyada hakkımda yazılan yorumları hiç okumadım. Orası bir gayya kuyusu ve okuduklarına göre bir savunma sistemi kuruyorsun. “Ne diyecekler, patron ne diyecek, arkadaşlar ne diyecek, hükümet ne diyecek, benim okurlar kızar mı, bu kelimeyi anlar mı?” bütün bunlar bizim önümüzde birer bariyer. İlk kez hapishanede tuhaf bir şekilde hiç olmadığım kadar özgürdüm! Bizi hapseden sadece hükümet değil ki, aynı zamanda okurlarımız, aynı zamanda çalıştığımız gazete, aynı zamanda önyargılarımız, bütün bu biriktirdiğimiz “konu komşu ne der” halleri…

- Kendinle hesaplaştın mı? Özeleştiriler, keşkeler…

Çok çalıştım, bunları pek düşünmedim. Bizi tecrit etmeye çalıştılar, başaramadılar. Milletvekillerinin, avukatlarımızın, arkadaşlarımızın yalnız bırakmaması sayesinde…