T24 - Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Maud de Boer-Buquicchio Cumhuriyet gazetesinin sorularını yanıtladı. Buquicchio, "Türkiye, kadına şiddetin önlenmesi için uluslararası yükümlülük altına girdi" dedi.
Kadın ve çocuk haklarına ilişkin yaptığı çalışmalarla öne çıkan Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Maud de Boer-Buquicchio, Türkiye’de çok daha fazla sayıda kadının kamusal alanda ve politikada yer alması gerektiğini söyledi. Sadece maskülen (erkek ağırlıklı) bir siyasi yapıyla Türkiye’nin bir şey elde etmesinin mümkün olmadığını dile getiren Buquicchio, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde AKP hükümetinin ululararası bir sorumluluk üstlenmiş olduğuna da vurgu yaptı. Buquicchio, kadına şiddeti insan hakları ihlali olarak kabul eden uluslararası sözleşmenin imza töreni için geldiği Türkiye’de, Cumhuriyet gazetesinden Bahadır Selim Dilek'in sorularını yanıtladı.
- Bu sözleşme Türkiye’ye ne getirecek?
Sözleşmenin imzalanmasıyla bir gelişme sağlanacaktır. Bu, Türkiye’de farkındalığın artması meseledir. Türkiye bu sözleşmeye imza atarak uygulama konusunda yükümlülük altına girdi.
- Sözleşmenin imzalanmasından sonra nasıl bir süreç işleyecek?
Bu temelde Türkiye’den bu konuda yavaş yavaş bir gelişme sağlamasını bekliyoruz. Mesela bu konuya ilişkin mevzuatın değişmesi gerekir. Örnek olarak bildiğim kadarıyla halen yürürlükte olan mevzuata göre, nikâhsız ya da dini nikâhlı kadınlar şiddete maruz kalırlarsa, yargıçlar ve kanun uygulayıcılar tarafından koruma kapsamında olmuyor. Belki, bunun daha açık şekilde -mesela kadına şiddet bağlamında, sözleşmeden de anlaşıldığı gibi mutlaka, geçmişte evli olanların daha sonra ayrılmasıyla sıkça ortaya çıkan şiddeti de kapsamalı- Türkiye’nin mevzuatına girmesine gereksinim var.
‘Kadın her şekilde korunmalı’
- Nasıl olacak peki?
Bu bir mentalite sorunu. Eğer, yasayı gelişimci bir şekilde ele alırsınız ve koruma kapsamını geniş tutarsanız. Bunu yapmak istiyorsanız yaparsınız, yapmak istemiyorsanız yapmazsınız... Bu nedenle, açık bir mevzuat yapılmasında yarar var.
Bu, kadınlar için çok daha fazla koruma alanı (sığınma evi) sağlamak anlamına gelecektir.
Türkiye halen az sayıda koruma alanları var ama çok belli ki bunların özellikle Güneydoğu’da, kırsal kesimlerde olanlarının durumunu iyileştirmek gerekiyor. Biz sadece İstanbul ve Ankara’daki kadınlara ilişkin konuşmuyoruz.
Tüm Türkiye’deki kadınlara ilişkin konuşuyoruz. Bütün Avrupa’da olduğu gibi... Bu konunun sadece Türkiye ile sınırlı olduğuna inanmayın. Biz biliyoruz ki Avrupa’da her gün 7 kadın yaşamını yitiriyor, şiddetin bir sonucu olarak bu, Türkiye’de olmuyor.
- Töre cinayetleri konusuna gelirsek.
Töre cinayetleri ve “geleneksel şiddete” referans veren hiçbirşey tümüyle kabul edilemez. Sözleşmede bunun güzel örneği var. Geleneksel ve kültürün gerekçe gösterildiği şiddeti kabul etmiyoruz, aynı şekilde töre cinayetlerinde olduğu gibi... Tükiye’de mevzuatta bu konuda değişiklik yapıldığını biliyorum. Daha önce, bu tür cinayetlerde hafifletici neden olarak kabul edildiğini biliyorum. Artık olmadığını söylemekten memnunum. Bizim, bunu erkeklerin anlamasına ve kadına saygı duymasına gereksinimimiz var. Bu çok önemli.
- Türban konusunda ne düşünüyorsunuz. Bu Türkiye’de önemli bir sorun
Nasıl bir sorun?
- Türkiye’de kadınların kamusal alanda türban takması yasak. Çünkü laiklik ilkesine aykırı. Bu, iktidar tarafından siyasi enstrüman olarak kullanılıyor ve özgürlük sorunuymuş gibi yansıtılıyor.
Bu bir tartışma konusu. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kararı var. Bu konuda değişik görüşleriniz olabilir.
- Peki bu bir özgürlük sorunu mudur?
Nasıl baktığınıza bağlı. Bana göre eğer bir kadının özgür seçimiyse, bir sorun görmem. Eğer özgür bir seçim değilse, o zaman sorun olabilir. Bütün bunlar, kadının nasıl yaşayacağına, kocasıyla nasıl yaşayacağına, nasıl giyineceğine dair haklarının olmasıyla ilgili. Eğer durum böyle değilse, o zaman sorun görürüm ben.
- Peki, türbanlı kadın, ‘evde oturacağım, çalışmayacağım, kocamın arkasından yürüyeceğim, 2. sınıf olduğumu kabul edeceğim’ derse ki Türkiye’de bunun çok örneği var. Bu o kadının özgür seçimi olabilir mi?
Siz ‘ikinci sınıf’ olarak sınıflandırıyorsunuz. Kadın mutlaka eğitimli olmalı. Bu, temel bir prensip, temel bir hak insan hakları bağlamında. Kadın mutlaka eğitimli olmalı.
- Türbanın siyasi mesajının kaynağına baktığınızda bu zihniyet zaten kadını geri plana atmıyor mu? Bu kadına şiddetin başka bir versiyonu değil mi?
Demokrasi anlamında konuştuğumuzda, kadın mutlaka kamusal yaşamda yer almalı. Bu sözleşme kadını şiddete karşı koruyor, hükümet bu konuda yükümlülük altına girdi. Bunun uygulanmasını garanti altına almak, hükümetin sorumluluğunda.
- Peki ya çocuklar... Türkiye’de eğitimsiz ve şiddete maruz kalan çok sayıda çocuk var.
Çocuklar da şiddete karşı korunmalı. Özellikle cinsel şiddete karşı. Bu konuda Avrupa Konseyi’nin 2007 yılında imzaya açılmış bir başka sözleşmesi var. Eğer bu sözleşme uygulanırsa, Türkiye’de çocuğa karşı şiddetin büyük ölçüde engelleneceğini düşünüyorum.
- Basit bir tablo çizdiğinizde kadın özgürlüğüne ilişkin ne söyleyebilirsiniz?
Türkiye’de çok daha fazla sayıda kadının kamusal alanda, politik alanda yer almasını görmek isteriz. Daha fazla sayıda bakan, daha fazla sayıda milletvekili parlamentoda. Çünkü, eşitlik ve demokrasi, kadının ülkenin geleceğinde söz sahibi olması açısından önemlidir.
Eğer, parlamento çoğunluğunu erkekler oluşturursa, böyle bir şeyden söz etmek mümkün değil. Halen, 2 kadın bakanınız var, bu yeterli değil. Avrupa Konseyi’nin tavsiyesi yüzde 40 civarında kadının olması yönünde. Sadece maskülen bir yapıyla bir şey elde etmemiz mümkün değil.