Cumhuriyet yazarı Kadri Gürsel, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Meclis'te yemin etmesi ve kabinesini açıklamasıyla değişen sistem hakkında değerlendirmede bulundu. Gürsel yeni "iktidar durumu"nun "Osmanlı ve Cumhuriyetin 200 yıllık sorunlu reform ve devrim süreçlerinde biriktirdiği negatif toplumsal siyasal enerjinin boşalması" olduğunu söyleyerek, yeni yapıyı "Erdoğan’ın kendisi için özel olarak diktirdiği bir siyaset giysisi" olarak tanımladı.
Gürsel'in "Hızlı ve geçici iktidar" başlığıyla (14 Temmuz 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Sahibinin “Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi” diye adlandırdığı iktidar durumu, Osmanlı ve Cumhuriyetin 200 yıllık sorunlu reform ve devrim süreçlerinde biriktirdiği negatif toplumsalsiyasal enerjinin boşalmasıdır.
Durum yeni değildir aslında. Reaksiyon, 2010’dan beri şiddetini artırarak sürüyor. Vardığı yer, sonunda varabileceği yerdir; kendi zirvesidir.
Bu “durum”u Recep Tayyip Erdoğan, tarihin çok özel ve ilginç bir kavşağında eriştiği müstesna güç sayesinde, karşısına çıkarılan engelleri aşarak meydana getirdi. Durum, Erdoğan’ın fıtratı ve arzusuna göre biçimlendi. Bugünkü “iktidar durumu” Erdoğan’ın kendisi için özel olarak diktirdiği bir siyaset giysisidir.
Erdoğan kendisine “Başkan” denilmesini istiyor. Başkan’ın siyasi ömrü her siyasetçininki gibi nihayete erince, geride bıraktığı “kaftan” kimsenin üzerine oturmayacak ve iktidar durumu o andaki haliyle devam edemeyecektir. Mesele bu kadar basittir. Mevcut iktidar durumunun toplumsal, sınıfsal ve idari ittifakları, payandaları, bu rollerini çıkarları icabı sürdürmek isteseler de boşlukta kalacaklar. Her ittifak, “orta direğinin” gücü ve sağlamlığı nispetinde yükselir ve ayakta durur. Orta direk, Başkan Erdoğan’dır. Sonrası, fetret devridir.
Bu iktidar, siyasi parti muhalefetinin çapsızlığı, güçsüzlüğü ve beceriksizliğinden bağımsız olarak kendi çıkmazının içinde yaşıyor.
En yakın ve büyük çıkmaz, ekonomidir.
Bakınız, küçümsediğimiz ve hatta bugünlerin yolunu açtı diye telin ettiğimiz eski siyaset sınıfı bile, en zayıf ve acınacak halde oldukları 2001’de dahi ülkemizi, içine sürükledikleri ekonomik krizlerden çıkarmak için yeterli haslet ve kapasiteye sahip olabildiğini göstermişti.
AKP, hükümetinin ilk yıllarında onların ekmeğini bol bol yedi.
Ya şimdi?
İktidar çoğunun gözüne çok güçlüymüş gibi görünüyor ama ortada yiyecek “ekmek” yok.
İktidarın ekonomi-politiği, velhasıl kamu kaynaklarını kullanmak ve paylaşmak üzere meydana getirdiği ittifak yapısı, yakın eşikteki mukadder ekonomik krizin vurmasından sonra ülkeyi düzlüğe çıkarmak için gereken acil tedbirleri ve reform kararlarını almaya müsait değil. Bu ittifak, tabiatı gereği nitelikli, rekabetçi üretimi ve istihdamı dışlıyor. Dolayısıyla iktidarın mevcut halde alabileceği yegâne sözde tedbir, kendi yanlışını tahkim edip, küresel piyasa gerçekliğine karşı mevzilenmek oluyor. Piyasa güçlerine karşı savaşmak, yel değirmenleriyle savaşmaya benziyor.
Nitekim, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kabinesinde ekonominin sevk ve idaresi hususunda kilit önemde olan makamlara yapılan atamalar negatif tabloyu daha da netleştirdi. Erdoğan’ın damadı olan Berat Albayrak’ın “Hazine ve Maliye Bakanı” yapılması dünyada ve Türkiye’de ekonomi yönetimine duyulan güvensizliği artırdı ve TL dramatik değer kayıplarının bir yenisini yaşadı.
“Sistem” diyorlar ya, ortada bir sistem falan yok. Futboldan mülhem özeti şu: “Bütün toplar Erdoğan’a”...
Kararlar da hızlı alınacakmış... Güya toplar hızlı kullanılacak.
Aslında işin gerçeği şu: Başkan, öncelik verdiği konularda istediği kararları hızlı alabilecek.
Ve tek karar verici kendisi olduğu için başkaca karar da alınamayacak.
Bir de başkanın keyfi icabı aldığı hızlı kararların aynı zamanda kendi mantığı içinde doğru olması gibi bir de lüzum var, malum.
Lakin başkanlık rejimlerinde iktidarın yanlış yapmasını önlemek için düzenlenmiş denge ve denetleme mekanizmalarının hiçbiri bizdeki durumda yok. Geriye kalıyor sözde “meşveret”, yani danışma... O da boş, çünkü “Reis”e maruzat arz edecek bir babayiğidin olmadığı ve çıkmayacağı da biliniyor.
Bütün bunlar keyfi yönetimden başka bir durumu tarif etmiyor. Devlet idaresinde “sistem” bütünüyle ortadan kaldırılıyor. Gerçek bir anayasal düzenin varlığından söz etmek imkânsız. 80 milyonluk koskoca, karmaşık ülke böylesine basit biçimde yönetilmek isteniyor.
Tek tesellimiz, bu iktidar durumunun şu an içinden geçen tarihsel döneme özgü sürdürülemez bir acayiplik olması...
Dolayısıyla, Türkiye’nin yarınlarına olan güvenimizi korumaya mecburuz.