Gündem

'Bu topraklarda muktedirlerin hepsi kendisini Allah'ın gölgesi sayarlar'

Sırrı Süreyya Önder: Yanlarında bu kadar Toma ve bomba olmadan bir çocuğun bile gözünün içine bakamayacak olmak yeterince büyük bir ezadır

01 Haziran 2014 13:03

HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, “Bu topraklarda ezelden beri, muktedirin gözünün içine bakabilmek zor iştir. Muktedirlerin hepsi kendilerini Allahın gölgesi sayarlar çünkü” dedi.

Radikal 2 gazetesine yazan Sırrı Süreyya Önder’in “Gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyenler” başlığıyla yayımlanan (1 Haziran 2014) yazısı şöyle:

 

Gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyenler

 

Bir Fransız:

Marqui de Nointell, 1670’lerde Fransa’nın İstanbul’daki elçisidir. Murat Bardakçı’nın anlatımıyla şöyle bir sopa yemiştir: Elçi, Basra Körfezi’ndeki Fransız gemilerinin kendi bayraklarını çekme hakkı için Sultan’ın huzuruna çıkmak ister. Sultan, Avcı Mehmet diye bilinen IV. Mehmet’tir. Saray görevlileri, elçiye Sultan’ın huzurundayken uyması gereken protokol kurallarını anlatırlar ve “Sakın ola ki hükümdarın yüzüne bakma ve sadece sadrazamla konuş” derler. O zamanlarda padişah “Zıllulah-ı fi’l-âlem”, yani “Allah’ın gölgesi” sayıldığı için o gölge seyredilemezdi ve bu kural Osmanlı teb’ası için de, yabancı için de aynıydı.

Marqui de Nointell huzura çıkar, derdini anlatmaya başlar ve bir ara coşup, doğrudan Avcı Mehmed’in gözüne bakarak sözlerini söyler. Padişah birkaç saniyeliğine elçiyi dinledikten sonra sadrazamı Fazıl Ahmet Paşa’ya dönerek, “Herife söyle, benimle değil seninle konuşsun” der. Tercüman hükümdarın sözlerini nakledince elçi, protokolü tamamen bir yana bırakıp elindeki kâğıtları yere fırlatır ve hükümdara daha yüksek sesle hitab etmeye başlar. Tahtın iki yanında bekleyen eli sopalı muhafızlar bu “küstah” sefirin üzerine çullanırlar. Ensesinden bastırıp kafasını yere eğdikleri sefire, hükümdarın huzurunda bir araba sopa çekerler.

Bir Ağaç:

Toprağa bir tohum düşer önce. Tohum bir fide olur. Fide 1 yaşına girince, arkadaşları arasında ‘Fidan’ diye çağrılır. Fidan büyüdükçe dal ve yapraklar, gövde ve kök olarak üç parçadan ibaret bir ağacın küçük bir modeli olur. Her yıl ağacın dallarında ve köklerinde yeni sürgünler çıkar ve gövdesinde her yıl için sadece bir tane halka meydana gelir. Yağışı bol yıllarda, geniş bir halka; kurak geçen yıllarda ise, ince ve küçük bir halka şeklindedir. Bu halkalardan hem ağacın yaşını hesaplarız hem de hangi yılların kurak, hangi yılların bereketli geçtiğini görürüz.

Ne şartla?

Ağacı enine kesmek şartıyla!

Kalabalık ve kaotik ülkemizin kısa iktidar ömürlerine inat, en az yaşayanı 300, en çok yaşıyanı 1000 yılık bir ömre sahiptirler.

Ne şartla?

Enine boyuna kesilmemek, HES ya da AVM uğruna sökülmemek şartıyla!

Bir Enis Batur:

“…Kediler mağrurdurlar gerçekten de. Alis’in dediği gibi onlar ‘krallara bakabilirler’ ve bir şairimizin tamamladığı gibi ‘hatta onları tırmalayabilirler’ de. Kralların yaşadığı ülkelerde, insanların kedilerden öğrenebilecekleri bir şey vardır…”

11 göz:

Volkan Kesanbilici, Selim Polat, Çağdaş Küçükbattal, Sarp Vahabi, Okan Özçelik, Uğur Yıldırım, Murat Can Top, Hakan Yaman, Burak Ünveren, Erdal Sarıkaya ve Hülya Arslan.

Bu 11 insan, Gezi Direnişinde, memleketin havasını, suyunu ve toprağını baba mülkü sayan zorbaların ta gözlerinin içine bakan güzel gözlerini kaybettiler. Sadece bakmadılar, ‘gülden yumuşak’ imajlarını da bakmaya kıyamayacağınız gözleriyle tırmaladılar. “Hepi topu 12 ağaç!” diye söze başlayanların empati kurabilecekleri bir hal değil! Ömründe bir bardak çaylarından bile vazgeçemeyecek olanların hele hiç değil!

Yitip gitmeyenler:

Bu ülkenin kanlı devlet tarihini çocuk isimlerinden öğrenebilirsiniz. Deniz, Mahir, Adnan, Mazlum, İbrahim isimlerine Berkin, Ali İsmail, Medeni, Mehmet, Ethem, Mustafa, Abdullah, İrfan isimleri eklendi.

Bu isimleri, bunlara kıyanları, kıyanları meşru gösterenleri unutursak yitip gitmiş olacaklar. Unutmazsak insan kalacağız.

Bu topraklarda ezelden beri, muktedirin gözünün içine bakabilmek zor iştir. Muktedirlerin hepsi kendilerini Allahın gölgesi sayarlar çünkü.

Ne var ki insanlık tarihinin şerefli sayfaları, sözü dudaktan, gözü budaktan esirgemeyenlerle bezenir.

Ve diğerleri:

Hiçbirinin adını anmaya değmez. Yüzlerini göstermeye utanıyorlar çünkü. Soma’da katledilen emekçiden esirgenen yüksek teknoloji ürünü gaz maskeleri, Soma çöktüğünde bile ilk iş olarak telaşla Gezi Parkı’nı kapatanların yüzündeydi. Müebbeden o utanç maskesini takmaya mahkum oldular. Yanlarında bu kadar Toma ve bomba olmadan bir çocuğun bile gözünün içine bakamayacak olmak yeterince büyük bir ezadır.

Kime?

Kendini bilene!