Gündem

"Bu suça ortak olmayacağız" demişlerdi; yedi akademisyen, ikinci kez hâkim karşısında

Duruşmalar bugün Çağlayan Adliyesi'nde 33. Ağır Ceza Mahkemesi'nde gerçekleşti

31 Ocak 2018 18:26

Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi imzacılarına yönelik davaların ikinci duruşması bugün (31 Ocak 2018) görüldü. 7 Aralık'ta davalarının ilk duruşmaları görülen yedi akademisyenin ikinci duruşmaları bugün Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 33. Ağır Ceza Mahkemesi'nde gerçekleşti.

Bianet'ten Beyza Kural'ın haberine göre, Araştırma görevlisi Seçkin Sertdemir, ihraç edilen Araştırma görevlisi Eda Aslı Şeran, Doç. Dr. Feyza Ak Akyol,  Yrd. Doç. Dr. Yusuf Doğan Çetinkaya, Dr. Ahmet Bekmen, ihraç edilen araştırma görevlisi İrfan Keşoğlu, Yrd. Doç. Dr. İlkay Yılmaz duruşma salonunda hazır bulunarak savunmalarını yaptı.

Mahkeme, derhal beraat taleplerini reddederken 13. ACM'deki dosyanın istenmesine karar verdi. 

Savcı İsmet Bozkurt'un hazırladığı iddianamede imzacı akademisyenler 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 7/2 maddesinde yer alan "Terör örgütü propagandası" ile suçlanıyor. Davalar 5 Aralık'ta başladı. Şimdiye dek 102 kişinin ilk duruşmaları görülmüş oldu.

Kural'ın duruşmalardan aktardıkları şöyle:

1. duruşma

Galatasaray Üniversitesi imzacılarından Seçkin Sertdemir Özdemir duruşma salonunda hazır bulundu.  

Mahkeme başkanı iddianameyi özetledi. Sertdemir savunmasını yaptı. Savunmasında şu ifadeler öne çıktı:

“Şiddet ve siyaset ilişkisi şiddet karşıtı çalışan bağımsız bir siyasal felsefecisi olarak her hangi bir yönlendirme olmaksızın bildiriyi imzaladım. Bağımsız akademisyen olarak yaşama hakkının en temel insan hakkı olduğunu düşünerek imzaladım. Düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanarak imza attım. Legal ya da illegal bir örgütün propagandasını yapmadım.

“Bağımsız eleştirel düşünme ve muhakeme etme ilkesiyle hareket ettim. Hiçbir şiddet çağrısı içermeyen bildiriyi kimsenin ölümüne seyirci kalmamak amacıyla imzaladım.

“Bildirinin yayınlanmasından kısa süre öncesinde 2013 te hükümetin çözüm süreci başlatmasıyla umut verici dönem yaşamaya başlamıştık. Kıymetli bir dönemdi. Bu dönemden kısa süre sonra medyadan takip ettiğim kadarıyla büyüyen şiddet ortamından rahatsız oldum.

“Barış çağrısına kayıtsız kamam mümkün değildi. İmzamın suç teşkil ettiğine inanmıyorum. PKK ve benzeri yapıların şiddet eylemlerini tasvip etmediğimi belirmek istiyorum. İddianamenin aksine Bese Hozat’ın adını bildiriye imza attıktan sonra çıkan haberlerde gördüm. Terör örgütü propagandası suçlamasını kabul etmiyorum.

“Hakkımda beraat kararı verilmesini istiyorum.”

Mahkeme başkanının “10 Mart’taki bildiriden haberiniz var mı?” sorusuna Sertdemir, söz konusunun bildiri değil basın açıklaması olduğu ve dahli olmadığını söyledi.

Mahkeme başkanı ayrıca “Bildiriyi ne şekilde imzalandı?”, “Nerede yayınlandığını biliyor musunuz? Facebook sayfası Barış İçin Akademisyenler de mi yayınlandı?” sorularını yöneltti. Sertdemir mail ile imzaladığını söyledi, bildirinin gazetelerde yayınlandığını hatırladığını söyledi.

Savcı, “Hatırlamıyorum dediniz ama mail gelirken sosyal medyada yayınlanacağına dair bilgi geldi mi?” diye sordu, Sertdemir, böyle bir ibare hatırlamadığını söyledi.

Avukat Tolga Öztürk, savunma için süre istedi. Müvekkili yurtdışında yaşadığı için duruşmalardan vareste tutulmasını talep etti.

Mahkeme başkanı, “TMK 7/2 maddesinin ikinci cümlesi uygulanması ihtimaline binayen” sanığa ve avukatlara ek savunma isteyip istemediklerini de sordu.

Savcı ek süre verilmesini istedi, vareste tutulma konusunda yetkinin hakimde olduğunu belirtti. Mahkeme başkanı, avukata dosyaya yazılı savunmaları sunmak için bir dahaki celseye dek süre verilmesine, 13. ACM’ye müzekkere yazılarak 2016/65 esas sayılı dava dosyası, iddianame, duruşma zabıtları ve TCK 301. madde hususuna dair yapılan yazışmaların bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesine, vareste tutulma talebinin kabulüne karar verdi.

Bir sonraki duruşma 19 Haziran saat 09.00'da.

2. duruşma

Galatasaray Üniversitesi imzacılarından, Dicle Üniversitesi ÖYP kadrosundan KHK ile ihraç edilen Araştırma görevlisi Eda Aslı Şeranduruşma salonunda hazır bulundu. Dört avukatının savunmada yer almasına karşı, mahkeme başkanı üç avukat kısıtlaması uyguladı, bir avukat ayrıldı.

Mahkeme başkanı iddianame özetini okudu. Eda Aslı Şeran savunmasını okudu. Savunmasında şu ifadeler öne çıktı:

“Metnimizin tek muhatabı vardı vatandaşı olduğumuz devletti. Hakkımda propaganda suçuyla açılan davaya ait iddianameyi okudum. Herhangi bir yasa dışı örgütle bağlantım yoktur. Atılı suçu kabule etmediğimi, iddianame isimli metindeki bağlantıların mesnetsiz ve hayali olduğunu belirtirim.

“Metne barış talebimi dile getirmek için kendi özgür irademle ifade özgürlüğünden yararlanarak imza attım. Bildiri içeriği hiç kimseyi kurumu şiddete yönlendirmediği gibi siyasal çatışmanın şiddetsiz çözüme çağrı niteliğindedir.

“Bildiride dikkat çekilen iddianamede suç fiili olarak gösterilmeye çalışan sivil halka yönelik ihlallere dair tespitler pek çok raporda yer almıştır. Hakkımda derhal beraat kararı verilmesini talep ediyorum.”

Mahkeme Başkanı’nın “10 Mart’taki basın açıklamasını ve imza verip vermediğini” sorması üzerine, haberi olduğunu, basın toplantısı olduğunu, imza toplanmadığını, katılmadığını söyledi.

“Metnin imzalanma şekli” sorusuna, “sosyal medyada metin gördüm, mail yoluyla ismimi dahil ettim” diye yanıt verdi.

Avukat Perihan Meşeli, ilk duruşmada derhal beraat taleplerinin reddinde savunma yapılmamasının gerekçe gösterildiğini, bugün savunmanın yapıldığını hatırlattı.

Meşeli, ifade özgürlüğüne vurgu yaptığı beyanlarında, çözüm süreci sırasındaki açıklamalardan Bülent Arınç’ın sözüne yer vermek istemesi üzerine Mahkeme başkanı “müvekkilinizle ilgili kısma gelin” diye sözünü kesti. Meşeli, Arınç’ın Diyarbakır cezaevindeki işkenceye dair sözlerini okudu.

Meşeli, sokağa çıkma yasağı dönemlerindeki ihlallere dair raporları ve ifade özgürlüğüne dair AİHM kararlarını heyete sundu.

Derhal beraat, aksi durumda yazılı savunma için ek süre verilmesini, müvekkilinin duruşmalardan vareste tutulmasını talep etti.

Avukat Özlem, aynı bildiri nedeniyle görülen dosyalarda fiili ve hukuki bağlantı olduğunu söyledi, 13. ACM’deki dosya ile birleştirme, birleştirme verilmeyecekse 33. ACM’deki benzer dosyaların birleştirilmesini talep etti.

Meşeli, derhal beraat talebi kabul edilmediği takdirde savunma için ek süre istenmesini talep etti

Mahkeme başkanı, “TMK 7/2 maddesinin ikinci cümlesi uygulanması ihtimaline binaen” sanığa ve avukatlara ek savunma isteyip istemediklerini,  “Basın yoluyla yapıldığında ceza arttırılır, ek savunma yapacak mısınız?” diye sordu. Avukatlar ek savunma için süre istedi, Eda Aslı Şaran istemedi.

Savcı, “dosyadaki delillerin tek tek değerlendirilerek delil değerlendirmesi yapılması gerektiği anlaşıldığından derhal beraat talebini reddini, savunma için müdafilere ek süre verilmesini” istedi. Sanığın vareste tutulması ve mahkemede görülen dosyaların birleştirme konusunda takdirin mahkemeye ait olduğunu söyledi.

Mahkeme başkanı, sanık müdafilere ek süre verilmesine, sanığın duruşmalardan vareste tutulmasına, İstanbul 13. ACM’ye müzekkere yazılarak 2016/65 esas sayılı dava dosyası, iddianame, duruşma zabıtları ve TCK 301. madde hususuna dair yapılan yazışmaların bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesine, birleştirme hususunun 13. ACM'deki dosyalar geldikten sonra bir dahaki celsede değerlendirilmesine karar verdi.

Bir sonraki duruşma 22 Haziran’da.

3. duruşma

İstanbul Üniversitesi'nden Yrd. Doç Yusuf Doğan Çetinkaya duruşma salonunda hazır bulundu. Mahkeme başkanı iddianamenin sonuç bölümünü okudu.

Çetinkaya savunmasında “İddianameyi okudum, asılsız ve hayal ürünüdür. İmza metnine imza atmam ifade hürriyetine girer. Bundan dolayı derhal beraatımı talep etmekteyim” dedi.

Mahkeme Başkanı, “İkinci basın bildirisinden haberiniz var mı?”, “İmzanız var mı?”, “Bildiriyi nasıl imzaladınız?” diye sordu. Çetinkaya bildiriyi sosyal medyada görerek mail attığını, ikinci bildiri değil açıklama olduğunu ve imza olmadığını söyledi. Hükmün açıklanmasının geride bırakılması hususunda karar verilmesini talep etti.

Avukat Sevgi Epçeli Arslan, derhal beraat ve birleştirme ile ilgili ilk duruşmadaki taleplerinin sanığın savunması alındıktan sonra değerlendirileceği yönünde ara karar olduğunu hatırlattı. Derhal beraat ve birleştirme yönündeki beyanlarını yinelediğini söyledi.

13. ACM’deki dosyada bulunan savcılık aşamasında çeşitli savcılıklarca verilen yetkisizlik açıklamaları ve Adalet Bakanlığı’nın dosyalar arasında bağ olduğu ve soruşturmaların tek elden yürütülmesine dair görüşünü içeren belgelerin de celp edilmesini istedi.

Avukatlar ayrıca yazılı savunma için ek süre ve müvekkillerinin duruşmalardan vareste tutulmasın istedi.

Mahkeme başkanı, “TMK 7/2 maddesinin ikinci cümlesi uygulanması ihtimaline binaen” sanığa ve avukatlara ek savunma isteyip istemediklerini sordu. Avukatlar iddianamenin 7/2’den açıldığını, bunu yazılı olarak değerlendireceklerini söyledi.

Savcı, “dosyadaki delillerin tek tek değerlendirilerek tez antitez şeklinde delil değerlendirmesi yapılması gerektiği anlaşıldığından derhal beraat talebini reddini, savunma için müdafilere ek süre verilmesini” istedi. Sanığın vareste tutulması ve mahkemede görülen dosyaların birleştirme konusunda takdirin mahkemeye ait olduğunu söyledi.

Mahkeme başkanı, sanık müdafilerine yazılı ve ek savunma için ek süre verilmesine, sanığın duruşmalardan vareste tutulmasına, İstanbul 13. ACM’ye müzekkere yazılarak 2016/65 esas sayılı dava dosyası, iddianame, duruşma zabıtları ve TCK 301. madde hususuna dair yapılan yazışmaların bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesine, birleştirme hususunun 13. ACM'deki dosyalar geldikten sonra bir dahaki celsede değerlendirilmesine, kurulan ara kararlar gözönüne alındığında sanığın hukuki durumu ara kararlar yerine getirildikten sonra değerlendirilmesine,karar verdi.

Bir sonraki duruşma 19 Haziran’da.

4. duruşma

İstanbul Üniversitesi'nden Dr. Ahmet Bekmen duruşma salonunda hazır bulundu. Mahkeme başkanı iddianamenin özet kısmını okudu.

Bekmen savunmasında şunları söyledi:

“Suçlamaları ilgisiz ve mesnetsiz buluyorum. Barış ve müzakere talebini içeren metin altındaki imzanın düşünce ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle beraatımı talep ediyorum.”

Mahkeme Başkanı, “İkinci basın bildirisinden haberiniz var mı?”, “İmzanız var mı?”, “Bildiriyi nasıl imzaladınız?” diye sordu. Bekmen, sosyal medyada gördüğünü ve mail attığını söyledi. 10 Mart’takinin basın açıklaması olduğunu, kimsenin imzası olduğunu söyledi. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını istedi.

Avukat Sevgi Epçeli Arslan bir önceki celsedeki taleplerini tekrarladığını belirtti. Mahkeme başkanı tutanakları okuyarak avukatlara değişiklik olup olmadığını sordui onayladılar. Savcıya sordu “aynısı” dedi.

Mahkeme başkanı, sanık müdafilerine yazılı ve ek savunma için ek süre verilmesine, sanığın duruşmalardan vareste tutulmasına, İstanbul 13. ACM’ye müzekkere yazılarak 2016/65 esas sayılı dava dosyası, iddianame, duruşma zabıtları ve TCK 301. madde hususuna dair yapılan yazışmaların bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesine, birleştirme hususunun 13. ACM'deki dosyalar geldikten sonra bir dahaki celsede değerlendirilmesine, kurulan ara kararlar gözönüne alındığında sanığın hukuki durumu ara kararlar yerine getirildikten sonra değerlendirilmesine, karar verdi.

Bir sonraki duruşma 19 Haziran’da.

5. duruşma

İstanbul Üniversitesi'nden doktora öğrencisi İrfan Keşoğlu duruşma salonunda hazır bulundu. Mahkeme başkanı iddianameyi özetledi.

İrfan Keşoğlu yazılı savunmasını okudu. Savunmasında şu ifadeler öne çıktı:

“Bölgede yaşanan her şiddet olayı toplumsal hafızada silinmesi güç izler bıraktı. Çatışmalarda yaşanan her can kaybı, her hak ihlali, toplumsal hafızayı negatif etkilemiş, bu sorunun sürekliliğine hizmet eder hale gelmiştir.

“Şiddet hiçbir toplumsal sorunun çözümü olamaz. Şiddeti de yöntem olarak kullanan yapının propagandasını yaptığımın düşünülmesi abesle iştigaldir. İddianamede geçen Beşe Hozat’ın ismini dava sürecinde duydum.

“Metnin amacı barışın inşa edilmesidir. Beraatime karar verilmesini talep ediyorum.”

Mahkeme başkanı “Bildiriyi nasıl imzaladınız, “İkinci bildiriden haberiniz var mı?”, “İmzanız var mı?” Keşoğlu, sosyal medyada gördüğünü ve mail attığını söyledi, ikinci açıklamada imza olmadığını belirtti.

Avukat Sevgi Epçeli Arslan bir önceki celsedeki taleplerini tekrarladığını belirtti. Mahkeme başkanı tutanakları okuyarak avukatlara değişiklik olup olmadığını sordu, onayladılar. Savcıya sordu “aynı beyan” dedi.

Mahkeme başkanı, sanık müdafilerine yazılı ve ek savunma için ek süre verilmesine, sanığın duruşmalardan vareste tutulmasına, İstanbul 13. ACM’ye müzekkere yazılarak 2016/65 esas sayılı dava dosyası, iddianame, duruşma zabıtları ve TCK 301. madde hususuna dair yapılan yazışmaların bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesine, birleştirme hususunun 13. ACM'deki dosyalar geldikten sonra bir dahaki celsede değerlendirilmesine, kurulan ara kararlar gözönüne alındığında sanığın hukuki durumu ara kararlar yerine getirildikten sonra değerlendirilmesine, karar verdi.

Bir sonraki duruşma 19 Haziran’da.

6. duruşma

Galatasaray Üniversitesi’nden Doç. Dr. Feyza Ak Akyol duruşma salonunda hazır bulundu.  Mahkeme başkanı iddianamenin sonuç bölümünü okudu.

Feyza Ak Akyol savunmasını okudu. Savunmasında şu ifadeler öne çıktı:

“Hakkımdaki suçlamaları reddediyorum. Ben de metni internet üzerinden görerek, okuyarak barış ve siyasi çözüm isteyen metne destek olmuştum. Tarafıma tensip edilen suçlu yakıştırmasını reddediyorum. Ülkenin bir yanında çatışma varken asker çocuk sivil insan ölürken çok üzülüyordum.

Sosyal eşitsizlikleri öğrencilere anlatırken bir öğrencimizin sağlık görevlisi olan ağabeyinin çatışma altında hasta taşırken vurulduğunu bizzat öğrenip acısını yaşadık. Tanımadığım gençlerin ve çocukların, annelerin, askerlerin ölümlerini sosyal medyada görmek beni çok üzmüştü. Tam da bu zamanda hakkında konuşulduğunu duyduğum bildiriye barış yanlısı olduğum tavırşa destek verdim. Metin barış talebine yönelikti.

“Aydınlanma çağının bize miras bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına bir güvence olan kanunilik ilkesine güveniyorum ve barışı savunduğumuz için suçlu olamayacağımı düşünüyorum. Hakkımda beraat kararı verilmesini talep ediyorum.”

Mahkeme başkanının soruları üzerine 10 Mart’taki açıklamadan haberi, imzası olmadığını, bildiri için internetteki adrese mail attığını söyledi.

Mahkeme başkanının sorusu üzerine “(Bildirinin) İçeriği okudum, içeriğindeki ifadelerinde sertlikle olabilir ama genel amacının barışa hizmet ettiğini düşünüyorum” dedi.

Mahkeme başkanı “Eleştirmek bizim işimiz dediniz, bakmadınız mı metne?” sorusuna “Metnin eleştirdiği şeye baktım, eleştirdiği şey şiddetti. Bildiri yayınlandıktan sonra yargılama sürecinde baktığımda bazı ifadeler sert olabilir, esas tepki şiddetin çözüme ulaşmasıydı.”

Avukatının “Bildirinin yayımlanması yayılması dağıtılması ile çabanız oldu mu?”, “Terör örgütünden destek olması için çağrı aldı mı?”, “Bese Hozat’ı tanır mısınız?”, “Islak imza, mobil imza, mail atmak dışında imzanız oldu mu?” sorularını olumsuz yanıtladı.

Avukatı, derhal beraat, 13. ACM’deki dosyaların istenerek birleştirme hususunda değerlendirme yapılmasını, ek savunma için süre verilmesini istedi.

Mahkeme başkanı, ek savunma isteyip istemediklerini sordu. Avukat, istediklerini belirtti.

Savcı, “ek savunma için müdafilere ek süre verilmesini” istedi.

Mahkeme başkanı, sanık müdafilerine yazılı ve ek savunma için ek süre verilmesine, sanığın İstanbul 13. ACM’ye müzekkere yazılarak 2016/65 esas sayılı dava dosyası, iddianame, duruşma zabıtları ve TCK 301. madde hususuna dair yapılan yazışmaların bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesine, birleştirme hususunun 13. ACM'deki dosyalar geldikten sonra bir dahaki celsede değerlendirilmesine karar verdi.

Bir sonraki duruşma 19 Haziran’da.

7. duruşma

İstanbul Üniversitesi imzacılarından Yrd. Doç. Dr. İlkay Yılmaz duruşma salonunda hazır bulundu. Mahkeme başkanı iddianamenin sonuç kısmını okudu.

İlkay Yılmaz, yazılı savunmasını okudu. Savunmasında şu ifadeler öne çıktı:

İstifaya zorlanmadan önce üniversitedeki görevim nedeniyle aldığım maaş aslında çok basit bir nedenden ötürü ödeniyordu: Bildiklerim yüzünden. Onca sene sadece devlet okullarında aldığım eğitim, yüksek lisans ve doktora dereceleri diğer meslektaşlarım gibi benim de ciddi bir bilgi birikimi oluşturmamı sağlamakla kalmadı, bilgiyi üreten bir bilim insanı olmamın koşullarını da sağladı. Elbette mesleğin en temel gereği olarak ikinci aşama bildiklerimizi öğrencilere aktarmaktır; fakat asıl önemlisi öğrencilere bilgiye ulaşmanın yollarını göstermektir. Bu da ancak eleştirel düşünce ile mümkündür. Eleştirel düşünce, kişide yaşadığınız topluma ve siyasal koşullara yönelik bir duyarlılık geliştirecektir. Bu duyarlılık kamusal meselelere yönelik düşünerek, söz söyleyerek, itiraz ederek, tartışarak yurttaşlık erdeminin gerçekleşmesine de hizmet edecektir. Dolayısıyla bilgi, sadece öğrenmeye ilişkin değildir; aynı zamanda konuşma ve paylaşma zorunluluğu ile beraber gelir. Yoksa ne kadar çok şey bilirseniz bilin kamuyla paylaşmıyorsanız, ortak iyinin oluşumuna katkı sunamıyorsanız, bir faydası yoktur…

Ben, 2. Abdülhamid Dönemi Güvenlik Politikaları üzerine yaptığım çalışmayla doktora derecemi aldıktan sonra, “Egemenlik, Şiddet, Güvenlik”, “Modern Devlet Teorileri”, “Türkiye’de Siyasal Hayat ve Kurumlar”, “Türkiye’nin Yönetim Tarihi”  gibi dersler verdim. Çalışma alanım ve verdiğim dersler itibarıyla hem Osmanlı son dönemi hem Cumhuriyet dönemi tarihi hem de modern devlet ekseninde şiddet ve güvenlik teorileri üzerine yazılmış literatür ana çalışma konularım arasında bulunmaktadır. Bildiriyi imzalamamın en temel nedeni de, işte bu akademik çalışmalarım sırasında üniversitelerde, kütüphanelerde edindiğim bilgilere dayanmaktadır.

İddianamede Kürt sorunu diye ismini koyamadığınız ve 1980 sonrasından başlattığınız mesele aslında 1840lardan itibaren başlatılabilir. 1980 sonrası dönem, uzun soluklu bu mesele için sadece önemli kırılma noktalarından biridir. Daha sonra doğu vilayetleri ya da doğu anadolu olarak adlandırılan coğrafya neredeyse 150 yıldır bir şiddet coğrafyasıdır. Bugün geldiğimiz noktada şiddetin hala devam ettiğini görmekteyiz. Şiddetin bu kadar uzun süre devam etmesinin temel sebepleri arasında bütün bir meseleyi sıfır toplamlı oyun mantığına göre kurgulayan güvenlik algısının payı büyüktür. Ancak bu algının kırılmaya başlandığı, alternatif politika stratejilerini gördüğümüz bir dönem oldu: Çözüm süreci ya da Barış Süreci olarak adlandırılan ve 2009’da dönemin hükümeti eliyle başlatılan Demokratik Açılım. Türkiye siyasal hayatında ilk defa çatışma çözümüne yönelik müzakereye ve arabuluculuğa dayanan bir yöntemin uygulanmaya çalışıldığı bir dönem geçirdik. Bu süreç içinde Türkiye’de şiddetin ve ölümlerin azaldığı bir geçeklik olarak ortadadır. 7 Haziran 2015 sonrasında ise durumun değiştiği ve şiddetin artar biçimde vuku bulduğu hepimizin malumudur.

Söz konusu dönemde birçok il ve ilçede, mülki amirler tarafından süresi belirsiz şekilde sokağa çıkma yasakları ilan edilmişti. Bu dönemde yaşanan hak ihlallerine ilişkin, çok sayıda uluslararası ve ulusal kuruluş raporlar yayınlamışlardır.  Örneğin Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) raporu,  Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) Cizre ziyaretinin ardından 18 Eylül 2015’te kaleme aldığı rapor, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun (TİHK) 2015 yılına ilişkin faaliyet raporunda yer alan insan hakkı ihlallerine yönelik başvurular, Diyarbakır Barosu, Gündem Çocuk Derneği, İnsan Hakları Derneği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 14.12.2015-02.02.2016 tarihleri arasında 79 gün süren sokağa çıkma yasakları sırasında yaşananlara ilişkin, 31 Mart 2016 tarihli ortak Cizre Gözlem Raporu bunlar içinde benim okuyabildiklerimdi. Tüm bu raporlarda yazanları bilip, o görüntüleri izleyip yine de susmak bizim mesleğimiz açısından söz konusu olamazdı. İnsan, bildiklerinden sorumludur. Tüm bu raporlar gösteriyor ki devlet organları hem yurttaşların yaşamına kıymamak hem de başkalarının öldürülmemesi için gerekli önlemleri almak konusundaki yükümlülüklerini yerine getirememiştir. Kaldı ki 1990larda yaşanan işkence, zorla kaybettirme, köy boşaltma gibi olayların çoğunlukla cezasız kalmış olması; bu eylemlerin yeniden tekrarlanabileceği izlenimini uyandırmıştır.

Tüm bunlarla birlikte sanıyorum birçoğumuz en çok etkileyen hadiselerden biri, 19 Aralık'ta evinin bahçesinde vurulan 59 yaşındaki Taybet İnan’ın cenazesinin yedi gün evlerinin olduğu sokakta kalmasıdır. Taybet İnan’ın cenazesi için ancak 25 Aralık 2015 günü morga götürülme izni çıkmıştır. Ölü bedeni bahçede yatarken özellikle ailesinin cenazeyi görebiliyor fakat yanına gidemiyor oluşu zannediyorum sadece benim değil tüm toplumun vicdanında kapanmayacak bir yara bırakmıştır… Tüm bunlar güvenlik için yapılmıştır…

Barış Bildirisi’ni imzalamamın nedeni yukarıda bahsi geçen olaylar ve olgulardır. Kişi bir kere hakikati gördüyse, bilmiyor gibi yapamaz. Ocak 2016’da imzaladığım metin şiddetin son bulması için devlete yapılan bir çağrıdır. Vatandaşlık sorumluluğu ile devletten barış talep eden bir metindir. Barış bildirisi, barış istemine ilişkindir.  Metinde şiddet çağrısı yapan veya şiddeti önceleyen, terörü yücelten ya da terör eylemlerine çağrıda bulunan herhangi bir ifade yoktur. Üstelik savcının iddia ettiği gibi teorik bir metin de değildir. Devleti eleştirmekle terör propagandası yapmak iddianamede sunulduğunun aksine aynı şeyler değildir. Barış bildirisi, propaganda metinlerinde görülen unsurları taşımamaktadır. Her şeyin ötesinde Barış Süreci’ne geri dönmeyi talep eden bu metnin suç unsuru olarak ele alınması, ceza hukukunun kanunilik ilkesini de zedelemektedir. Dün, Barış Süreci devam ederken suç olmayan barış talebine bu iddianameye göre bugün suç isnad edilmektedir.

Barış Bildirisi imzacılarından biri olarak iddianamede yer alan suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum. İfade hürriyeti çerçevesinde ele alınması gereken barış bildirisini terör propagandası ile eş tutmak; demokratik toplum düzenin temel ilkelerinden olan çoğulculuk, hoşgörü, açık fikirlilik ve en önemlisi misillemeye uğramadan muhalefet etme hakkını hiçe saymaktır. Yargının, ne kadar sert olursa olsun hatta aslında tam da sert olduğu için siyasi iradeye yönelik eleştiri yapma, muhalefet etme hakkını ifade hürriyeti çerçevesinde koruması beklenir. Şiddetin, ölümlerin durması ve barışın gelmesi için çağrı yapan bu bildiriyi imzaladığım için yargılanmam yasalarımızda, Anayasa'da ve uluslararası sözleşmelerde korunan ifade özgürlüğüne aykırıdır. Bu nedenle beraatimi talep ediyorum.

 

Savunmasının ardından mahkeme başkanı sorular sordu.

M.B: Siz mi yazdınız, tek isim mi geçiyor metinde?

Yılmaz: Evet, Taybet İnan.

M.B: Başka isim yazma gereği duymadınız mı? Yaralılar için giden ambulanslara ateş edilmesini izlemediniz mi?

Yılmaz: Bana ilişkin suçlamalara cevap verdim metinde. Sorunun iddianamede geçen konuyla ilgisi yok.

Mahkeme Başkanı, “İkinci basın açıklamasından haberiniz var mı?”, “İmzanız var mı?”, Yılmaz, haberi ve imzası olmadığını söyledi. “Bildiriyi nasıl imzaladığı sorusuna maille yanıt verdiğini söyledi.

Avukatı Benan Molu, suçun yasal unsurları oluşmadığını anlatarak derhal beraat, kabul edilmezse 13. ACM’deki dosyanın incelenerek dosyanın birleştirilmesi, müvekkilinin duruşmalardan vareste tutulmasını talep etti.

Mahkeme başkanı, “TMK 7/2 maddesinin ikinci cümlesi uygulanması ihtimaline binaen” sanığa ve avukatlara ek savunma isteyip istemediklerini sordu, avukat ek süre istedi.

Savcı, “dosyadaki delillerin tek tek değerlendirilerek tez antitez şeklinde delil değerlendirmesi yapılması gerektiği anlaşıldığından derhal beraat talebini reddini, savunma için müdafilere ek süre verilmesini” istedi. Sanığın vareste tutulması ve birleştirme konusunda takdirin mahkemeye ait olduğunu söyledi.

Mahkeme başkanı, sanık müdafilere ek süre verilmesine, sanığın duruşmalardan vareste tutulmasına, İstanbul 13. ACM’ye müzekkere yazılarak 2016/65 esas sayılı dava dosyası, iddianame, duruşma zabıtları ve TCK 301. madde hususuna dair yapılan yazışmaların bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesine, birleştirme hususunun 13. ACM'deki dosyalar geldikten sonra bir dahaki celsede değerlendirilmesine, kurulan ara kararlar gözönüne alındığında sanığın hukuki durumu ara kararlar yerine getirildikten sonra değerlendirilmesine,karar verdi.

Bir sonraki duruşma 19 Haziran’da.

Ne olmuştu?

1128 akademisyen, 10 Ocak 2016'da "Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi" adına "Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı bildiriyi yayınladı. Toplam imza sayısı 2212'ye ulaştı.

Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya ve Doç. Dr. Kıvanç Ersoy ve Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı Barış İçin Akademisyenler/İstanbul grubu adına "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisi kapsamında yaşananları 10 MArt 2016'da basın toplantısıyla paylaştı. Camcı dışındaki üç akademisyen 15 Mart 2016’da; tutuklama kararı çıktığında yurtdışında olan Camcı ise Türkiye’ye döndüğünde 31 Mart 2016’da “örgüt propagandası” suçlamasıyla tutuklandı. Dört akademisyen 22 Nisan 2016'daki ilk duruşmada serbest bırakıldı. İlk duruşmada savcı suçlamayı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 301. maddesinde belirlenen "Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama" şeklinde değiştirmesiyle yargılama izni için Adalet Bakanlığı'na başvuruldu.

Ekim 2017'de en az 148 imzacı akademisyen hakkında da iddianame hazırlandı. Savcı İsmet Bozkurt'un hazırladığı iddianamede imzacı akademisyenler 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 7/2 maddesinde yer alan "Terör örgütü propagandası" ile suçlandı. İlk duruşmalar 5 Aralık 2017'de görüldü.

Akademisyen yargılamaları haberlerinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz. 

30 Ocak 2018 itibariyle 102 kişinin ilk duruşmaları görüldü.