Etyen Mahçupyan
( Zaman, 14 Haziran 2012)
Kürtaj Döngüsü
Ortaya atılma nedenleri hakkında türlü spekülasyonlar yapılsa da belli ki kürtaj meselesi özellikle elli yaş üstü Müslüman erkekler için önemli bir konu. Bu toplumsal kategorinin ideolojik konumlanması birkaç yıl önce Ali Bayramoğlu'nun TESEV için yaptığı laiklik/dindarlık algı çalışmasında da ortaya çıkmıştı.
Örneğin elli yaş üstü erkek Sünni dindarların başörtüsünü savunmaktaydı ama başörtülü kadınların davranışlarından da rahatsızdı. Çünkü başörtülü kadınlar çok daha özgüvenli ve bağımsız bir davranış kalıbı geliştirmişlerdi ve söz konusu erkek dünyasının içinden bakıldığında bu tavır bir tür ahlaksızlık olarak algılanmaktaydı.
İslami kesimin, özgürlüğün sadece cemaatsel alanı genişletme anlamını taşımadığını, aynı zamanda cemaat üyelerini 'kişileştirdiğini' de idrak etmesinde büyük yarar var. Bunun anlamı özellikle çocukların ve kadınların erkek egemenliğindeki cemaatsel kodlara mahkûm olmaktan giderek çıkmasıdır. Nasıl seksenlerde namus olarak sosyalleşen 'başörtüsü', bugün kadının dinle kurduğu özgül ve öznel bağı temsil ediyorsa, aynı şekilde kadının kendisi hakkındaki tasavvuru da artık esas olarak kendisini ilgilendiriyor. Bu durum, kadınların erkek beğenisine 'mazhar' olacak bir dindarlık sergilemelerini engelleyici değil. Ancak bunun erkek bakışını yansıtan dini yorumlarla sağlanması da artık kolay olmayacak. Kısacası kadınların ikna olmaları gerekiyor ve kabul etmek gerek ki, erkek yaklaşımının ikna edici özelliği son derece zayıf.
Kürtaj meselesinde Diyanet'in kamuoyuna sunduğu argüman iyi bir örnek: "Ne annenin ne de babanın bebek üzerinde mülkiyet hakkı olmadığı gibi onun hayatı üzerinde vazgeçme, sonlandırma yetkisi de yoktur." Bu mantık bebek üzerinde anne ve babanın değil ama 'birilerinin' mülkiyet hakkı olduğunu ima eder. Çünkü nihayette o bebekle ilgili birileri bir karar vermek durumundadır. Böylece din eğitimi bağlamında çocuğun devlete değil aileye ait olduğunu söyleyenler, bebeğin aileye değil devlete ait olduğunu söylemek noktasına gelirler. Bu durumda hangi yaşta yeniden aileye ait sayılması gerektiği gibi saçma sorularla uğraşmak bir yana, şu soruya da muhatap olursunuz: Bebek devlete ait ise kadın da mı devlete aittir? Bu nasıl bir devlettir acaba? Elli yaş üstü dindar erkek devleti mi?
İnsanlık tarihi bize basit bir olgu sunuyor: Bebek anne rahminde büyüdüğüne ve kadın fizyolojik olarak bağımsız bir özne olduğuna göre, bebeği istemeyen bir anneyi mutlak anlamda engellemek mümkün değildir. Öte yandan o bebeğin her türlü yükünü taşımış biri varken, başka herhangi birinin bu konuda kadından daha yetkili olduğunu savunmak da pek mümkün değil. Bu nedenle kürtajın azalması, doğrudan kadınların iradesine muhtaç. Bu bağlamda din işlev görebilir... Dindar kadınlar, din öyle emrettiği için kürtajdan kaçınabilirler. Ama ortada apaçık bir sorun var: Ne herkes dindar, ne dindarların hepsi Müslüman, ne Müslümanların hepsi Sünni ne ne Sünnilerin hepsi Diyanet'in takipçisi.
Dolayısıyla dinden hareketle kürtajı yasaklamak meşru olamaz. Hak kavramı üzerinden ilerlemeniz lazım. Burada ise iki tür hak kavramıyla karşı karşıyayız: Basitçe söylemek gerekirse 'aktif' ve 'pasif' haklar var. 'Aktif' haklar, hak sahibi olmayı hak etmeyi gerektirir ve irade sahibi olan talepkâr bir özneyi ima eder. Bütün sosyal ve ekonomik hakların ve bu arada kadınların kendi bedenleri üzerindeki hakların da menşei budur. Buna karşılık 'pasif' haklar, irade sahibi olmasa da varlıkların temel haklarının tanınmasını ifade eder. Hayvan hakları ve genelde yaşam hakkı da bu çerçeveye oturur. Aradaki fark birincisinde öznenin kendi hakları için talepkâr olması, ikincisinde ise öznenin başkaları adına hak ihsas etmesidir. Bu nedenle birincisi toplumsal dinamiklerin ürettiği, ilkesel tutarlılığa muhtaç olmayan hak tasavvurlarını konu eder. Örneğin kadın haklarını savunan birinin ille de grev hakkını savunması gerekmez. Oysa 'pasif' haklar alanı özneden asgari bir ideolojik tutarlılık beklentisine yol açar. Çünkü başkaları için hak talebi, bir ölçüde nesnel olmak zorundadır ve 'başkalarına' eşit mesafede durmayla meşrulaşır. Dolayısıyla bebeğin yaşam hakkını savunanların hayvan ve ağaç haklarını da aynı bağlama oturtmaları beklenir. Çünkü eğer kürtaj cinayetse, açıktır ki hayvanların kısırlaştırılması da, ağaçların kesilmesi de cinayettir.
Eğer bu türden bir kapsayıcılık yoksa insan hayvandan ve nebattan daha üstün sayılmakta olduğu içindir. Ne var ki ancak elimizde insanı daha üstün kılan bir ideolojik bakış varsa bu yönde düşünmek bize doğal gelir. Nitekim tek tanrılı dinler bu ideolojiyi sağlarlar ve insanı hiyerarşik bir skala içinde diğer varlıkların üstüne koyarlar. Kısacası bebeğin yaşam hakkını doğanın yaşam hakkının dışında özel önem vererek savunmak, aslında dini bir mülahazaya muhtaçtır ve bu da sadece dindarları bağlar.
Yani aslında kürtajın yasaklanmasının meşru olması herkesin dindar olduğu bir toplumda belki mümkün olabilirdi... Ama öyle bir toplum yok, geçmişte olmadı ve muhtemelen hiçbir zaman da olmayacak.