Gündem

'Bu darbenin acısı unutulmaz'

İskender Pala’nın, 15 yıllık askerlik sürecini anlattığı İki Darbe Arasında adlı kitabı yayımlandı. Pala, dindar bir subay olarak orduda yaşadığı haksızl&

08 Şubat 2010 02:00

T24 - İskender Pala’nın, 15 yıllık askerlik sürecini anlattığı İki Darbe Arasında adlı kitabı yayımlandı. Pala, dindar bir subay olarak orduda yaşadığı haksızlıklardan söz ediyor.

Taraf gazetesi yazarı Özlem Ertan, "Bu Darbenin Acısı Unutulmaz" başlığıyla yayımladığı (8 Şubat 2010) yazısında Prof. Dr. İskender Pala ile görüştü. Ertan'ın yazısı şöyle:


Yazar ve edebiyat araştırmacısı İskender Pala’nın İki Darbe Arasında adlı anı kitabı Kapı Yayınları tarafından yayımlandı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra askeriyenin sınavına giren ve 1982 yılında edebiyat öğretmeni olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nde istihdam edilen İskender Pala, 12 Eylül darbesinden sonra başlayan ve 28 Şubat sürecine kadar süren 15 yıllık askerlik yaşamını İki Darbe Arasında’da özetlemiş. Dindar bir subay olarak meslek yaşamı boyunca çeşitli haksızlıklara uğrayan ve 1996’da Yüksek Askeri Şûra kararıyla ordudan ihraç edilen İskender Pala’yla, kitabı ve Türkiye’yi 28 Şubat müdahalesine götüren sürece ilişkin tanıklıkları hakkında konuştuk.


Askerlik yaptığınız 15 yılın anılarını kaleme almaya nasıl karar verdiniz? Amacınız neydi?


Hakikatlerin bilinmesini, görülmesini istedim. Benimle aynı kaderi paylaşan 3 bin civarında insan var Türkiye’de. Bu insanlar benim kadar şanslı değillerdi. Benim elimde başka bir mesleğim ve akademik kimliğim olduğu için kendime başka bir hayat kurabildim. Ama onlar benim gibi hayatlarının ikinci kısmını anlamlandıramadılar. Kimi, çocuğunu okutamadı, evine ekmek götüremedi. Bu kitabı yazmamın amaçlarından biri de ordudan uzaklaştırılan bu insanların hakkını aramaktı. Çünkü onların itibarlarının iade edilmesi gerekiyor.

Ayrıca askerlik mesleğine halel getirebilecek uygulamalar varsa bunlar görülsün ve ortadan kaldırılsın istedim. Kitabın buna da vesile olmasını umdum.


Orduda, inancınız ve eşinizin kıyafet tercihi yüzünden diğer subaylardan farklı görüldüğünüzü ne zaman hissettiniz?


1982 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde göreve başladım ve ilk görev yerim Heybeliada Deniz Lisesi’ydi. O yıllarda, TSK’de, başörtüsü konusunda hassasiyet oluşmaya başlamıştı. Bir süre sonra, doktorasını tamamlamış bir edebiyat öğretmeni olmama rağmen bahriyenin en gözde okullarından biri olan Heybeliada Deniz Lisesi’nden alınıp Astsubay Hazırlama Okulu’na tayin edildim. Bu şekilde bana, “Seni bu halinle istemiyoruz” mesajı verdiler. İlk o zaman hissettim farklı görüldüğümü. Maddi sıkıntı çektiğimiz için lojmana taşındık. Komşularım ve meslektaşlarım, eşimin başörtülü olduğunu görünce birden değişiverdiler.


Ordudayken herhangi bir cemaat ya da tarikatla ilişkiniz var mıydı?


Hayır, yoktu. Askerlik yaptığım dönemde benim namaz kıldığımı gören sadece tek kişi olmuştu. O da tesadüfen gördü. Namaz kıldığımı kimse görmese de bu biliniyordu ve bilinmesi yeterliydi.

Üniformalıyken eşimi koluma takıp “Bakın işte benim eşim başörtülü” demiyordum. Hatta TSK’nin bu konuda hassasiyeti olduğunu bildiğimden eşimle birlikte bir yere gideceğim zaman sivil kıyafet giymeye gayret ederdim. Ancak namaz kıldığınız, oruç tuttuğunuz ya da eşinizin başörtülü olduğu bilinince, size karşı bakış açıları da değişiyor. Sizi dindar değil de “irticacı” olarak değerlendiriyorlar.


Heybeliada’daki Subay Gazinosu’na eşinizle birlikte gittiğinizde size yemek servisi yapılmamış ve restoranı terk etmeniz gerektiği söylenmiş. Bu olaydan sonra eşinizle birlikte hiçbir askeri tesise, orduevine gitmediniz mi?

Hayır gitmedik. O olaydan sonra ne eşim ne de ben bunu göze alabildik. Askeriye’ye ait hiçbir gazinoya gidip çay içemedim eşimle birlikte. Heybeliada’daki olay tam bir travmaydı bizim için. Düşünün herkesin yemek yediği bir askeri gazinoda size servis yapılmıyor, üstelik önünüzdeki tabaklar toplanıyor. Tüm gözlerin size çevrildiğini hissettiğiniz anda şöyle bir teklifle karşılaşıyorsunuz: “Ya eşinin başörtüsünü çıkar ya da burada yemek yiyemezsin.”


Doktoralı bir edebiyatçı olmanıza rağmen, Astsubay Hazırlama Okulu’ndaki edebiyat öğretmenliği görevinizden de alınmış ve askerlik hayatınız boyunca mesleğinizle ilgisiz işlerde istihdam edilmişsiniz. Bunun nedeni neydi sizce?

Okullarda okutulan Türk Dili Edebiyatı kitaplarını yazmış birini ilgisiz işlerde görevlendirmenin bir mesai israfı olduğunu düşündüm hep. Bu, bana verilen bir cezaydı. Ancak sicile işlenen bir ceza değil, örtülü bir ceza. Askeri liselerin tüm sınıflarında bir kamera vardır, tüm dersler izlenir. Böyle bir ortamda öğretmenin inancının bir önemi var mı?

1996 yılında, YAŞ kararıyla, Milli Görüş’e mensup olduğunuz gerekçesiyle ordudan atılmanızda o dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın sizden “Bizim İskender” diye söz etmesinin de payı olduğunu yazmışsınız kitabınızda.

Tabii, Tayyip Bey o sözü söyledi diye atılmadım TSK’den. Sonuçta süreç işlemiş ve Tayyip Bey’in o sözü bardağı taşıran son damla olmuş. Ben o sırada Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nde çalışıyordum. Taksim’deki Preveze Deniz Zaferi kutlamalarında Kuzey Deniz Saha Komutanı İlhami Erdil’le Tayyip Bey sohbet ediyor. O günlerde de Barbaros Türbesi’nin aydınlatılması ve onarımı gündemde. Komutan, Belediye’nin de bilgisi olsun diye konuyu Tayyip Bey’e açıyor ve “Bizde İskender Pala adlı bir binbaşı var. Barbaros’un vasiyetini okumuş. Dediğine göre Barbaros, türbesinin aydınlatılmasını vasiyet etmiş” diyor. Tayyip Bey de,” Siz, bizim İskender’den söz ediyorsunuz” diyor. Sonra Kuzey Deniz Saha Komutanı İlhami Erdil dönüyor yanındaki subaya ve “Nereden onların İskender’i oluyor araştırın, icabına bakın” şeklinde talimat veriyor. Bu olayı bana törende fotoğraf çeken bir arkadaşım anlattı. Bundan sonra süreç işledi aralık şûrasında ordudan ihraç edildim.


Tayyip Erdoğan sizden neden “Bizim İskender” diye söz etmiş peki?

Belediye’nin düzenlediği kültürel etkinlikler kapsamında konferanslar veriyor ve belediyenin çıkardığı dergilerde yazıyordum. Tayyip Bey beni o vesileyle tanıyordu. Yoksa ben, hiçbir zaman bir partinin üyesi olmadım. TSK’de üniforma giydiğim 15 yıl boyunca asla politikayla uğraşmadım.

Kitabınızda, YAŞ’a ihraç edilmesi istemiyle gönderilen askerlerin dosyalarının 1/3 oranında arttırıldığı yönünde ilginç bir ayrıntı da var.

Evet, daha sonra içerden edindiğim bir bilgiye göre YAŞ’ın asker kanadı, ihraç dosyalarının sayısını 1/3 oranında arttırmış. Başbakan itiraz ettikçe bu dosyaları elemeyi böylece ihraç edilmesi gereken kişileri ihraç etmeyi planlamışlar. Yani şüpheli personel dosyalarını da sakıncalı personel gibi göstermişler. Ama Erbakan direnmedi ve şûraya katılan hiç kimse “163 çok büyük bir rakam” demedi. Dolayısıyla 163 kişi ordudan ihraç edildi.


Sohbetimizin başında ihraç edilen bu 163 kişinin itibarlarının iade edilmesi gerektiğini ve bu kitabı yazma nedenlerinizden birinin de bu olduğunu söylediniz. Bundan YAŞ kararlarının yargı yoluyla kaldırılmasını mı kast ediyorsunuz?


YAŞ kararları yargıya açılabilir. Olmadı, insanların itibarları iade edilir. Çünkü o insanların sicilleri bozuldu. Mesela ben oğlumun ileride üst düzey bir devlet yetkilisi olabileceğini sanmıyorum.