07 Temmuz 2013 02:23
Jean Marcou
Çeviri: Soner Sezer
Bir ay önce meslektaşım Elena Lazarou ve Rio’dan Getulio Vargas Vakfı’nın daveti üzerine gittiğim Brezilya’da çeşitli görüş alışverişlerinde bulundum. Elena Lazarou, Brezilya’daki en iyi Türkiye uzmanlarından birisi, 2 yıl önce Fransa’yı ziyaretinde de kendisiyle bu sitede yayınlanan bir söyleşi gerçekleştirmiştim (Söyleşiye 14 Kasım 2011 tarihli yayın üzerinden ulaşabilirsiniz –sadece Fransızca). Şahsen, Brezilya’da Türkiye ve Ortadoğu açısından böyle bir ilgi olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Tartışmasız bir biçimde, Boğaz kıyılarından esen rüzgarın havası Kesmeşeker Dağı’ndan ve Copacabana sahillerinden hissedilebiliyordu. Brezilya’nın yeni orta sınıfı Paris ya da Londra’ya nazaran İstanbul’a gitmeye daha gönüllü değil miydi zaten? Bu noktadan hareketle “Brezilya Baharı”nı yaratanların Gezi Parkı direnişinden ciddi biçimde etkilendikleri iddia edilemez mi? Elena Lazarou OVIPOT sitesinde yayınlanan bu özel röportajda bu konuda biraz ihtiyatlı olunması gerektiğini belirtiyor. Doğrusu, mukayese mantığının pek “mantıklı” olmadığı da söylenebilir...
- Jean Marcou: Haftalardır devam eden protestolar ve direniş hareketi Brezilya’yı ciddi biçimde etkiledi. Bu olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu hareket öngörülebilir miydi?
Elena Lazarou: Brezilya’da şahit olduğumuz bu gösteriler, en başta genel anlamda hayat pahallılığının arttığı bir iklimde otobüs bilet ücretlerine yapılan zamma bir karşı çıkıştı. Ancak elbette, artık hareket bunun ötesine geçti. Bizi bugünkü noktaya getiren iki temel sebep var: öncelikle, göstericilere uygulanan polis şiddeti “militer kolluk kuvvetleri”ne olan tepki ile birlikte geniş kitleleri harekete geçirdi. İkinci olarak da, gösteriler hareket alanı ve güç kazandıkça, Brezilya’daki (siyasi ya da siyasi olmayan) farklı gruplar taleplerini ortaya koyabilecekleri bir fırsatın doğduğunu hissettiler, bu eylemlerde de daha iyi sağlık hizmeti ve daha kaliteli bir eğitim sistemi isteğiyle birlikte yolsuzluğun son bulması talebi ön plana çıktı.
Bu olayların tam da bu anda patlak vereceğini kimse öngöremese de (hatta çeşitli siyasi partiler bile oldukça şaşırdıklarını itiraf ettiler), bilhassa geçtiğimiz seneden itibaren Brezilya ekonomisindeki yükselişin hız kesmesiyle birlikte, fiyat artışları karşısında toplumda artan bir hoşnutsuzluk olduğu hissediliyordu. Son yıllarda ortaya çıkan birçok yolsuzluk skandalı da siyasi sistem karşısında halkın güvensizliğini arttırmıştı. Ayrıca, yerleşik kalıpların dışına çıkılmasına olanak tanıyan sosyal medya sayesinde bireylerin bu memnuniyetsizliği dışa vurmaya başlamaları da bu olaylarda bir etken olarak değerlendirilebilir. Sonuç olarak, bu hareketin şu anda gerçekleşeceğinin öngörülebilir olduğunu düşünmediğimi söyleyebilirim.
- Jean Marcou: Brezilya’daki gösteriler, Türkiye’de Haziran ayının başından itibaren artık geniş bir halk hareketine dönüşen protestolar sürerken başladı. Bu tesadüfü açıklayabilecek sebepler var mı sizce?
Elena Lazarou: Kimi uluslararası medya kuruluşları bu tarz karşılaştırmalar yapmayı denediler ve olayların eşzamanlılığını açıklamaya çalıştılar, ancak ben yine de ihtiyatlı davranmayı tercih ediyorum: birbirinden bu denli farklı iki sistem ve iki siyasi kültür arasında paralellik kurmak biraz risklidir. Bununla birlikte, küreselleşmenin bugün sadece ekonomik bir olgu olmanın ötesine geçtiğini de inkar edemeyiz. Gelişen teknolojiler ile birlikte fikirlerin, görüşlerin ve eylemlerin kolayca yayılabilmesi, resmi kanallar yahut medyanın aracılığı olmaksızın bir sivil toplum hareketinin bir diğeriyle bağ kurabilmesini sağlıyor. Bu anlamda, dünyanın öte yanında gerçekleşen gösterilerin, Brezilya’daki –özellikle gençlerin öncülük ettiği– değişim taleplerini etkileyebileceğini de inkar edemeyiz. Dahası, son beş yıl içerisinde, çeşitli vesilelerle diplomatik ilişkilerimizin arttığı Türkiye, Brezilya vatandaşları için bir kapalı kutu olmaktan çıkmıştır. Ve artık Brezilyalıların gözünde orada olanlar dünyanın öbür ucunda oluyormuş gibi algılanmıyor. Bu açıdan bakıldığında, bugün Türkiye’de olan hareketlenmenin de, bundan on yıl önceki Brezilya’ya nazaran bugün çok daha fazla ses getirmiş olduğunu iddia edebiliriz. Ancak yine de, görünüşte bu direniş hareketlerinin art arda patlak vermiş olması bir tesadüften başka bir şey değildir.
Medya tarafından yapılan karşılaştırmalar hususunda da, bir şeye dikkat çekmek isterim; Brezilya’da gösterilerin başlamasının altında yatan iki temel sebep sağlık ve eğitim sistemlerine olan tepkidir, Türkiye’de ise hükümete karşı en muhalif kesimde yer alan kişiler için bile bu iki alan hükümetin etkin olduğu konulardır. Dolayısıyla buradaki benzerliği abartmamak gerekiyor.
Jean Marcou: Türkiye’de, gösteriler Taksim meydanının yeniden düzenlenmesi kapsamında Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesi ile başladı. Brezilya’da ise otobüs fiyatlarına gelen zammın ertesinde. Buradan hareketle, bu iki hareket arasında en azından tepkilerin kökeni bakımından bir benzerlik olduğu ileri sürülemez mi?
Elena Lazarou: Bana sorarsanız bu iki gerekçeyi “bardağı taşıran son damla” olarak okumak mümkün, aynı zamanda simgesel bir tarafları da olduğu düşünülebilir. Bunu söylememin sebebi aslında bu olayların arka planında, iki halk açısından da bir süredir daha büyük bir rahatsızlığın hissedilmesi. Burada Brezilya’daki hayat pahallılığına ve altyapı ile birlikte kamu yatırımlarının eksikliğine vurgu yapmak istiyorum; Türkiye tarafında ise olay, halk tarafından kentin kapitalist biçimde yeniden düzenlenmesi olarak yorumlanıyor, ayrıca Başbakanın otoriter bir biçimde belediyenin işlerine karıştığı yönünde de yaygın bir inanış söz konusu. Bu iki harekette, olaylar simgesel bir boyuta taşındı ve bu sebeple gösteriler bu denli uzun sürdü. Baktığımızda Brezilya’da, ücretsiz toplu taşıma talebi (Movimento Passe Livre hareketi ile birlikte) uzun süredir (2005 yılından beri) gündemdeydi, ancak daha önce bu denli devrimci bir hareketi tetiklememişti.
Kısacası, bu eylemlerden önce dünyanın diğer yerlerindeki hareketlerde de görüldüğü üzere “ateş olmayan yerden duman çıkmıyor”. Ancak aynı zamanda fitili ateşleyecek bir sebebin de olması gerekti. Brezilya ve Türkiye’de olan şey de bu. Bu eylemlerin temel hareket noktası, vatandaşların varoluş talepleri ile istek ve ihtiyaçlarına (bunlar Brezilya ve Türkiye’de birbirinden farklı olsa da) hükümetin verdiği yanıtların tatmin edici nitelikte olmamasıydı.
- Jean Marcou: Brezilya’da ve Türkiye’de, uzun süredir ülkeyi yöneten hükümetlerin iktidarda olduğunu görüyoruz (Brezilya’da 2003’ten, Türkiye’de 2002’den beri). Bu tepkileri açıklayabilecek bir “iktidar yozlaşması”ndan bahsedilebilir mi? Böyle bir olgunun, aynı zamanda her iki taraftan ele alınabileceğini, yani geleneksel muhalefet anlayışının da güvenilirliğini yitirdiğini ve başka türlü bir ihtimalin çok uzak göründüğünü düşünüyor musunuz?
Elena Lazarou: Son soruya hızlıca yanıt vermem gerekirse; evet yaşadığımız bu olaylarda güçlü, organize, kuvvetli argümanlara sahip ve yenilikçi bir muhalefetin eksikliğinin önemli bir etken olduğunu söyleyebilirim. Eğer olması gerektiği gibi; yani sistem içinde yapıcı eleştiriler getiren, hükümetin her an yakasında olan ve güç dengelerini sağlayan bir muhalefet gücü olsaydı, o zaman belki de halkın bu denli kararlı ve inatçı bir şekilde bu role soyunması gerekmeyebilirdi. Aynı zamanda şunu da belirtmekte yarar var, Doğu Avrupa ülkeleriyle birlikte krizdeki gelişmiş Avrupa ülkelerinde ve de Arap Baharı’nda gördüğümüzün aksine, Brezilya’daki gösteriler hükümetin toptan bir reddini yahut iktidar değişikliğini hedeflemiyor, ancak hükümetin yönetim zihniyetinde bir değişiklik yapması gerektiğini dile getiriyordu. Bu eylemler, aslında partilerin iktidara gelirken verdikleri sözleri, onlara bir kez daha hatırlatmak amacını güdüyor denebilir: Zira Türkiye örneğinde, AKP insan hakları, laiklik ve yönetim anlamında Türkiye’nin Batı yönelimini devam ettirecek parti olarak göreve getirildi, aynı şekilde Brezilya’da da iktidardaki parti eşitsizlikleri azaltacak, sosyal politikalara ağırlık verecek ve hayat standartlarını iyileştirecek bir yönetim arzusuyla seçimleri kazandı. Doğrusunu söylemek gerekirse son on yılda iki ülkede de bu yönde olumlu adımlar atıldı, sonuçta on yıl oldukça uzun bir süre. Ancak bana öyle geliyor ki genel algı (bu iki ülke için de farklı ölçütlerde geçerli), hükümetlerin iktidarın ilk yıllarında seçim vaadlerini yerine getirmek adına işleri sıkı tuttuğu, ancak daha sonrasında değişen şartlar karşısında, dikkatlerinin farklı alanlara kaydığı yönünde. Buna rağmen, bir kez daha tekrarlıyorum, bu iki hareket arasında bir karşılaştırma yapmak genelleştirme riskini de beraberinde getirir, zira burada farklı sorunlardan bahsediyoruz. Brezilya’da, hareketin odak noktası ekonomi ve sosyal (eşitlik) politikaları idi; Türkiye’de ise daha ziyade özgürlük, demokrasi ve temel haklara saygı talebinin öne çıktığını görüyoruz. Bir diğer önemli fark da, Brezilya’da devlet başkanının değişimi, ancak Erdoğan 2002 yılından bu yana aralıksız olarak ülkenin Başbakanı. Sanıyorum bu da, bilhassa kendisine yönelik eleştirileri arttırmış olabilir.
- Jean Marcou: Son on yıldan bu yana, iki ülkedeki ekonomik gelişme ve ilerlemenin devam ettiğini düşündüğümüzde, bu isyanları nasıl açıklıyorsunuz?
Elena Lazarou: Burada yine, geçtiğimiz yıl ciddi sinyaller vermeye başlayan ve büyüme oranlarının düştüğü Brezilya ekonomisinin durumu ile büyüme rakamlarının tatmin edici seviyede olduğu Türkiye örneği arasında ince bir ayrım söz konusu. Brezilya’da gösterilerin başlamasını bu ekonomik gidişata yorabiliriz, Türkiye’deki harekette ise ekonomi tam anlamıyla belirleyici bir faktör değil.
Ancak eğer toplumsal etkilere bakacak olursak, bu ülkelerde son on yılda görülen ekonomik iyileşme göz önüne alındığında, bazı uluslararası yayın organlarının savunduğu görüşe hak verebiliriz, bu isyanlar iki ülkede son on yılda ortaya çıkan bir orta sınıf hareketidir, bu toplumsal sınıf varlığını tescillemek ve uzun yıllardır gelişmiş Batı ülkelerinde orta sınıfın sahip olduğu konuma erişmek istemektedirler. Bu konum da, toplumu yönetenlere hesap sorabilmek ve hükümetin sahip olduğu ayrcalıklı gücün karşısında dengeleyici bir unsur olmayı ifade ediyor.
Ve aslında, Brezilya ve Türkiye’deki istatistiklere bakarsanız, (ekonomik ve siyasi kazançların yeniden paylaşılması esnasında) son on yılda ortaya çıkan bu yeni orta sınıf toplumun önemli bir bölümünü temsil ediyor. Bu insanlar artık teknolojiye, eğitime ve daha fazla bilgiye erişme imkanına sahipler ve daha iyi bir yaşam standardı talep ediyorlar. Bana sorarsanız bu da, ekonomik kalkınma ve ilerleme ile protestolar arasındaki bağlantı noktasını oluşturuyor. Bu hareketler yeni bir Brezilya’nın doğması ihtimalinin önünü açıyor. Ve muhtemelen yeni bir Türkiye’nin de işareti, ancak burada hatırlatmakta fayda var, aslında bahsettiğim ihtimal Türkiye’de daha öncelerde de, yani birçoklarının inandığı gibi askeri vesayeti kaldırma iddiasıyla AKP iktidara gelirken de bir ihtimal olarak duruyordu. Yalnızca şu an, belki daha çok hissedilen, AKP’nin miras aldığı ve yıkmaya kararlı olduğu bu siyasi sistem içindeki kimi noktaları partinin –yahut onun başındaki liderin– kendi avantajına kullanmaya başlaması.
İki ülkede de genel kanı şu; geride bırakılan on yıl, diktatörlerin eseri olan ve demokratik olmayan siyasi mirasın kalıntılarının temizlenmesi için yeterli bir süreydi buna rağmen iktidarların bu konuda tam anmalıyla başarılı olamadığı yönünde bir hissiyat var. Sözünü ettiğim mesele, aynı zamanda Brezilya’daki kolluk kuvvetleri hususunda da geçerli.
- Jean Marcou: Brezilya’daki göstericiler kimlerden oluşuyor? Geçtiğimiz hafta boyunca Türk göstericilerle Brezilyalılar arasında benzerlikler olduğunu düşündünüz mü?
Elena Lazarou: Şu anlamda bir benzerlik olduğu görülüyor: iki ülkedeki eylemlerde genç ve eğitimli insanlar ön planda, öte yandan bu eylemlere katılanlar birbirinden çok farklı siyasi düşüncelerden geliyorlar, tabi kitle hareketleri söz konusu olduğunda muhalefet partilerinin de işin içine karışmasına engel olamıyorsunuz, her şeye rağmen genel algı, bu hareketlerin bildiğimiz siyasi parti kalıplarının ötesine geçtiği yönünde. Ayrıca her iki ülkede gerçekleşen eylemlerde, ekonomik anlamda alt sınıfların bu harekette geniş şekilde bir yer almadığı yönünde de bir saptamam var.
- Jean Marcou: Sizce “Brezilya Baharı”; Arap Baharı, geçtiğimiz yılki İspanya Protestoları, Gezi Direnişi ve 68 Mayısı düşünüldüğünde, bu hareketler arasında hangi toplumsal olguya daha yakın duruyor?
Elena Lazarou: Böyle bir değerlendirme yapabilmek için henüz erken olduğunu düşünüyorum.
- Jean Marcou: 22 Haziran’da Karadeniz Bölgesinde yer alan Samsun’daki bir parti toplantısı sırasında yaptığı konuşmada Recep Tayyip Erdoğan, Brezilya ve Türkiye’deki gösterileri birbiriyle ilişkilendirip, aynı yöntemlerin (Twitter ve diğer sosyal ağlar), aynı sloganların ve aynı simgelerin kullanıldığından yola çıkarak uluslararası bir komplo iddasında bulundu. Ayrıca farklı yerlerde de bu toplumsal hareketlerin iki ülkede neredeyse aynı zamanda başlamasının bir tesadüf olamayacağı ileri sürülüyor. Zira hatırlarsınız, 2010 Mayıs’ında Washington’daki zirvede Brezilya ve Türkiye, İran’ın nükleer çalışmaları konusunda veto hakkını kullanmayan ülkelerin başını çekiyordu ve Amerika’nın gelişmekte olan bu ülkeleri bir anlamda cezalandırmak istediği yönünde iddialar var. Bu komplo teorileri hakkında sizin düşünceniz nedir? Brezilya’daki siyasiler de buna benzer ifadeler kullanıyorlar mı?
Elena Lazarou: Öyle sanıyorum ki bu söylemler tamamen dayanaksız. Brezilya Devlet Başkanı Dilma Roussef’in olayların başından itibaren tutumu Erdoğan’ın tutumundan bir hayli farklıydı. Roussef, bu protestoları en doğal demokratik haklardan birisi olarak niteledi ve bir açık oturumda göstericilerin taleplerinin en kısa süre içerisinde oluşturulacak bir çalışma komitesi tarafından değerlendirileceğini halka ifade etti.
Not: Bu söyleşi Jean Marcou tarafından gerçekleştirilmiş ve İngilizce aslından Justine Lemahieu tarafından Fransızca’ya çevrilmiştir.
Fransızca’dan Türkçe’ye çeviren: Soner Sezer
© Tüm hakları saklıdır.