Dünya

Bono'dan mektup var!

Bono, mektubunda Başbakan Erdoğan'la Dolmabahçe görüşmesinde neler olup bittiğini anlattı.

09 Eylül 2010 03:00

T24 - Mektubunda Başbakan Erdoğan'la Dolmabahçe görüşmesinde neler olup bittiğini anlattan Bona, Yiğidim Aslanım ı bütün stadyuma söyletebildiği için Zülfü Livaneli den de hayranlıkla söz etti. Bono, '..bütün stat şarkıyı satır satır söyledi...Kendi kendime U2 nun böylesine güçlü bir bağ kurabilmesi için kat etmesi gereken uzun bir yol olduğunu düşündüm...' dedi.

Bir buluşamamanın hikâyesi: Bono yazısını okuyup etkilenince tanışmak istediği Radikal yazarı Joost Lagendijk'ı Olimpiyat Stadı'ndaki konser alanında fellik fellik arattı. Bu mümkün olmayınca da bir mektup yolladı.

‘Bir rock grubunun fazla abartılan şarkıcısı olmasaydım, gazeteci olurdum. Ve eleştiren bir gazeteci olurdum’

Her şey Ayşe Bulutgil’den gelen bir kısa mesajla başladı: “Bono Joost Lagendijk’la görüşmek istiyor, nasıl ulaşırım?” İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın basınla ilişkilerinden sorumlu Ayşe Bulutgil, birkaç defa aramış, sesini duyuramayınca telefonuma mesaj atmış. Bense kendimi ön grup Snow Patrol’a bırakmış, telefonu filan unutmuş vaziyetteyim. Konser gürültüsü arasında konuşuyoruz. Meğer, Ayşe haftalardır her gün Türk basınında U2 hakkında çıkan yazılardan bazılarını seçip, çevirip grubun menajerlerine iletiyormuş. Bunların içinde Bono en çok Lagendijk’ın Radikal’de çıkan yazısını beğenmiş ve hatta onunla tanışmak istemiş. Tabii konserin tüm sürprizleri gibi bu da bir son dakika kararı olduğu için hep beraber başladık Lagendijk’ın telefon numarasını aramaya.

Ben gazeteyi aradım, yazı işleri müdürlerinden Ali Topuz’dan telefon numarası istedim. Onda yokmuş, gazetede de o saatte bilecek kimse kalmamıştı. Ali Topuz’dan aldığım bilgiler ışığında Lagendijk’ın Radikal’de çıkan yazılarını çeviren Murat Uyurkulak ve Beril Köseoğlu’nu aradım, onlarda numarası vardır diye. İkisinin de cep telefonu kapalı, iyi mi! Bunun üstüne bir rock yıldızının aklına eseni gerçekleştirmeye çalışan organizatörlere fazla aldırmamaya karar verdim, işin peşini bıraktım.


‘Bono ısrarcı...’

Ama tam o sırada Ayşe’den ikinci mesaj geldi: “Bono, ısrarcı!” Bu sefer iş ciddiye bindi, ama telefonlar hâlâ kapalı, ben de birer mesaj attım ve onu bunu aramaya başladım. O sırada Beril Köseoğlu’ndan bir cevap mesajı geldi, işte Lagendijk’ın numarası. Tabii bu arada en az bir saat geçmişti, ama ne yapalım... 

Ertesi sabah hemen buluşmanın detayları için Ayşe’yi aradım. Buluşamadıklarını öğrenmek tabii biraz hayal kırıcı oldu. Ardından Lagendijk’ı aradım. Meğer o da benim gibi, trafik korkusuyla stada erkenden gelenlerden biriymiş. Telefonuna önce Türkçe bir mesaj düşmüş. Eşinin yardımıyla okuduğu mesajdan Bono’nun kendisiyle buluşmak istediğini öğrenince, birilerinin dalga geçtiğini sanmış. Ardından organizasyon görevlileriyle konuşunca işin ciddiyeti anlaşılmış. Ama Lagendijk’a ulaşma mücadelesi sırasında geçen zaman, bu buluşmayı imkânsız kılmış.
U2’nun sahneye çıkmasına yarım saatten az kaldığı için, tanışma işini konser sonrasında yapalım demişler Lagendijk’a... Ertelenen şeyden hayır gelmez, konser sonrası da uçak saati geldiği için grup koştura koştura havalimanına gidince, tanışma gerçekleşmemiş. 

Lagendijk, “Bono’nun yazımı beğendiğini duymak güzel oldu, tanışmak da iyi bir fikir olarak kaldı” dedi son söz olarak...

****

“Sevgili Joost, 

Eve dönüş yolunda kalabalığın sesi hâlâ kulaklarımda çınlarken, size açık mektubunuzdan dolayı teşekkür etmek istedim. Ölçülü ve nazik satırlardı. Büyülü ülkenize gelip gizemlerini sadece birkaç günde kavramak ve çözmek mümkün değil, bunun için birkaç yıl bile yetmeyebilir. Siyasetiniz muhakkak ki karmaşık, fakat burada kulağıma çalınan en basit ve güçlü melodi, insanların geçmişin derinliklerine çok fazla dalmak istemediği. İnsan burada geleceği iliklerine kadar hissediyor... şeffaf bir şekilde iyi kararlar alındığı takdirde, Türkiye için büyümenin ve fırsatların sonu olmadığını görebiliyorsunuz.

Başbakan Erdoğan bu ozanlar grubuna müthiş bir misafirperverlik gösterdi ve vaktini büyük bir cömertlikle bize ayırdı. Onunla bir buçuk saat geçirdik, çok çeşitli meseleler konuştuk, en ciddisinden en hafifine kadar birçok konuyu ele aldık. Okul müfredatlarında bulunan bir şiiri okuduğu için düşünce suçlusu olarak hapiste geçirdiği günlerden söz ettik. Her tür soruya insan haklarından Sudan’a, Pakistan’daki sellerden İnan Suver gibi vicdani retçilere reva görülen muameleye kadar sorduğumuz bütün sorulara açık görünüyordu. Vicdani retçilerin durumunu inceleyeceğini söyledi...

Başbakan’ın kızı Sümeyye, kalkınma konularındaki bilgisiyle son derece etkileyiciydi ve annesiyle birlikte selzedelere yardım götürdüğü Pakistan’dan daha yeni dönmüştü... Yeri gelmişken şu an yanımızda, başbakanlık ofisinin duvarlarının birinden alınmış bir hediye var: Türkiye’nin 1850’lerdeki büyük kıtlık sırasında İrlanda’ya gönderdiği yardımın beyannamesi.

Şu açık ki, biz Başbakan’ın davetine icabet ettik ve oraya herhangi bir siyasi görüşü desteklemek için gitmedik. Popülist liberal bir rock grubunun böylesine önemli bir referandum öncesinde hükümetle bu kadar yakın görüntü vermesinin her iki taraf için de riskli olduğunu ve yorum yapmamız durumunda her iki tarafça da kullanılabileceğini bilmeyecek kadar naif değiliz. Durum bu değildi.

Böyle iç meseleler bizim işimiz değildi... ancak bir sanatçı diğer yaratıcı veya eleştirel sesler bastırıldığında sesini daima yükseltecektir. Hükümetlerin gücü, eleştirileri kabul edebilmesiyle ölçülebilir. Özgür bir basın demokrasinin mihenktaşıdır. Bir rock grubunun fazla abartılan şarkıcısı olmasaydım, gazeteci olurdum, bundan kesinlikle eminim. Ve eleştiren bir gazeteci olurdum. Kısa süre sonra Türk hapishanelerinde muhtemelen 90 düşünce suçlusu gazeteci olacağını söylediğinizde, bunun son dönemde kaydedilen ilerlemenin büyük kısmını heba edeceğine ve ülkeyi, eşi Hanım’ı ve ailesini konserde ağırlamaktan büyük onur duyduğumuz Fehmi Tosun’un kaybedildiği karanlık günlere döndüreceğine katılırım.

Sanatçılarla hükümet arasındaki bu tür bir diyalogla ilgili mesele şu: Bu olağanüstü bir şey olmamalı. Bir bütün olarak toplumun tanımı tam da, sanatçıların, biliminsanlarının, sporcuların, dindarların, laiklerin -herkesin- katkı yapmasıdır.

Pazartesi akşamı Zülfü Livaneli ve kardeşi Ferhat’la sahneyi paylaşmak bizim için onurdu. Zülfü kitlenin sesini özel bir yere taşıdı ve nesiller arasındaki ayrımlar eriyip gitti. Fehmi için ‘Kaybedilenlerin Anneleri’ni söyledik, bunu Zülfü’nün demokrasi şehitleri için bestelediği ‘Yiğidim Aslanım Burada Yatıyor’ takip etti... bütün stat şarkıyı satır satır söyledi... Kendi kendime U2’nun böylesine güçlü bir bağ kurabilmesi için kat etmesi gereken uzun bir yol olduğunu düşündüm... ama yine de ilk buluşma için fena değildi.

Bu kadar ciddiyet yeter. İstanbul’daki vaktimizin hepsi aktivizmle ve vicdan meseleleriyle geçmedi - bazı büyük aptallıklar da yaptık, Köprü’den geçerken trafiği durdurduk sözgelimi (arkada oluşan kuyruktaki insanlardan samimiyetle özür dileriz), göbek dansı izledik ve cumartesi akşamı birkaç bardak şampanya içtik.

Bir kez daha böylesine düşünceli bir açık mektuptan dolayı size teşekkür ederim; son günlerde ve akşamlarda tanıştığımız bütün insanlara da teşekkür ederim. Bu büyük şehre acemiler olarak geldik, hayranları olarak ayrılıyoruz.”