Gündem

Böhürler: Gülen cemaati bana hoşgörüsüz davrandı

29 Mayıs 2010 03:00

T24 - AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi, Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler özel hayat görüntülerine ilişkin skandalda Deniz Baykal'a verdiği destek nedeniyle eleştirdiği Fethullah Gülen hareketinin geniş kesimlere karşı sergilediği hoşgörüyü kendisinden esirgediğini dile getirdi.


Ayşe Böhürler: O görüntülere dini bir hareket destek veremez


Bu tutumun nedenini anlayamadığını belirten Böhürler, T24'te Selin Ongun'a verdiği söyleşide, "eğer dini bir hareketse Gülen hareketinin Baykal'ın görüntülerine destek veremeyeceğini öyle değilse de siyasi parti olarak örgütlenmesi gerektiğini" söylemişti.


Böhürler, Yeni Şafak'ta yayımlanan (29 Mayıs 2010) yazısında, Gülen cemaatinin bu sözleri nedeniyle kendisine karşı hoşgörülü olmayan bir tepki gösterdiğini yazdı.


Böhürler'in kaleme aldığı "Bir gazeteci siyasete girerse gör başına neler gelir!" başlıklı yazısı şöyle:



Bir gazeteci siyasete girerse gör başına neler gelir!



Deniz Baykal bu hafta kendisi ile yapılan bir röportajda Rudyarda Kipling'in Eğer isimli şiirini okumuştu. Ben de bugünkü yazımda ondan ilham aldım. İstanbul'da başlayıp Roma'da biten bir haftanın özetinde her gün "şunları yazmalıyım" kararını değiştirirken "eğer başka günlerde yazsaydım ne yazardım" diyerek başlıyorum bugün yazıya.


Eğer pazartesi günü yazsaydım, Okumakta olduğum Fethullah Gülen'in Timaş yayınlarından çıkan Kalb İbresi isimli kitabını tavsiye edecektim. Eğer o kitabı okuyup adanmışlık vurgusuna dikkatimi çekmeseydi cemaat mensuplarını yanlış anlayabilirdim.


Ayrıca Hüseyin Gülerce'nin Baykal olayı üzerine yaptığı açıklamalara ithafen yaptığım "siyasi" yorumuna ilişkin aldığım tepkileri yazacaktım. Hiç birimiz gizli niyetleri bilmeyiz, aleniyete bakarak yorum yaparız. Benimkisi de naçizane şahsi bir yorumdur. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz. Ancak cemaat mensubu kardeşlerimin geniş bir kesime gösterdikleri hoşgörüyü benden neden esirgediklerini hiç anlamadım. Bana tavsiyelerde bulunup imana davet edenlerin iyi niyetlerinden zerrece şüphem yok aslında. Söz sahiplerinin hepsi mutlaka adanmış ve samimi birer Müslüman.


Ancak ben adanmış birisi değilim, saygı sınırları içinde eleştiri yapabilme hakkımı her yerde savundum ve korudum. Üstelik yorum yaptığım konu dini bir mesele değil. Son derece somut, açık, herkesin gözünün önünde cereyan eden dünyevi bir hadise ile ilgili. Zihnimde uyanan soruları açıkça söyledim. Cevaplar sorularımı daha da artırdı. Siyaset üstü olmak da herkese eşit mesafede olmak da bir düştür bunu hepimizi biliriz. Ayrıca anlamadığım bir konu da şu: Parti kurmak, ya da siyaset yapmak günah ya da suç mu, ya da garabet bir konu mudur? Bunu böyle olmadığını anlamak için Peygamberimizin hayatına bakamak vee siyer okumak yeterli. Teklifim dünyalık işlerde açık siyasettir. Hem de herkese!


Bu arada siyasi mesajiddialarına kızmadan önce Gülerce'nin röportajından bir alıntıyı paylaşmak isityorum. "Sayın Baykal'ın bu harekete o dönemde olumsuz bakmadığına, Türkiye için faydalı bir hareket gördüğüne dair, belki birkaç sene sonra açıklayabileceğim çok somut davranışlarını bilen bir insanım. Bunu şimdi söylersem yer yerinden oynar...... Erken söylediğiniz zaman insanlar bunu kaldıramıyor. Ben bir programımda, "Sayın Baykal'ı çok seviyorum" diyerek ipucu verdim. O somut şeyi düşünerek Baykal'ı sevdiğimi söyledim."


Eğer bu yazıyı salı günü yazsaydım, CHP'ye giren meslektaş gazetecileri yazacaktım. Meğer parti meclisine giren gazeteciler kendilerine misal olarak beni göstermişler. Madem misal teşkil ediyorum, o zaman bir gazeteci siyasete girerse gör başına neler geliri anlatmak üzerime vacip oldu. Bir gazeteci olarak siyasete girerseniz; gazeteciliğinizin sadece bir köşeye yazı göndermek ile sınırlı olduğunu kimseye algılatamazsınız. Gazeteye bile uğramadığınıza kimse inanmaz. Bu nedenle

Artık şahsi fikirlerinizi ulu orta söyleyemezsiniz. Gazeteci gibi konuşsanız, kardeşim sen siyasetçisin, ne biçim konuşuyorsun derler. Siyasetçi gibi konuşsanız yakışır mı sana derler. Yerine göre konuşmanın kıvamını bulmak mümkün değildir. Kalbi konuşmak çözümdür. Amma velakin riski vardır. Kendini Molla Kasım zannedenlerin sayısı ise hiç de az değildir.

Siyasetçiler ile ilgili bütün önyargılar birden boynunuza biniverir. Ne taşınmaz yüktür bu, bir bilseniz!

Önyargılar,yakıştırmalar sadece meslekle sınırla kalmaz değildir.Parti meclisine girdiniz diye mesleğinizi bırakamazsınız. Çünkü bu tür görevler karşılığı olan işler değillerdir. Gelir getirmez ama harcamaları artırır. Mesleğinizi de bir taraftan icra etmek zorundasınızdır. Kurumlar artık size mesafelidir, siyasetçi kimliğiniz onların tarafsızlığını (!) riske eder. Öyle kapılar size açılmadığı gibi tam tersi kapanıverir. "Ya aslında sen bu işe çok uygundun amma siyasisin" sözü bu durumun özlü sözüdür. Yandaş medya diye bir şey olmadığını görürsünüz. Bağımsız çalışmaya kalkarsınız, kendini de, karşısındakileri de bilmez gafiller size hem siyaset, hem ticaret yapıyor deyiverirler. Sadece geçmişe bakmak bile bir çok cevabı aklınıza getirir ancak siyaseten size "la havle" çekmek düşer. Bu arada gazeteci olarak hakkında haber yaptığınız,televizyona çıkartmadığınız, yol vermediğiniz, dere kenarında bekleyen bir çok insanın varlığından böylece haberdar olursunuz birden. Ayrıca siyaset kimsenin himayesinde yapılacak iş de değildir. Hatır bonolarına muhtaç olmamak gerekir. Partide siyaset gazetede gazetecilik yaptığınızı iddia etseniz de kimse inanmaz. Abi gazeteci ya işte! Kamuoyunda hakkında bir çok önyargıyı barındıran iki meslek bir arada pek güzel bir karışım olmuyor diyeceğim. Başınıza gelecek daha çok iş olacak. Benden söylemesi!

Eğer bunları bilseydim siyaseti düşünmezdim. Bir gazeteci siyasete girince sadece taşın altına el koymuyor kısacası.

Eğer Çarşamba günü yazsaydım Prof. Hakan Yılmaz'ın "Biz"lik,"öteki"lik ve Ayırımcılık araştırmasını ve ulus devlet kimliğini,hayat tarzı tartıymasınnı bu araştırma sonuçlarına göre halkın hiç gündeminde olmadığını yazacaktım.

Ancak cuma günü tüm bu gündemler önemini yitirdi. Çünkü Roma'da tarihin ve sanatın içinde her şey gözüme beyhude göründü. Dünyadaki tarihi eserlerin %70'inden fazlasına sahip olan Roma'da, İstanbul Kültür 2010 ajansının ekibi ve gaezeteciler ile birlikte biraz önce 74 yaşında dünya çapında ünlü bir mimarın heyecanına tanık olduk. Roma'nın kuruluşuna ilişkin yeni bir yerleşim yeri bulunmuş. Binlerce yıllık tarih geriye büyük bir servet değerinde harabeler bırakmış. Diğer yandan Roma'nın ilk ve tek çağdaş müzesi Maxxı'de bugün açıldı. İtalyan'ın 10 yıldır yapmaya çalıştıkları binanın tasarımı Arap bir kadın mimar Zaha Hadid'e ait. İtayanlar binayı şehrin mimarisine aykırı bulsalarda ekonomik kriz nedeni ile bu müzenin sürdürülebilirliğin tartışsalar da burada Zaha Hadid mimarların kraliçesi gibi adeta. Zaman ve mekan duygusunu kaybetmeyi, sınırları aşmayı hedeflediği binanın mimari tasarımı göz, burun, kulak üç organdan vücuda girenleri temsil ediyor. Müzede yer alan sergileri gezerken iyi ki ekipte Beral Madra gibi bir çağdaş sanat duayeni var diye çok şükrettim. 80 sonrası otaya çıkan çağdaş sanat eserlerindeki doğaya uyum, çevre sorunları, savaşa karşı olmak, göç, baskıya direnmek, iki yüzlülük gibi sosyal ve politik bir çok temayı onun rehberliğinde ancak anlayabildim. Müzenin açılışında yer alan üç geçici sergiden birisi de Türk sanatçı Kutlu Ataman'a ait. "Mezopotamya Dramatürjisi" isimli video sergisi Erzincan'dan Türk modernleşmesine bir bakış taşıyor. Avrupa'nın en önemli çağdaş sanat müzesinde Türkiye'yi ve İstanbul Kültür 2010 ajansının logosunu görmek de ayrıca güzel.Vatikan'dan ilahiyat öğrencilerine daveti ise sonra yazacağım. ROMA