Söyleşi

"Bizim çocuklarımızın adı ana rahmine düştüklerinde terörist, doğduklarında suçlu!”

Sur'da öldürülen İsa Oran'ın yakılmış bedenini 27 gün sonra alabilen annesi ve babası anlatıyor...

Fotoğraflar: Sinem Babul

03 Şubat 2016 02:01

“Bu fotoğrafı yayınlayın. Oğluma ne yaptıklarını herkes görsün!” 

Bu sözler, 21 yaşındaki oğlu İsa Oran’ın bedenini Diyarbakır, Sur sokaklarından ancak 27 gün sonra alabilen baba Mehmet Oran'a ait. Elinde oğlu İsa Oran’ın morgda çekilmiş fotoğraflarıyla karşımızda oturuyor.

Diyarbakır’dan İstanbul’a geldikleri gün söyleşi için kapısını çaldığımız ev taziye için gelen yakınlarla dolu. Birkaç gün sonra, daha sakin bir zamanda gelmeyi teklif ettiğimizde baba Oran, bizimle bir şey paylaşmak istediğini söylüyor. Davet ettiği odaya geçiyoruz. Mehmet Oran, henüz eşine göstermediğinin altını çizerek çarşafların altından çektiği bir poşetten o fotoğrafları çıkarıyor. 

Bakmakta zorlandığımız ilk fotoğraftaki, yüzü yanmış, kavrulmuş derisinin siyahına kan kırmızısının karıştığı, sadece dişleri ve göz oyukları kalmış bir suret. “Bunları yayınlamanızı istiyorum” diyor, “Benim devletin okuluna emanet ettiğim çocuğuma ne yapmışlar herkes görsün!” 

Foto muhabir arkadaşım Sinem Babul, fotoğraflarını çektikten sonra evden ayrılıyoruz. İki gün sonra aynı evin kapısını çaldığımızda bu kez anne Zahide Oran, eski BDP Küçükçekmece İlçe Başkanı olan baba Mehmet Oran’a eşlik ediyor. Salonlarında, arkalarına İsa’nın ve beraber öldüğü Mesut Seviktek’in fotoğraflarını koyarak sorularımız eşliğinde kendi hayatlarından başlayarak bugüne, İsa’nın hikâyesini anlatıyorlar:

- Zahide Hanım, kaç yaşındasınız?

Zahide Oran: 49.

- Nerelisiniz?

Zahide Oran: Ben kendim Muş doğumluyum. Eşim de Bitlisli.

- Nerede tanışmıştınız?

Zahide Oran: Elazığ’da, ailelerimiz uzun bir süredir Elazığ’daydı.

- Evlendiğinizde kaç yaşındaydınız?

Mehmet Oran: Ben 25 yaşındaydım, eşim 23.

- İsa ortanca çocuğunuzdu değil mi; çocuklarınız ne zaman doğdular?

Zahide Oran: İsa ortancaydı. Biri kız, dört oğlumuz var. Osman 24, İsmail 22, İsa 21 yaşında. Kızım Kübra 19 yaşında, bir de Heval Kawa var.

- Heval Kawa’nın anlamı ne?

Mehmet Oran: Heval arkadaş demektir. Demirci Kawa, Newroz’un efsanevi lideridir, Kürt mitolojisinde kahramandır. Asur imparatorluğunun kralı olan Dehak’ın omuzlarında iki tane yara oluşur. O zamanın hekimleri buna çare bulamayınca “Bunu caydırabilmek için öyle bir şey söyleyelim ki...” diyorlar çünkü ona derman bulamayanın da kafasını kesiyor.

Zahide Oran: Tıpkı şimdi Erdoğan gibi...

Mehmet Oran: “Öyle bir şey söyleyelim ki neticede insandır, haline şükredip doktorları katletmesin” diye “14-15 yaşlarındaki genç insanların beyni ancak senin yaralarına ilaç olabilir” diyorlar. Ama Dehak, yıllarca gençleri getirtip katlediyor.

Zahide Oran: Her seferinde iki tane genç getiriyorlar.

Mehmet Oran: İki gençten birini salıp “Dağa gideceksin” diyorlar. Bir hayvanın beynini, bir de kestikleri gencin beynini omuzlarına koyuyor. En son Kawa’nın bir çocuğunu katlediyorlar, bir çocuğunu daha alınca Feridun ve Kawa o gece saraya giriyor. Girmeden önce diyorlar ki “Biz ölürsek ölürüz, ölmezsek ve kralı öldürürsek kalenin başına çıkıp orada ateş yakarız, o zaman siz de bulunduğunuz her yerden bize ateş yakarsınız.” Kawa o gece kralı öldürüyor ve kalenin başına çıkıp ateş yaktığında, Maraş’ın etrafı dağlarla çevrilidir, her yerden ateş yükseliyor. Bu tarih 21 Mart’tır. Newroz, Dehak zulmünden kurtuluşunun yıl dönümü olarak bilinir Orta Doğu halkları tarafından.

- Oğlunuz Kawa dahil çocuklarınız büyürken, 90’larda siz neler yaşadınız?  

Mehmet Oran: Biz 76’da Elazığ’a geldik bir adli vakadan dolayı. Ailemizin bir kısmı hâlâ orada, bir kısmı Muş Varto’da. Biz memlekette olmasak bile bugün nasıl İstanbul’da yaşayan Kürtler Sur’un, Cizre’nin, Silopi’nin acısını hissediyorsa 90’larda her il öyleydi. Bahçet Cantürk, Savaş Buldan, Hacı Kara, Gazi katliamında katledilen Metin Göktepe gibi yüzlerce gazeteci, Mehmet Sincar, muhabir Cengiz Altun, Ape Musa denilen Musa Anter gündüz şehrin ortasında katledildi.

- İstanbul’a ne zaman, neden taşındınız?

Mehmet Oran: Ben 95’te İstanbul’a geldim.

Zahide Oran: Eşim burada çalışıyordu, biz Elazığ’daydık. 

Mehmet Oran: Memlekette yazın müteahhitlerden, taşeronlardan iş alıp işçi çalıştırıyordum, kalfalık yapıyordum, 10’ar kişilik 2 ekibim vardı. Ben 14 yaşında inşaata başladım. İnşaata başladığımda bir el arabası taşıyamayacak kadar küçüktüm. O günden bugüne çalışıyorum. Tansu Çiller’in 5 Nisan kararıyla ülkede devalüasyon yaşandı. Hayvancılık, tarım bitti. İnsanlar mark veya dolarla borçlandığı için borçları katlandı. Bütün sektörler etkilendi. Ben de ondan dolayı geldim. Orada betonculuk yapıyordum, burada kaba inşaat üzerine çalıştım. 97’de ev alınca evimizi buraya getirdik. Osman 1. sınıfa kaydedilmişti. Sadece İsa değil, diğer çocuklarımız için de “Sizin gibi anne babayla iftihar ediyoruz” derdi öğretmenler. Sürekli okul ile ev arasında biz mekik dokurduk. Her yıl en az 100 sefer okula giderdik.

 İsa Oran ilkokuldaykenZahide Oran: İstanbul’a taşındığımızda İsa 3 yaşındaydı. Burada büyüdü, şu sokakta. (Zahide Hanım, pencerenin dışını gösteriyor) Sadece bu binada bir, iki tane Kürt var. Komşularımız genel olarak hep Türk. MHP’lisi de, CHP’lisi de, AKP’lisi de var. İsa onların içinde büyüdü. Kavgası da burada oldu, oyunu da, gülüşü de, her şeyi burada, kapının önünde oldu. Hep çocuklarımı camdan izledim. Devamlı kontrolüm altındaydı; ne onlar kimseye, ne onlara kimse zarar versin. Misket oynardı. Pokemon kartları çoktu. Gazoz kapaklarını hani dövüyorlar ya, ondan vardı. Her şeyinde çok başarılıydı.

- Okulda?

Zahide Oran: Okulda da öyleydi. Birinci sınıfa gitmeden önce okuma yazmayı sanki sökmüştü.

- Evde Kürtçe mi konuşuyorsunuz?

Zahide Oran: İki dili de konuşuyoruz. İki büyük abisinin kitaplarını görüyordu, okula gittiğinde bir merakı vardı, zorluk çekmedi. Öğretmen bir sefer söylediğinde anlıyordu. Tahsin Banguoğlu İlkokulu’na gidiyordu. Nurşen öğretmeni vardı, o da İsa’yı çok sevdi. Hani İstiklal Marşı okunuyor ya “Sırada en başta ben olayım” diyordu. Öğlen okula gideceğiz, ama sabah kahvaltı yaparken diyordu “Okula geç kalacağım.” Bir gün okula gittik, daha bir ders zaman varken gittik, sırasının başında duruyor. Diyorum “Yavrum şura gölge”, diyor “Yok, ben sıramın başında duracağım.” Kitabı kafasının üstünde tuttum güneş gelmesin diye. Öğretmeni gelince kafasını okşadı “Gel gölgeye, hâlâ bir ders var” dedi.

Mehmet Oran: Ortaokulda birinciydi, Lise 1’de seviye belirlemede İstanbul’un bütün liseleri arasında matematik birincisi çıktı.

- Büyüyünce ne olmayı hayal ediyordu?

Zahide Oran: Her zaman “Bilim adamı olacağım” diyordu. Çok hırslıydı. Benim 4 çocuğum daha var, ama ben ondan daha fazla bir şey bekliyordum. Hiçbir zaman teşekkür aldığını hatırlamıyorum, hep takdirdi.

- Sizce İsa için nerede, ne değişti? Örneğin, şiddete nasıl yaklaşıyordu?     

Zahide Oran: Hiçbir zaman hakareti hazmedemiyordu. Oynarken de... Elindekini vermezdi o zaman, “Çünkü sen bana hakaret ediyorsun” derdi.

- Kürt meselesine dair size sorular soruyor muydu?

Mehmet Oran: Hayır.

- Dokuz Eylül Üniversitesi’ne girmesi nasıl oldu? 

Zahide Oran: Tek bir sınava girdi, ben “Yavrum nasıl olur, insanlar bu kadar çalışıyor, eziyet görüyor” dedim. “Anne” dedi, “Ben alacağım puanı aldım.” Dershaneye yazdık, ama “Boşuna gidiyorum, öğretmenin anlattıklarını zaten biliyorum, gerek yok” dedi.

Mehmet Oran: Dershaneye kaydettim, birinci dönemden sonra gitmedi. Niye diye sorunca “Baba ben Dokuz Eylül’e gideceğim, puanı 370’tir, benim bir sıkıntım yok, istediğim puanı da, 400 de alırım” dedi. “Oğlum, oku 500 al” dedim. “He ben 500 alayım, sen beni ya doktor ya avukat yap. Ben bu bölümü (kimya) seviyorum baba” dedi. Hayatta çocuklarımı yönlendirme gibi bir şeyim olmadı. İsa çok girişkendi, lisede, yoksulluktan değil sadece bana katkı olsun diye, kartvizit çıkartmaya başladı. TÜYAP fuarı açıldı, her sabah diyor “Baba bizi sabah oraya bırak.” Sabah götürüyorum 6 kişi, akşam gidiyorum 20 tane öğrenci. “Bu kadar kitabı ne yapacaksınız” deyince, “Ailesi yardım edecek gücü olmayanlar var” diyordu. Fırat, Dicle, ODTÜ üniversitelerinde ulaşabildiği fakir öğrencilere, daha çok Kürt ve demokrat öğrencilere yüzlerce kitap gönderdi arkadaşlarıyla.

İsa Oran - 2. senesinde üniversiteyi bıraktığını biliyor muydunuz?

Zahide Oran: Önceden haberim yoktu. Telefon açtım, çok sinirliydim “Ben senden tek kelime öğrenmek istiyorum. Sen okulunu mu bırakmışsın?”, dedi “Evet.” Telefonu kapattım, hazmedemedim. Benim çocuğumun hayali neydi, gittiğinde babası inşaattan düşmüştü. Üç kez beyin ameliyatı geçirdi, şimdi kafasında plastik var. Babası orada ev kiralamıştı, diğer abisi de oraya gitmişti.

- Sizce üniversitenin ilk iki senesinde ne oldu?

Zahide Oran: Ben ona sordum, dedim “Yavrum, neden bize böyle yaptın?” “Anne bıraktılar mı ki biz okumadık?”

- Neden bırakmamışlar?

Zahide Oran: Dedi “Biz her gün okulun yanına gidiyoruz, çatışma var. Devlet onların arkasında, faşistler bize saldırıyor. Ya kaçacağız ya da çatışmaya gireceğiz. Biz Kürdüz diye bizi tanıyorlar, saldırıyorlar.”

- Bir şey yapmamalarına rağmen, sadece nereli olduklarını bildikleri için mi saldırıyorlar?

Zahide Oran: Evet, onu biliyorlar zaten. Zaten bizim çocuklarımız doğuştan beri suçludur. Nasıl anne rahmine girdikleri zaman onların ismi terörist! Odur yani. Biz Kürdüz, bize o gözle bakıyorlar. Eğer biz öyle bir şey olsaydık zaten... Benim çocuklarım burada da, lisede de arkadaşlarıyla birlikte gelip ders çalışıyorlardı, Tokatlı da vardı, her yerden vardı. “Anne faşistlerin saldırısına uğruyorduk, biz de kaçıyorduk. Kaçtığım için devamsızlıktan okuldan kaldım.” Düşünsene benim oğlum birinci sınıfta geç kalmamak için sınıfta, sıranın başına bekliyor, üniversiteye gittiği zaman devamsızlıktan kalıyor. “Biz onlara vuramıyoruz ki. Biz bir girişime girdik mi polisler onların arkasındadır, polisler geliyor, bizi toplayıp götürüp cezaevine atıyor. Suçsuz bizi yatırıyor.”

- İsa kaç kez cezaevine girdi?

Mehmet Oran: Cezaevine girmedi, ama gözaltı çok yaşadı. Cezaevinde olup da şu an oraya giden bir öğrenci var, komşumuzun kızı Remziye Polat 12 yıl ceza aldı. Osman Özdemir arkadaşımızın çocuğu 15 yıl ceza almış.

- T24 yazarı Nurcan Baysal'a, gözaltı sebeplerinden birinin Azadiya Welat ve Özgür Gündem gazeteleri satmak olduğu söylediniz.

Mehmet Oran: Doğrudur. 8 dosyası vardı. Birinde yazıyor, “İzmir’in şu ilçesine giderken yolda bir arabaya binmiş, bu arabada yasa dışı bayrak varmış.” Bu malzeme şoföre aittir, İsa da ona şahit olarak yazılmış ama bir sonraki mahkemeye sanık olmuş!

Zahide Oran: “Gelsin, tutuklayıp içeri atalım” diyorlar, odur yani.

Mehmet Oran: Sordum, “Oğlum sen bir arabaya binmişsin. Yasa dışı bir şeyler yakalanmış?” “Baba” diyor, “İftiradır.” Ben güveniyorum, hiçbir oğlum yalan söylemez. Yalan söylese zaten yüzü kızarır.

- Bugün “Keşke İsa İzmir’e gitmeseymiş” diyor musunuz?

Mehmet Oran: ODTÜ’de her gün bu gibi şeyler oluyor.

Zahide Oran: Medyayı siz de izliyorsunuz, bütün okullarda hemen hemen var. Devlet bunların arkasında, ikiye bölmüş. Bir Kürt, bir Türk. Türklerin arkasında Kürtleri bitirmek istiyor. Başka da çocuğumuzun bir suçunu görmüyoruz. Görseydik zaten affetmezdik.

- “Bu çocuklar neden hendeğin önüne arkasına geçiyorlar, bu sorunun cevabını bulmak lazım” diyorsunuz. Bu soruya sizin cevabınız ne?

Mehmet Oran: Herkes istediği standı açabilirken maalesef Kürt çocukları, daha önce Şerzan Kurt gibi üniversitelerde katledilen, okullarda faşist saldırılara maruz kalan, defalarca gözaltına alınan öğrencilerden bir tanesi de İsa ve arkadaşlarıydı.

- O zaman YDG-H’a katılması gibi bir şüpheniz var mıydı?

Mehmet Oran: Kesinlikle öyle bir şey yok.

- İsa okulu bıraktığında İzmir’de mi kaldı, yoksa İstanbul’a geri döndü mü?

Mehmet Oran:  Bir müddet buraya geldi. Polisler düzenli baskın düzenleyince, mahkemeye götürmeye çalışınca, bunlar 2012’nin sonlarındaydı, artık buraya da gelmek istemedi. Katledilişinin 3 ay öncesinde buradaydı. Eğer YDG-H’ın içinde olsa orada olurdu, burada ne arasın? Dışarıda çalışıyordu, arkadaşlarına gidiyordu. Ama evimize gelemiyordu.

- JİNHA’nın haberinde İsa için “2. sınıfta tanıştığı Kürt özgürlük hareketiyle, her fırsatta yoldaşlarına anlattığı dünyayı kurmak için yola koyuldu”, DİHA’da “İşgal başladığında YPS’ye katıldı” deniliyor.

 Mehmet Oran: Söylediğimiz 3 ay öncesi.

- “3 ay önce geldiğinde sivildi” mi diyorsunuz?

Mehmet Oran: Doğrudur.

Zahide Oran: Her zaman bir sivildi!

- Sizce İsa ne oldu ve hendeklerin arkasına geçmeye karar verdi?

Mehmet Oran: Kürdistan’da yapılan katliamları; o kadar eğitime hayranlığı olan bir öğrencinin, mağdur olan Kürt çocuklarının eğitimleri için kitap toplayan, bir çare olmaya çalışan bir öğrenci, seviye belirleme sınavında matematikte İstanbul birincisi olan bir öğrenci İzmir’de yaşadığı zulümleri hazmedemedi. İzmir’de en son Buca Emniyet Müdürü onun arkadaşlarından birini gözaltına alıyor, soruyor “İsa hâlâ burada mıdır?” Sanki İsa dışarıdan eylem yapmaya İzmir’e gitmiş, okulla alakası yok. Af buyrun, diyor “İsa ne bok yemeye hâlâ burada duruyor, ölümünü mü bekliyor?” Bir emniyet müdürü bunu söyleyebiliyorsa AKP çetelerinin ve paralı katillerinin bizim çocuklarımızı hangi koşullarla okullardan uzaklaştırıp o hendeklerin arkasına götürmesini görmek için müneccim olmaya gerek yok.

- Bahsettiğiniz emniyet müdürü bunları söylediyse kabul edilemez. Ancak bunun AKP ile bağlantısını siz nasıl kuruyorsunuz?

Mehmet Oran: 15 yıldır AKP bu ülkede hükümettir. En çok Kürt çocuklarına yönelik baskı ve ölümler AKP döneminde yaşanmıştır.

Zahide Oran: Bunu herkes de biliyor.

Mehmet Oran: Okullardaki Kürt öğrencilere karşı hem faşist saldırıların yoğunlaşması, hem polislerin onları gözaltına alması, hem adaletsiz yaklaşımlarla mahkeme yoluyla tehdit ederek okuldan uzaklaştırması... Her biri 10-20 yılla ceza istenen davalar. Sanki PKK’nin dağ kadrosudur!

Zahide Oran: Böyle bir düşünceye sahip olsa neden liseye, üniversiteye gidiyordu? Neden eziyet görüyordu? 15-16 yaşında çıkıp dağa giderdi, kim önünü keserdi? Eğer bizim de, onun da öyle bir düşüncemiz olsa buraya kadar çocuğumuzu neden getirdik?

Mehmet Oran: Dağa giden hangi Kürt genci ailesinden icazet alarak gidiyor? Gitmek istese zaten giderdi. Sur’da katledilen Ramazan Öğüt 15 yaşında, Rozerin 16 yaşında... Onlar da onun gibi çocuktu.

- 3 ay önce görüştüğünüzde İsa Sur’a gideceğini size söylemiş miydi?

Mehmet Oran: Kesinlikle öyle bir durum söz konusu değildi.

Zahide Oran: Hiç bilmiyorduk. Hatta ben ona her zaman diyordum, “Neden okula devam etmiyorsun?” O diyordu ki “Ortalık sakinleşince okula devam ederim.” Ben bunu bekliyordum.

Mehmet Oran: Değil okul okuma, yaşam koşulları bırakılmadı.  

- “Hakarete bile dayanamazdı” demiştiniz, son süreçte şiddete bakışında bir değişim olduğunu düşündünüz mü?

Mehmet Oran: Normalde biz hem Türk kanallarını izliyoruz, hem Nuçe TV’yi izliyoruz. Havuz medyasının yanlı haber yaptığını hep görüyoruz. Bu ülkede komik olan bütün kanallar Kürtleri konuşuyorlar, bir tane Kürtlerin temsilcisi yok. En son polis çocuğu olan Beyaz’ı düşürdükleri durum, Ayşe Öğretmen’in insani duyguyla “Burada çocuklar katlediliyor, orada ne yapılıyor” diye feryat ediyordu. Maalesef bu ülkede yaşıyoruz, bu insanlarla yaşamak insanın genetiğini bozuyor.

- Sizce İsa’nın genetiği mi bozuldu?

Mehmet Oran: Benim babam 90’da vefat ettiğinde 85 yaşındaydı. 30 yaşında ağzındaki bütün dişleri, Rumi dediğimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin askerlerinin Kırıkkale tüfeklerinin dipçikleriyle kırılmıştı. 30 yaşından sonra ağzında diş yoktu. Ve benim babam milyonlarca Kürtten biridir. Bunları babamdan duyarken 7-8 yaşındaydım. Bu acı benimle ölüme kadar gelir. 2002’de Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bir dilekçe verdim, Kürtçe dili İngilizce, Almanca gibi tercihli eğitim olsun diye Küçükçekmece Milli Eğitim Müdürlüğü’ne dilekçe verdim, 7 ay cezaevinde kaldım. Bir dilekçe yüzünden... Benim eşim, çocuklarım her salı günü cezaevine geldi. “Gelmeyin, ayda bir gelin” dedim, İsa o zaman 5 yaşındaydı. Onunla Kübra’yı masaların üstüne çıkarıyorduk.  

İsa Oran, arkadaşlarıyla adadayken...

- Haber gelmeden önce İsa nerede sanıyordunuz?

Mehmet Oran: İstanbul’da olduğunu düşünüyorduk. Ben Düzce’de inşaat yapıyordum.

- Televizyondan mı aldınız haberi?

Mehmet Oran: Arkadaşlarımız hem televizyondan, hem internetten haberdar oluyorlar. HDP Küçükçekmece İlçe Başkanı beni aradı. “Gel” dedi. “Hayırdır” dedim, “İki günlük işim var.” “Gelsen iyi olur” deyince ben anladım. “Çocuklarla ilgili mi” dedim. “Öyledir, gel konuşuruz” dedi.

- İçinize bir şüphe mi düşmüştü?

Mehmet Oran: Beni arayınca bir şüphe girdi, ama çocuğumun Diyarbakır’da olduğundan haberdar değildim.

Zahide Oran: İnan ki ben bilseydim benim çocuğum Diyarbakır’da peşinden giderdim.

Mehmet Oran: Benim kardeşlerim var Elazığ’da, gönderirdik onları, gider görürlerdi. 

Zahide Oran: Benim çocuğumun haberi geldiği zaman kaynımın oğlu askerden gelmişti. O gün televizyonu izlemedim, o yüzden duymadım. Yoksa ben hep haberleri izliyorum. Bazen “Susun” diyorum, “Bir şey oldu.” Askerler ölüyor ben ağlıyorum, polisler ölüyor ben ağlıyorum, artık psikolojim bozulmuş. Kim ölüyor ben ağlıyorum. Kaynımın oğlu o gün gelmişti.

Mehmet Oran: Şırnak’a gönderilmiş. 

Zahide Oran: O buradayken öğlen haberlerinde vermişler. Baktım akrabalar gelip gidiyor, “Hayırdır bir şey mi oldu?” Kaynım da telefon açtığı için biliyordum bir şeyler olmuş, ama ne? Hiç düşünemiyordum, İsa oradadır.

- Haberi aldıktan sonra ne yaptınız?

Mehmet Oran: Kardeşimi gönderdim, hemen Elazığ’dan Diyarbakır’a geçti. Baldızımın evi Diyarbakır’da, onlara dedim “HDP’ye gidin, böyle bir şey var mı, yok mu” aslını astarını öğrenin. Aradılar, “Doğrudur” dediler. Biz o akşam biletimizi kestik, uçakla İstanbul’dan Diyarbakır’a geçtik.

- Diyarbakır’a gittiğinizde cenazeyi almayı bekliyor muydunuz?

Mehmet Oran: Bir önceki gün 3 tane cenaze Diyarbakır’da alınıp ikisi Lice’de, biri Hani’de defnedildi. Barış anneleri gitmiş, cenazenin birini Sur’dan alıp getirmişti, ikisi devletin elindeydi. Onu öğrenmeye çalıştık. Sur’un içinde binlerce sivil var. Her gün telefonla haberleşiyorlar. O konuşulanlar İHD’yle, Diyarbakır Belediye Başkanlığı’yla, DBP’yle, milletvekilleriyle her gün paylaşılıyor. Cenazelerin Yavuz Sultan İlköğretim Okulu’nda katledildikleri ve devletin elinde oldukları bize ilk gün söylendi.

- “Yeri bilinmiyor” gibi bir cümle hatırlıyoruz.

Mehmet Oran: Hepsi oyundu. Bizi, aileden birilerini oraya çekip katletmek için onu yaptılar. Bu Cizre’de yaşandı. Ölen kardeşini almak için kaymakamdan izin alıyor ve emniyet izin veriyor ve o da orada katlediliyor. Bu AKP’nin fıtratında var. Eğer AKP hükümeti, 100 yıl sonra Hrant Dink’i Ermeni olduğundan dolayı katledebiliyorsa görüyoruz 9 yıl sonra hâlâ basına neler yansıyor. Bunların fıtratında var, soyu, çocuğu kurutana kadar ya da Türkleştirene kadar bunu yapacak.

- Mehmet Bey, acınız sebebiyle AKP’nin eksilerini çoğaltıyor olabilir misiniz? Dink öldürüldüğünde Erdoğan, “O kurşun bize sıkıldı” dedi.

Mehmet Oran: Yalan söylemiş işte. Eğer dürüst olsaydı...

Zahide Oran: Devamı gelmezdi.

- “Devlet bizi katletmek için oyun oynadı” iddianızı daha önce dile getirdiğinizde merak ettik; aileden birilerini ateşe atmaktan devletin nasıl bir çıkarı olabilir? Esedullah Timleri gibi sahiplenilmeyen bazı kişilerin işi olamaz mı?

Mehmet Oran: Hayır, bu Erdoğan’ın zihniyetidir. Herkes kafasındaki algı neyse bir gün onu dışarı vurur, Erdoğan 5 yıl önce, “En iyi Kürt ölü Kürttür” dedi.

- Erdoğan’ın eksileri ve artıları var, ancak böyle bir söz söylemedi.

Mehmet Oran: Ben kendi ağzından duyduğumu biliyorum. Araştırabilirsiniz. Bunu Dersim isyanında bilmem kim söylemiş. Bunu bir mitingde söyledi.

Zahide Oran: Bunu deyim olarak kullanıyor, “Şu şöyle dedi” deyip “Doğrudur, onun arkasında duruyorum” gibi. Ben dinlemedim, öyledir herhalde.

- Oran ailesinin PKK’ya bir eleştirisi var mı?

Mehmet Oran: Babamın 1940’ta ağzındaki bütün dişleri jandarmaların tüfekleriyle kırıldığında PKK yoktu. Benim babam o zaman bir Kürt hareketinin mensubu da değildi, bir savaş ortamı da yoktu. PKK’yi Kürtler yaratmamıştır, bu ülkenin diktatörleri, bu ülkenin sıkıyönetimleri, Esat Oktay Yıldıran, Kenan Evren PKK’yi yaratmıştır. PKK içerisinde yanlış yapanlar olmuş olabilir, neticede içinde olmadığım bir şey, 35 gündür biz Diyarbakır’da yaşadıklarımızı sizinle paylaşıyoruz. Oradaki valiyi eleştirmiyoruz, oradaki valiyle yaşadıklarımızı eleştiriyoruz. Bu süre içerisinde 200’ün üstünde asker, uzman çavuş öldü, kim duydu?

- Zahide Hanım, oğlunuzun cenazesini almayı beklerken polis ve asker annelerine seslenerek “Çocuklarınızı kirli savaşa alet etmeyin. Sesimize ses verin. Biz sizin evlatlarınız da ölmesin diye buradayız” dediniz. Bir karşılık geldi mi?

Zahide Oran: Hayır, hiç kimse gelmedi. Defalarca çağrı yaptım, “Gelin çocuklarınızı yollamayın, yolladıysanız da gelin yanımda yer alın. Bizim sesimizi herkes duysun. Çocuklarınızın resmini kucağınıza almadan gelin, aldıktan sonra artık ne yapacaksınız? Siz gelemiyorsunuz çünkü cesaretiniz yok.” O kadar seslendim, seslendim, hiç cevap vermediler.   

- Siz bize şiddetle arasında mesafe olan bir İsa tarif ettiniz. Ama o annelerin de aklına takılacaktır; eline silah alıp hendeğin karşısında sizin deyimizle “faşist bir çete” de olsa, elinde silah olanın silahından çıkan merminin vuracağı bir insan.

Zahide Oran: Eline silah aldığını nereden biliyoruz? Sabahın kaçında çocuklarımız öldürülmüş?

Mehmet Oran: Sabah 6’da.

- Anlatın lütfen, sizce ne oldu?

Zahide Oran: Oradaki aileler, herkes onu tanıyor, diyorlar ki “Yüzü kapalı değildi. Biz hiç kapalı görmedik”, kimi bayanlar bize sarılıp “Elinde poşet, bize yardım getiriyordu” diyordu. Bir tane çocuk oraya gelmiş, benim çocuğumun resmine sarılmıştı, “İlla ben bunu götüreceğim” dedi. Kızım başka bir resmini vermiş. Kızdım, dedim “Neden vermişsin?” “Anne, kadın diyor ki ‘İsa bizim eve gelince benim oğluma kitap okuyordu.’” Belki o sırada ne yapmışlar, bir evde  arkadaşıyla uyuyor. Bak bunun gözleri görmüyor. (Mesut Seviktek’in fotoğrafını gösteriyor) Tahmine göre, ben diyorum ikisi bir evde uyuyordu, o eve ateş açıldı, bunlar kaçtı, keskin nişancılar tarafından vuruldu. Benim çocuğum o kadar insanların, bayanların, çocukların ezildiğini gördü, onların imdadına gitti, ismi gibi.

Mehmet Oran: O hendeklerin arkasında karakolları mı basıyorlar? Yoksa o sokağın arkasına kendilerini korumak için mi saklanmışlar? Hemen arkasında askeriye var, oraya mı saldırıyorlar? 2009’dan 2012’ye kadar 10 bin Kürt siyasetçisi, genci cezaevine atıldı. Hendek mi vardı o zaman? Bu insanların hepsi evlerinden alındı.

- Hendekler tartışmalı bir konu, Altan Tan gibi HDP’li milletvekilleri içinde de bu sebeple PKK’yı da eleştiren isimler var. Sizin yaşadıklarınızı  soracağız, cenazeyi alma sürecinde neler yaşadınız? Başvurduğunuz savcılık ve valilik size neler dedi?

Mehmet Oran: Savcı bana “Önce hendekleri kapatın” dedi. Dedim, “17 yaşında bir genç, üniversiteye getirip devlete teslim ettim. Devlet bizim emanetlerimize böyle mi yaklaşmalı? Benim çocuğumu kovalayıp oraya kadar getiren, tehdit eden döven, işkence eden, kovan, yargılayan bu sistem, sizlersiniz. Sizin nereniz hukukçudur? Onu ben mi hendeğin arkasına getirmişim, yoksa siz mi getirmişsiniz?”

Zahide Oran: Biz çocuğumuzu okula yolladık, o zaman bütün öğrenciler, Erdoğan’ın oğlu bile teröristtir. O da kendi çocuğunu okula yolluyor, ben de onun gibi çocuğumu okula yolladım. Bu benim hakkım değil mi? Eğer öyle bir şey varsa suçlu odur, bizim çocuğumuzu oraya o yollamış.

- Açlık grevi kararını nasıl aldınız?

Mehmet Oran: Vali Yardımcısı Mehmet Demir, Kurşunlu Cami’de olduğu söylendi önce, sonra Yavuz Sultan’da olduğu söylendi. Spekülasyon gidip geldi, 9. günde DTK kongresi olduğunda İdris Baluken “Ben Vali’yi arayıp sizi bilgilendiririm” dedi. Bir saat sonra DBP İl Başkanı Ali Bey’le görüştüm, “Vali Bey, ‘Elimizde böyle bir cenaze yok’ demiş” dedi. “Nasıl olur senin yardımcın Mehmet Demir Bey, sizde olduğunu söylemiş, şu bölgededir” deyince “E olabilir, olmayabilir, benim böyle bir şeyden haberim yok” demiş. Valinin o söyleminden sonra bir alternatif arayışına geçtik. (İHD Diyarbakır Şube Başkanı) Raci Bilici Bey’le Nurcan Baysal Hanım Vali ile en son görüştüler, bir umut alamayınca... Orada kendimi yakma dahil... Bunları düşünmedim değil, anneleri kendimizden ayırmaya çalıştık, ayıramadık, yoksa biz ölüm orucu kararı almıştık. Bütün umudum kesildikten 10 gün sonra açlık grevine girmişim, 20 gün bu açlık grevi devam etmiş. Davutoğlu Danimarka’ya giderken “Feleknas Uca aileler cenazeleri almasın diye tehdit ediyor” diyor. Ve aynı gece Galip Ensarioğlu, Ahmet Hakan’ın “Sur’da çocukları öldürülüp de cenazelerini alamayan aileler açlık grevindeler” deyince, 30. günde diyor ki “15 gün önce çocukları öldürülen aileler, ben kendileriyle görüşmüşüm en az 15 sefer, istedikleri zaman cenazelerini alabilirler, ama maalesef bırakmıyorlar.” Katledilen Mesut’un abisi İsa Sevintek’le basın açıklaması yaptık, “Ensarioğlu kiminle görüşmüş? Ya biz yalan söylüyoruz, ya Ensarioğlu yalan söylüyor. Gelsin basın önünde konuşalım.” Vali Yardımcısı da söyledi, Vali de söyledi, bizzat savcı bana söyledi: “Kendi gücümüze söyleriz ama oraya gittiğinizde başınıza bir şey gelirse devlet sorumlu değildir.” Özellikle kardeşlerim çok ısrar ettiler, “Biz gideceğiz” diye. Dedim “Ben bir oğlumu kaybetmişim, kardeşimi de kaybetmek istemiyorum.” Dedi “Bir şey yapmazlar”, dedim “Bir şey yaparlar. Cenaze onların elinde, istedikleri zaman getirebilirler.”

- 19 Ocak’ta haber geliyor “Morgdan alın” diye.

Mehmet Oran: Doğrudur, ilk aldığımız bilgi doğruydu. Cenazelerin valinin kontrolünde olduğu, istedikleri zaman getirip morga bırakacaklarına inandığımızdan dolayı hep ısrar ettik. Bütün samimiyetimle söylüyorum, ben cenazenin verileceğini tahmin etmiyordum. Eğer o cenaze verildiyse, hem katliam, hem de açlık grevi için yaratılan kamuoyu sayesindeydi.

- Bu süreçten diğer çocuklarınız nasıl etkilendi?

Zahide Oran: Herkesin çocuğu okusun eşit şekilde. Onların çocukları Türk olarak okuyorsa, bizimkiler de Kürt olarak okusun. Sen gördün ben çocuğumu çıkardım, etkilenmesin diye. (Zahide Hanım söyleşinin bir kısmında odaya girip bir süre sonra uyarısıyla çıkan Heval Kawa’yı kast ediyor.) O çocuğum bunları duyarsa nasıl etkilenir?

Mehmet Oran: İsa’nın ölümünden değil aile, binlerce Kürt genci etkilenmiştir.

Zahide Oran: İnan ki Türk gençleri de, arkadaşları da etkilenmiştir. Biz yıllardır bu binada oturuyoruz, bak o komşularımız da etkilenmiş. Biz ilk haberi aldığımızda onlar önce bizim eve doldular akrabalardan önce. Gözümü açtığımda benim gözyaşlarımı onlar siliyordu. Eğer biz öyle bir aile olsaydık, kapımızı açıp gelmezlerdi. Çocuklarımız öyle bir çocuk olsaydı, inansaydılar... Umarım bundan sonra da inanmazlar. İsa onların elinde büyüdü.

Morgdaki teşhise katılmadığı ve fotoğrafları görmediği için söyleşiye baba Mehmet Oran’la devam etmeyi teklif ediyoruz. Zahide Oran ayrıldıktan sonra soruyoruz:

- Teşhise gittiğinizde ne gördünüz?

Mehmet Oran: Savcı bana “Cenazeye bakmayın, kaldıramazsınız, fenalaşırsınız” diyor. İsa (Seviktek) arkadaşı kardeşinin (Mesut) bulunduğu, beni çocuğumun olduğu odaya götürdüler. Bu kadar netti, cenazelerin kime ait olduğunu biliyorlardı!

Mehmet Oran, 'Bütün dünya görsün istiyorum' diyerek yayımlanmasını istediği oğlunun fotoğrafıyla...

- Sizce surata o hasarı veren ne?

Mehmet Oran: Kimyasal da olabilir, yakıcı bir madde de olabilir. Bu elden dökülmüş. Bu savaş esnasında yapılmış bir şey değil. Biz cenazeye baktığımız zaman, 30 gün yerde kalan bir cenazeden hâlâ kan akıyordu. Çünkü yeni kesilmişti. Karnında bir delik açmışlar ve bunu köpekle parçalamışlar, bağırsakları görünüyordu. Orada da taze kan duruyordu. Koldan et parçası alınmış. Muhtemelen köpek. Orada parça yok. Bu vahşilerle nasıl yaşanır? Bunların anneleri, babaları var, övündükleri çevreleri var. Kim bilir bunun üzerinde poz çektirmişler, yarın onu da basına yansıtabilirler.

- Siz İsa’yı bir yara izinden teşhis edebildiğinizi söylediniz, o yaranın sebebi neydi?

Mehmet Oran: O iz, doğrusu 3 ay önce dedim ya buradaydı, buradan Diyarbakır’a gidince yaralandığını biz oraya gidince öğrendik. Evinde kaldığı kadın benimle görüştü, sağ elinden bir yara almıştı, 10 gün benim evimde kaldı dedi. Kurşun buradan (bileğini gösterip) girip buradan çıkmış dedi. Ben de sağ eline baktığımda gördüm izini, oradan teşhis ettim.

- Bu İsa’nın silah tutup tutmadığına dair kuşkuyu artıracak bir bilgi.

Mehmet Oran: Eğer o çocuklar oraya gelmiş ve ellerine silah almış ise o silahı onların eline veren İzmir Dokuz Eylül polisi, faşist saldırganlar ve İzmir’deki hukuksuz hukuk birimleridir. En son o emniyet müdürünün savurduğu tehdittir!

- İlk geldiğimizde talebiniz, İsa’nın fotoğraflarının yayımlanmasıydı. Bunu neden istiyorsunuz, okuyucular için de açıklar mısınız?

Mehmet Oran: Savcı bana “Kaldıramazsın” derken, o cenazenin ne duruma geldiğini ben tahmin ettim. Ve onu görmeyip de, onu ömür boyu içimde taşıyacağıma ne olursa olsun görüp ve ona karşı da hiçbir eziklik hissetmeden, kendimi toparlayıp öyle girdim içeriye. Onu görünce şoke olmadım. Hatta belki parçalanmış olduğunu da bekliyordum. Ama maalesef teşhis edilmesin, tanınmasın, aileyi de ne duruma düşürmek istediklerini, vicdanı kamuoyuna bırakıyoruz. Bakınca AKP’nin zulmünü görecekler. AKP’nin üniversite okuyan Kürt çocuklarını nereye kadar kovaladıklarını ve yakalayınca hangi duruma soktuklarını, Kürt halkından ne kadar barbarca bir intikam almaya çalıştığını dinci geçinen dinsizlerin kirli yüzünü görsünler. Bu kadar Müslümandırlar! Bütün dünya görsün istiyorum.

- Davutoğlu bu fotoğrafı görse, cenazeye bunu yapanların cezalandırılmaları için soruşturma açılsa içinize bir nebze de olsa su serper mi?

Mehmet Oran: Ben inanmıyorum, nasıl ki katledilen Hrant Dink’in suçlularına ne ilgi gösterilmiş ve ne kadar savunulmuşsa... Biz bunu 90’lardan bugüne kadar görüyoruz ki. JİTEM’in kurucusu Arif Doğan “Ne yapmışım ben, ben bu devlet için Kürt öldürmüşüm, ne suçum var” dedi. Arif Doğan’a ne yapıldı? Hiçbir şey. Ergenekon sanıklarına tazminat vermesi, AKP’nin onlardan özür dilemesidir.

Maalesef şu an Kürdistan, Türkiye değildir. Bodrumda insanlar ölüyor, yararlılar günlerdir orada. Ben şu an sizin gözünüzün içine bakarak senden ne bekleyeceğim? Bir AKP’linin, bir Türkiyeli’nin, bir başbakan medyanın önüne geçip ne söyleyecek de beni inandıracak? Hangi vicdana hitap edecek? Ben çocuğumun cenazesini almak için bir ay beklemişim, çocuğumun cenazesi sokakta kalmış. Çok büyük bir kopuş var, Türk halkıyla Kürt halkı beraber oturup konuşamayacak kadar bir kopuş var.

- Bu ne kadar İstanbul’daki hayatınıza yansıdı; komşularınızla bağlarınız kopacak kadar mı beraber yaşayacağınız bir ortam yok, yoksa bir umut var mı?

Mehmet Oran: Umut halkların insanların birbirine verdiği değer kadardır. Bir çocuk (Alexis Grigoropoulos) Yunanistan’da polis tarafından katledildi. 3 ay Yunanistan ayaklar altındaydı, binlerce kurum yakıldı. Bu halk her konuştuğunda “Yunan gavuru”, “Yunan uşağı” diye aşağılar Ermeni’yi aşağıladığı gibi. Maalesef bu insanlar kaç tane Yunan halkı, Yunanlı eder?

Orada katlettiği çocuğumun cenazesini bir ay sokakta bırakan, bununla şantaj yapmaya çalışan bir zihniyet, hükümet... Ben nasıl onunla yaşarım? Allah aşkına siz bir empati kurun. Allah göstermesin, kardeşinize bu yapılırsa taşır mısınız? Bunu yapan kişiyle ne kadar yaşayabilirsiniz? Kürtlerden gerçekten ne bekleniyor? Bizim çocuklarımızı katleden zihniyeti kucaklayalım mı? Ne yapalım? Aferin mi diyelim? Onlara köle mi olalım?

Bunun tekrarının olmaması için, AKP’yle değil, Türk ve Kürt halklarının beraber yaşama umudundan yola çıkarak herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Taybet Ana öldürüldüğünde hendeklerde miydi, yoksa evinde miydi? Halkların bunu görmesi gerekiyor.