Söyleşi

Biz akıl veriyoruz, Başbakan istemiyor, bence yanlış yapıyor

Fehmi Koru'ya göre; Gülen cemaati Başbakan'la güç oyununa neden girmez?

03 Şubat 2010 02:00



SELİN ONGUN / T24



“Tayyip Erdoğan, iktidarın paylaşılamaz olduğuna inanıyor. Sadece medya değil, kendisine yakın birileri başka bir güç haline dönüşürse o konuda da Başbakan’ın hiçbir müsamaha göstermeyeceği fikrindeyim (...) Bu nedenle ne medya, ne de cemaatlerle 'al gülüm ver gülüm' ilişkisine girmiyor. Kendisini ve iktidarını daraltacak hiçbir şeye müsaade etmiyor.”


Bu değerlendirme Yeni Şafak gazetesi yazarı Fehmi Koru'ya ait. Yeni Şafak'tan önce 13 yıl çalıştığı Zaman gazetesinde yayın yönetmenliği, başyazarlık ve Ankara temsilciliği görevlerinde bulunan Koru, AKP iktidarını ve Gülen cemaatini yakından tanıyan isimlerin başında geliyor.


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile olan dostluğu 1970'li yılların Milli Türk Talebe Birliği'ne dayanan Koru ile yaptığımız söyleşide, projeksiyonu Başbakan Tayyip Erdoğan'a çevirdik. Koru, “İktidar-medya”, “İktidar-cemaat” ilişkilerinin Başbakan'ın tabiatını anlamadan analiz edilemeyeceğine dikkat çekiyor.

Tahmin ve duyumlarına kulak verilen bir gazeteci olan Koru, darbeler ve darbe girişimlerine yasal dayanak olarak görülen Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun “orduya cumhuriyeti kollama ve koruma görevi” veren 35. maddesi için, “Bence uzun olmayan bir sürede o konu çözülecek” diyor.

Söyleşinin ikinci bölümü: YANDAŞ OLMAK ZOR, GÜZEL BİR ŞEY DEĞİL

Fehmi Koru'ya göre; Gülen cemaati Başbakan'la güç oyununa neden girmez? Cemaatin iktidar ile polemiğe girmekten kaçındığı, ama memnun olmadığı başlıklar neler? Erdoğan'ın cemaate çektiği “dur bakalım” çizgisinin içeriği ne? Doğan grubu neyi yanlış okudu, Aydın Doğan'ı yanıltan ne oldu? Kemal Unakıtan kendisine “Abi” diyen Başbakan'ın gözünden neden düştü? Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, içinden geçilen süreçte Türkiye için ne ifade ediyor? Eşi neden kamusal alanda yanında bulunmuyor?

Fehmi Koru www.t24.com.tr için yönelttiğimiz soruları yanıtladı.

 Söyleşinin yarın yayımlanacak bölümündeki başlıklar da şöyle: İlhan Selçuk'un silahlı terör örgütü yöneticisi olduğuna inanıyor mu? Yandaş olmak neden zor?  Hükümete “limitsiz destek” manşetleri nasıl bir ruh haliyle atılır? Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet'in yayın yönetmenliğini bırakması aslında ne operasyonu? Özkök'ün gidişine sevindi mi? Başbakan ve Doğan grubu arasındaki Al Capone krizi nasıl biter?


- Erdoğan ve Remzi Gür’ün telefon görüşmesini sizce kim dinletip, sızdırdı?

 Türkiye üzerinde operasyonel  niyetleri olan pek çok yabancı ülke var. Ben bunların yerli uzantılarla temas halinde birtakım şeyler yaptığını düşünüyorum. Ama o konuşmanın özel olarak kim tarafından dinletildiğini ve sızdırıldığını bilmiyorum. Zaten bence Başbakan’ın dinlendiğini göstermek için sızdırıldı bu konuşma.


- “O telefon konuşmasını sızdıran kim?” sorusunu  “Başbakan, Fethullah Gülen cemaatinin kendisi ile güç oyununa girmesinden rahatsız” diyerek cevaplayanları gerçekçi bulur musunuz?


Kendisine yakın birileri “Bak biz seni de dinleriz” demeye mi getiriyor; ben bu kanaatte değilim.  Ama bu söylenenin şu kısmı doğru; benim tanıdığım Tayyip Erdoğan gücünü bir başka güçle sınattırmak istemez. Zaten bugün medya ve iktidar ilişkilerindeki sürtüşmelerin en önemli sebebi de Tayyip Erdoğan’ı ondan önceki Başbakanlarla kıyaslayıp,onun hakkında yanlış çıkarımlara varmaktır.

 

'Tayyip Bey,  iktidarın paylaşılmaz olduğuna inanıyor'



- Nasıl çıkarımlar; somutlaştırır mısınız?

Neydi o; Başbakan'la oturuyorlardı, tavla oynuyorlardı, “Şunu yaparsan seni şöyle destekleriz” diyorlardı, bakan atamalarında tavsiyelerde bulunuyorlardı v.s.  Tayyip Erdoğan böyle bir Başbakan değil. O iktidarın paylaşılamaz bir şey olduğuna inanıyor. Sadece medya değil, kendisine yakın birileri başka bir güç haline dönüşürse o konuda da Başbakan’ın hiçbir müsamaha göstermeyeceği fikrindeyim. Bu konuda iddiaya da girerim.


- Peki bir varsayım; Gülen cemaati Tayyip Erdoğan ile güç oyununa girerse?

Gülen cemaati ya da başka bir cemaat “Başbakan tek başına kullanması gereken iktidar alanını başkalarıyla da paylaşır mı?” sorusuyla sonuçlanacak herhangi bir eylem içerisine giren her kim olursa olsun Başbakan’ın tepki vereceği kanaatindeyim. Diğer yandan Başbakan’ın Gülen cemaati ile ilişkilerinin böyle bir güç oyununa oturmadığı fikrindeyim.


'Gülen cemaati Başbakan'la güç oyununa girmez'


- Neden?

Tayyip Erdoğan’ın karakterinin Gülen cemaati gibi politikaya yakın duran kişiler tarafından görülmemesi mümkün mü? Onun için böyle bir şeyi yapmak akıllarından bile geçmez. Mantığa aykırı. Kalkıp da “Ben de gücüm, bak senin vaktiyle filanca ile yaptığın konuşmanın kayıtları bende” anlamına gelebilecek bir meydan okumasına girişemezler.

 

'Cemaat en rahat dönemlerinden birini yaşıyor'



- AKP ve Gülen cemaati arasındaki ilişkiye hangi mercekle bakmak lazım; doğru resim nedir?

Ben, Gülen cemaatini işlere müdahale eden bir politik güç olarak görmeyi yanlış buluyorum. Genel olarak o cemaatin üzerinde titizlikle durduğu birtakım özellikler var. Nedir bunlar; okulları var, o okullardan mezun olanların hayata atılması konusunda önlerinde engel olmaması gibi sıkıntıları var. İşbirliği içinde oldukları kişilerin dayanışmasını sağlamak var. Türkiye’nin tüm bunlara imkân veren bir siyasi alt yapısı olmasını arzu etmek var. Bu anlamda herhalde cemaat, bugün en rahat dönemlerinden birini yaşıyor. Dolayısıyla kalkıp da kendisini güçlü bir iktidar ve güçlü bir Başbakan'ın karşısında “Ben de güç odağıyım” diye konuşlandırması hiçbir mantıkla örtüşmez. Belki sosyal ilişkiler anlamında bazı rahatsız oldukları şeyler olabilir. Ama böyle bir şey yapmaz.


- Cemaatin iktidar ile polemiğe girmekten kaçınacağı ama memnun olmadığı başlıklar nelerdir?

“Madde madde şunlardır” diyecek bilgide değilim. Ama mesela “Filanca yere o adam değil de filanca adam olsa daha iyi olabilir” diye düşünebilirler. Hükümet kendi tercihinde bulunduğu için, bu tercih de onların arzularına aykırı olduğu için rahatsızlık duyabilirler. Ama bu durum, asla karşılıklı çatışma getirecek bir noktaya dönüşmez.

 

'AK Parti'nin tabanı ile Gülen cemaatinin tabanı örtüşmez'

 
Aralarındaki bu “soğuk denge”nin dinamikleri neler?

Ben soğuk bir denge olduğu kanaatinde değilim. Aralarında organik ilişki olamaz. Organik ilişki AK Parti ve kendi teşkilatı arasında olur. Kaldı ki AK Parti’nin tabanıyla Gülen cemaatinin tabanı örtüşmez. Cemaat AK Parti’ye oy verebilir. Ama bu aralarında organik bağ olduğu anlamına gelmez.


- Gülen cemaatinin siyasete nüfuz etme potansiyelini küçüksemek gerçekçi olmaz ama değil mi?

Ha bir “baskı grubu” diyebilirsiniz.

 
- Bu anlamda “Gülen cemaatinin bileğini en bükemediği, en nüfuz edemediği, kadrajına dahil edemediği iktidar AKP’dir” demek mantıklı mı?

Ben bilek bükme gibi bir yarış olduğunu sanmıyorum. Cemaatler ya da böyle gruplar bilek bükme yarışına girerek siyasilerle ilişki kuramazlar.


- Ne yaparlar?

İktidarın varlığını, gücünü kabul ederek bir biçimde kendisi de o güç alanında yer almaya çalışır. Eğer yapabiliyorsa, cemaatten kişileri milletvekili çıkartmaya çalışır, bir maddi imkân varsa onun aktarılmasını arzu edebilir, atamalar sırasında cemaatinden insanların oralara getirilmesini arzu edebilir. Ama sonuçta bu konudaki karar hükümetindir.

 

'Cemaat daha güçlü ve kurallara daha çok uyuyor'

 

- Bu anlamda AKP’ye nasıl bir puan verirsiniz?

Bir defa cemaat ne Ecevit zamanındaki, ne de Refah-Yol zamanındaki cemaat. Cemaat daha güçlü ve kurallara daha çok uyarak davranıyor.


- Hangi kurallara?
   

Bugün karşısındaki kişinin ve partinin ne olduğunu biliyor. Zaten pek çok noktada kesişen noktalar var. Şöyle anlatayım; Tayyip Erdoğan, “Siyasette benimle yürüyen arkadaşlarım, yanımdakilerdir” diyor. O yol arkadaşlarının dışında kalanlara, “Onlar da bulundukları yerde devam etsinler” diyor. Yani gücü ancak siyasette yoldaş olduğu insanlarla birlikte kullanıyor. Başkasını o gücün içine sokmuyor. O insanın o güçte payı olsa bile. Bunu unutmayın. Tayyip Erdoğan enteresan; bugüne dek gelmiş geçmiş siyasiler arasında bu özelliklerinin hiç fark edilmediği bir insan. Bu özellikleri sayesinde ileride tutum ve davranışları daha iyi anlaşılacak.

 

'Cemaat Erdoğan'ın 'dur' çizgisine uyuyor, bilek güreşinde yenileceğini biliyor'

 
- Şöyle özetlemek mümkün mü; Cemaat, Erdoğan’ın “Dur bakalım” çizgisine uyuyor?

Doğru, Erdoğan “Dur bakalım çizgisini” çizince onlar da buna uyuyorlar. Zaten bu çizgi onların da lehine.


- O neden?


Kiminle bilek güreşi yaptığını biliyorsun ve yapmıyorsun. Yenileceğini biliyor çünkü.

 

'Başbakan gazetecilerin verdiği aklı istemiyor, bu bence yanlış'

 
- Daha önceki iktidarlarda bu çizgiyi kim, ne kadar çekti size göre?

Yine aynı yere geliyoruz; Tayyip Erdoğan iktidarın parçalanmazlığına inanıyor. Bu nedenle ne medya, ne de cemaatlerle “al gülüm ver gülüm” ilişkisine girmiyor. Kendisini ve iktidarını daraltacak hiçbir şeye müsaade etmiyor Tayyip Bey. Gazeteciler ile ilişkisi de öyle. Niye gazetecilere karşı tavrı böyle?  Bundan dolayı, biz akıl veriyoruz, o istemiyor.  “Benim aklım bana yeter” ya da “Benim siyasi yol arkadaşlarım var” diyor. Bu doğru bir şey mi; bence yanlış. Ama iktidarı böyle değerlendiği için böyle davranıyor, böyle düşünüyor.


- Siyasi yol arkadaşları ya da danışmanları  “Eleştiri ve tavsiyelere tahammül çıtanızı yükseltmek gerek Sayın Başbakan”ı ne kadar diyebiliyorlar?

Diyorlar. Başbakan’ın özellikle son günlerde yaptığı konuşmalara bakarsanız, besbelli bir şeyler olmuş. Oturup konuşmuşlar. Bir vites daha yukarı alma kararı vermişler. Tayyip Bey de onu uyguluyor.

 
Fehmi Koru'ya göre Doğan grubu neyi yanlış okudu?



- 2002’den bu yana Doğan grubu sizce neyi doğru okuyamadı?                                   

Hiçbir şeyi okuyamadı. Bir defa bu hükümetin 2002’de iş başına geleceğinden kuşku duyuyorlardı. Onlara göre 2002’de AK Parti birinci parti olacaktı, ama aldığı oy tek başına iktidar olmaya yetmeyecekti. Diğer iki parti, CHP ve MHP bir araya gelerek hükümeti kuracaktı. AK Parti de muhalefet olacaktı. AK Parti’nin tek başına büyük bir çoğunlukla gelmesi onlar için büyük bir şaşkınlık oldu. Ardından “Bu geçici bir şey, uzun süre devam etmez” dediler. Emin olun, 22 Temmuz’dan bir gün önce bile o grubun tepe noktasında bulunanlar bir araya geldiler, kamuoyu yoklamalarına baktılar; yüzde 47’yi yine göremediler. Bu, bir büyük grup için kabul edilebilecek hata değildi. Ve bugün bütün hesaplarını hâlâ yapılacak olan ilk genel seçimde AK Parti’nin iktidardan düşeceği fikri üzerine oturtuyorlar. Arada yaptıkları bütün hatalar bu genel yaklaşım bozukluğuna dayanıyor. AK Parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılacak diye beklediler. Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi istedikleri gibi biri ya da Abdullah Gül dışında bir AK Partili'nin Çankaya’ya çıkacağını umdular. Bu hesapları da tutturamadılar.

  

'Aydın Doğan, eşek yüküyle para verdiği insanlara inandı'

 

- Siz yönetici kadrosunu işaret ettiğiniz için soruyoruz;  sizce Aydın Doğan’a rağmen Ertuğrul Özkök’ün zekâsı bu tarz bir 'okuma'ya müsait mi?

Bunun zekâyla bir alakası yok. Özkök’ün çok zeki, akıllı bir insan olduğunu hepimiz biliyoruz.  Bu tür hataları yapmaması gereken bir insan. Ama insanların basiretlerinin bağlanması diye bir şey var. Bunların durumunu ben ona bağlıyorum. Tamam, Aydın Bey’i bu okumaların tamamen dışında olan bir figür değil. Kendisinin de mülakatlarda söylediği gibi, Aydın Bey gazetelerinin yayınlarını yakından izleyen bir patron. Dolayısıyla “Onlar bunu yapacaklar,  Aydın Bey de karışmayacak” gibi bir şey yok. Ama sonuç itibariyle zekâsından kuşku duyulmayacak yöneticiler getirmiş, onlara eşek yükü ile para veriyor, o insanların görevi de olayları doğru okumak. Ama onlar diyor ki, “Korkma patron bunlar gidiyor.” Hepsi aynı ağızdan konuşursa ne yapar Aydın Bey; inanır, o da inandı. Basiret bağlanması, dediğim bu işte. Peki onlar zekâları ve akıllarıyla pek uyuşmayan bu tabloyu neye güvenerek söylediler? Bir ülkede Meclis’in 550 üyesinin 411’i Anayasa değişikliğine el kaldırırken, o ülkenin halka en açık gazetesi  “411 El kaosa kalktı” derse burada başka bir şey var.



- Yine mi basiret bağlanması?                                                                                       

Şöyle;  belli bir noktaya kadar bu yanlışlıkları fark etmeden yaptılar. Belli bir noktadan sonra ise o yanlışlıkların üzerine bir politika ürettiler. 22 Temmuz seçimlerinden sonra kendilerini bir siyasi parti yerine koydular ve bunu bir politikaya dönüştürdüler. Bugüne kadar da bunu sürdürdüler.

 

'Dinç Bilgin hata yaptı, elinden aldılar gazeteyi'

 
- Şimdi tam burada Doğan Yayın Holding'e kesilen vergi cezasına şu pencereden bakar mısınız; “Yarın başka iktidar gelir, başka bir grubu gündemine alır. Dolayısıyla hükümetin vergi idaresi- mükellef ilişkilerine müdahale eğilimi noktasında bu cezanın bir içtihat oluşturmasını sağlıklı bulmak mümkün değil.”


Ben sağlıklı olmayan bir hadiseyi çok daha önceden başlayarak görüyorum. Medya bir güç, bu gücü okurlarınızın ya da daha geniş olarak ülkedeki halkın çıkarlarından önce kendinizin çıkarlarını gözeterek kullanırsanız hatayı önce burada yaparsınız. Büyük gruplar tarafından bu hatalar yapıldı. Mesela Sabah ve Dinç Bilgin. “Başkasının başına gelebilir ama bana gelmez. Ben medya patronuyum, kendimi kurtarırım” dedi, ama kurtaramadı; elinden aldılar gazeteyi. Biliyoruz ki Doğan grubu da bunu yaptı.

 

'Vergi cezasının üzerinin kapatılmasını bu hükümet döneminde de gördük'

 

- Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?

 Hadi bırakın bugünü biraz daha geçmişe gidelim. Dönemin bakanı Güneş Taner ile bir yayın yönetmeni (Ertuğrul Özkök) telefonda konuşuyor. Çok yakın, “ulan”lı bir konuşma, kayıtlara geçmiş. Yayın yönetmeni,  “Bizim bu işimizi neden halletmiyorsunuz?” diyor. “İşimiz” dediği kendi işi değil, patronunun işi. Bakan da diyor ki, “Mesut (Mesut Yılmaz) bunu engelliyor.” Aralarının açık olduğunu anlıyoruz. Yayın yönetmeni, “O zaman ben onunla mülakat yapma bahanesi ile gelirim, bunları konuşuruz” diyor. Bu, dünyanın hiçbir yerinde gazetecilik ilkeleri ile örtüşmez. Kayıtlara geçen bu konuşmaları yapanlar şunu düşünmüş olabilirler; “Hatalar da yapsak nasıl olsa gücümüz bizi kurtarıyor.” Yani kurulan ilişkiler ağı, örneğin vergi hatalarının çok basit cezalarla üstünün kapatılabilmesi şekline dönüşebiliyor. Bunu bugünkü hükümet döneminde de gördük. 2007 seçimlerinden hemen önce Petrol Ofisi’nin bir vergi sorunu o dönemin parasıyla 1 trilyon civarındaydı. Ama 175 milyon lirayla olay kapatıldı. Buna alışmış bir grup yine olayın böyle çözümlenebileceğini düşünmüş olabilir. Ben olaya böyle bakıyorum.


- Yine -yasadışı dinlenmiş- bir telefon konuşmasını hatırlatarak devam edelim... Doğan Yayın Holding’in İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Soner Gedik ile dönemin Gelir İdaresi Başkanı Mehmet Akif Ulusoy’un telefon görüşmesi kamuoyuna yansıyınca, Başbakan, bu görüşmeyi gerekçe göstererek kendi döneminde atanan Ulusoy'un görevden alınması için bizzat talimat verdiğini açıklamıştı. Ulusoy'un bağlı bulunduğu dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın ABD'den dönmesi bile beklenmemişti. Söz konusu konuşma bir suç içeriyorsa görevden alınan Ulusoy hakkında neden soruşturma açılmadı?

Görevden alınmadı mı o?


- Soruşturma açılmadı; Türkiye'nin Lefkoşa Büyükelçiliği Maliye Müşavirliği’ne atandı, o da emekliliğini istedi. Bu size tutarsız gelmiyor mu?

Eğer böyle ise tutarsız tabii. Soruşturma mutlaka vardır diye tahmin ediyorum. Bunu sizden duydum.

 

'Unakıtan'ın alınmasının Doğan grubuyla ilgisi yok'


- Kulislerde bu konuya dair bir soru daha var; Başbakan, Kemal Unakıtan’a “Kemal Abi” derken, Unakıtan nerede hata yaptı ki gözden düştü?                                      

Bunun Aydın Doğan ya da Doğan grubu ile ilgili bir konu olduğunu sanmıyorum. Netice itibariyle şimdiki Maliye Bakanı o gruba en az bir önceki Maliye Bakanı kadar yakın. Maliye bakanlarının kişisel olarak yapabilecekleri bir olay yok burada. Kaldı ki vergi denetmenlerinin  hazırladığı o raporu hiçbir maliye bakanı hiçbir şekilde sumen altı edemezdi. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da olsa, o rapor işleme konurdu. Kemal Unakıtan’ın görevden alınmasını getiren süreç geçirdiği sağlık problemleri ile başlamıştır. Bir de Başbakan’ın şöyle bir özelliği var; bir tek olaydan dolayı bir kişiye kafaya takıp o insanla ilgili hüküm vermiyor. O bardağın iyice dolması gerekiyor.

 

- Bardağı ne taşırdı?

Belki içeride kendilerini çok yakından ilgilendiren ama Doğan grubu ile ilgisi olmayan bir başka konu olmuş olabilir.

 

'Babacan'a piyasalar ve işadamları nezdinde güven var'

 
- Kişisel sürtüşmeler mi?

Şunu gözden kaçırmayın; Başbakan sadece Maliye Bakanı’nı görevden almadı. Bütün ekonomi yönetimini yeniden elden geçirdi. Nazım Ekrem’i de aldı görevden. Mehmet Şimşek’i oraya getirdi, ama onun üzerine de Başbakan Yardımcısı olarak Ali Babacan’ı koydu. Bence bu değişiklikler tek kişiye karşı yapılmış bir operasyon değil. Kendilerinin ekonomi yönetimini biraz daha fazla sahip çıkabilecek hale getirmeleri ile ilgili. Ali Babacan’ın daha önceki görevinden alınıp Dışişleri Bakanı olmasından sonra geçen sürede ekonominin iyi yönetilmediği kanaatinin Başbakan’da olduğunu düşünüyorum.


- Daha açık bir dille, Babacan’ın isminin daha “güvenli” bulunduğunu mu söylüyorsunuz?

Ali Babacan’a piyasalarda ve işadamları nezdinde güven var. Dolayısıyla bir hükümetin birinci maddesi ekonomi ise orada piyasalara, işadamlarına güven vermek zorunda.

 

'Başbakan'a Robert Ludlum’un son iki kitabını tavsiye ederim'

 
- Bugünlerde Başbakan’a polisiye bir roman tavsiye edecek olsanız hangisini seçersiniz?

Polisiye değil de içinde siyasi entrikaların olduğu bir gerilim romanını tercih ederim. Robert Ludlum’un son iki kitabı ‘Prometheus’un İhaneti’ ve ‘Sigma Protokolü' iyi gider.


- Ya Genelkurmay Başkanı’na; yine aynı yazar ve romana mı işaret edersiniz?

 Genelkurmay Başkanı’na romandan ziyade daha çok siyasi tarihimizle ilgili kitaplar okumasını tavsiye ederdim şu sıralar.

 

'İlker Başbuğ'un varlığı Türkiye için kazanç'

 
- Neden böyle bir çizgi çizdiniz; Başbakan’a gerilim romanı, Genelkurmay Başkanı’na tarihi kitap?

Genelkurmay Başkanı şu an çok zor bir dönemde bu işi yürütüyor. Dolayısıyla tarihi kitaplar, hayalin değil, gerçeklerin daha fazla rol oynadığı bir zemin olurdu.


- Siz de İlker Başbuğ’u döneminde yaşananlar nedeniyle “en talihsiz Genelkurmay Başkanı” olarak görenlerden misiniz?                                                                        

Aslında belki de en talihlisi olabilir. Eğer bu sıkıntılı dönemi Türkiye badiresiz atlatabilirse, adını Türk siyasi tarihine altın harflerle yazdırabilir. İlker Başbuğ, demokrasi konusunda samimi bir insan. Ben onun varlığının Türkiye için bir kazanç olduğu kanısındayım. Özellikle son olarak Genelkurmay Başkanlığı’nın Balyoz planını ciddiye alıp orada ismi geçen subaylarla ilgili soruşturma açmasını çok önemsiyorum.  Bundan sonra atılacak adımların ve samimi bir yüzleşme sürecinin kendisini  “en talihsiz Genelkurmay Başkanı” unvanına değil, “ülkesini gerçekten seven Genelkurmay Başkanı”na dönüştürebileceği kanaatindeyim.

 

 'İç Hizmet Kanunu konusu bence uzun olmayan bir sürede çözülecek'


- Hükümet, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesini kaldırabilir mi?              

Kaldırır tabii, neden kaldırmasın?


- Birbiri ardına darbe planları gazetelere manşet olurken, hükümet neden TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesini değiştirmeyi gündemine almıyor?

Bence o konu fazla uzun olmayan bir zamanda çözülecektir. Sadece o madde değil, askerin sistem üzerinde “vesayet” anlamına gelen ağırlığını azaltacak tarzda başka yasal düzenlemeler de yapılacaktır.

- Aslında pek çok kişinin merak ettiği şu; neden yap(a)mıyorlar o halde?

“Gaza getirmeyin” diyor Başbakan. “Biz neyi yapacağımızı biliyoruz, zamanı geldiğinde yaparız” diyor.

 
- Şimdi Fehmi Koru’dan “Bu maddenin kalkmasına” dair bir yazı okumak, mümkün mü?

 Okuyorsunuz, bunları çok yazdım ben. İki akşam önce televizyonda da bu maddenin niçin kaldırılması gerektiğini açık bir şekilde anlattım. Sonra ben bunu gaza getirmek olarak görmüyorum. Çünkü ben neler yapılması gerektiği konusunda fikir ifade ederken AK Parti ya da onun içindeki siyasilerle ilgili değilim. Partinin hitap ettiği tabanla ilgiliyim.

 
- O tabandan bahsederken kayınpederiniz Süleyman Karagülle (Milli Görüş geleneğinin önemli teorisyenlerinden) yazılarınıza, söylemlerinize Erbakan Hoca gibi, “Sizi gidi siziler, doğru yola tekrar döneceksiniz” tonunda eleştirilerde bulunuyor mu?

 Kayınpederim ile sık sık görüşüyoruz. Bir sorunumuz yok. Benim cümlelerime karşı olan biri değil kendisi.

 
'Eşim kamusal alandaki faaliyetlerimde olmamayı tercih ediyor'

 
- 32 fasıl gecesi yaptınız, eşiniz Nebahat Hanım hiçbirinde yoktu. Neden?

 Musiki ile ilgisi pek yok gelirse zoraki olacaktı. Ama çocuklarım oradaydı.

 
- Resmi resepsiyonlara da katılmıyor. Neden?

 CHP lideri Deniz Baykal’ın eşi de her etkinliğe katılmıyor; bu bir tercih meselesi. Eşim tercihini benim kamusal alandaki faaliyetlerimin içinde olmamayı tercih ediyor. Kendi kararı, ben de saygı duyuyorum.

 

YARIN: İlhan Selçuk'un silahlı terör örgütü yöneticisi olduğuna inanıyor mu? Yandaş olmak neden zor?  Hükümete “limitsiz destek” manşetleri nasıl bir ruh haliyle atılır? Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet'in yayın yönetmenliğini bırakması aslında ne operasyonu? Özkök'ün gidişine sevindi mi? Başbakan ve Doğan grubu arasındaki Al Capone krizi nasıl biter? Yeni Şafak nasıl Hürriyet'leşir?