Dünya

Bir şifreli sınav da Ortadoğu'da

“S” harfi “Ş ile buluşunca hazine ortaya çıkar. Efsaneye göre 13. yüzyılda yaşayan İslam düşünü İbn-i Arabi'ye atfedilen bu cümle Yavuz Sultan Selim'in

06 Mayıs 2011 03:00



Emre Çalışkan – Londra


“S” harfi “Ş ile buluşunca hazine ortaya çıkar.

Efsaneye göre 13. yüzyılda yaşayan İslam düşünü İbn-i Arabi'ye atfedilen bu cümle Yavuz Sultan Selim'in Şam'ı Osmanlı topraklarına katmasını müjdeliyor.

Şam Arapça geleneklerde güzelliği simgeleyen yüzde ben ve çölde vaha anlamına gelir. Ticaret yolları üzerindeki Kasyon Dağı'na sırtını veren bu şehir, ilk çağlardan beri tüm yöneticilerin sahip olmak istediği bir yer.

Sultan Selim de göreve geldikten sonra Şeriat'a rağmen Müslüman bir ülkeye saldırarak 1516 yılında Şam'ı ele geçirir. İlk iş olarak da İbn-i Arabi'nin mezarını bulunmasını emreder. Mezar bulunur, kazılır ve ayaklarının ucunda altın hazine ortaya çıkar. Bunun üzerine Selim buraya cami, imaret ve türbe inşa ettirir.

Tam beş yüz yıl sonra bugün Suriye'deki gelişmeleri izlerken aklıma geçen sene Türkiye ile Suriye arasında 50 anlaşmanın imzalandığı gün geliyor.

Vahdet-i Vücud felsefesinin mimari İbni Arabi'nin Türbesi'nde bir sabah namazı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk heyeti tek vücut olmuş sabah namazını kılıyor. Öğleden sonrada o tarihi günde Türkiye on yıl önce savaş ilan etmeye hazırlandığı Suriye ile ilişkileri her alanda ileri taşıyacak 50 tane anlaşma imzalıyordu. Başbakan Erdoğan, anlaşma sonrası biz gazetecilere seslenmişti:

“Suriye, Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan kapısı”

Türkiye Ortadoğu'ya yeniden açıldığı yorumlarının yapıldığı günlerde Erdoğan, o gün Türkiye'nin Suriye açılımını “dere yatağını buluyor” şeklinde yorumluyordu.

Erdoğan'ın sözleri Türkiye'nin komşularıyla sıfır sorun politikasının mimarlarından olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun görüşünü yansıtıyordu. Davutoğlu'na göre Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihsel ve kültürel mirasına sahip olan bir ülke olarak coğrafi derinliği ile Ortadoğu'nun “merkez” ülkesi. Suriye ile ilişkiler ona göre açılım değil, Türkiye'nin gerçek kimliğini bulmasıydı.

Bu günün üzerinden sadece 1 yıl geçmesine karşın bölgedeki tüm dengeler değişti. Geçtiğimiz hafta Türkiye'ye Suriye'deki “Arap Baharı'na Esad rejiminin verdigi tepkiden kaçan 250 kişi sığındı. Erdoğan'ın Esad'a reform çağrıları ise sonuçsuz kaldı. Esad rejimi ülke çapında göstericilere sert şekilde mücadele etmekten çekinmedi.

Sadece sarsılan Suriye değil Türkiye'nin Ortadoğu politikası da.

Mısır'da Müslüman Kardeşler'e olan sıcak tutumu ve Mübarek karşıtı pozisyonu nedeniyle Ankara Arap Baharı'nda herkes tarafından model ülke olarak gösteriliyordu. Daha sonra Türkiye'nin Libya sorununda Kaddafi yanında yer alması Batı'da büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Ankara'nın daha sonra tam bir “u” dönüşü yaparak Batı blokuna katılmaya çalışması da yeterli olmadı ve Türkiye'nin model olma iddiası da çökmüş oldu.

Suriye üzerinde Lübnan'dan asker çekilmesi ya da İran'ın ülkedeki etkisinin kırılması gibi roller üstlenen Türkiye'nin artık Suriye'de sözü geçmiyor. Bölgede şartlar değişti. Esad şu an ülkesini modernleştirme çabasında değil, kendi rejimini ve hatta canını kurtarma derdinde. Ayrıca Erdoğan'ın Şam yönetimine yönelik uyarıları Suriye cephesinde büyük tepki yaratmış durumda. Şam yöneti çevresinde “Türkiye bizi arkadan vurdu” sesleri perde arkasında yükselmeye başladı. Bunların gazete manşetlerine çıkması yakındır.


Merkez kayarken

Merkez ülke iddiasındaki Türkiye'nin bölgedeki en büyük güçlerinde biri Hamas ile ilişkisi idi. Davutoğlu 1 yıl içinde 32 kere Suriye'yi ziyaret ederek Hamas lideri Halid Meşal ile görüşüp Hamas ve El-Fetih arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyordu.

Fakat Filistinli gruplar arasında geçtiğimiz hafta imzalanan anlaşma gösteriyor ki Türkiye'nin rolünü Mısır kaptı.

Bu rol kaybı sadece Filistin meselesinde sınırlı kalmayabilir.

Şu anki resme göre Müslüman Kardeşler Eylül ayında yapılacak seçim sonrasında Mısır Meclisi'ndeki sandalyelerin yarısından fazlasını ele geçirmiş olacak. Örgütün tüm Arap dünyasıyla derin bağları var. Türkiye bölgede ikircikli politikası nedeniyle imaj kaybına uğrarken, baskıcı bir rejimi devirip iktidara gelen demokratik bir Mısır yönetimi Ortadoğu'da merkez ülke olmaya aday.

Özellikle Türkiye'nin bölgeyle İslami kimlik ve ekonomik bağlarla ilişkisinin aksine yeni Mısır yönetimi hem Arap kimliği hem de yeni ekonomik fırsatları ile Türkiye'nin politikasını büyük oranda sarsabilecek durumda. Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin Libya krizi sırasında Ankara'dan farklı konum almaları da Türkiye'deki ekonomik yatırımların Mısır'a kaymasına sebep olabilir.

Artık Türkiye'nin komşuları sıfır sorunlu değil. Bölgedeki istikrar çoktan çöktü ve yeni dengeler kuruluyor. Türkiye kimlik ve ekonomik çıkara dayalı bir dış politika izlerken önümüzdeki dönemde bölgedeki konumunu tahmin etmek oldukça zor. Türkiye ileride merkez de mi yoksa çevrede mi olacak tam bir soru işareti.

Özetle Libya konusunda Ankara ne Kaddafi'yi memnun edebildi ne de Batı'yı. Erdoğan, NATO'nun Libya'ya müdahalesine itiraz etmesine karşın NATO şu an Libya'da. Türkiye hem Batı'yı kızdırdı. Hem Libya'yı küstürdü.

Mısır'da son ana kadar Mübarek gitsin diye susan Türkiye, ülkedeki yönetim değişikliği sonrası Filistin sorunundaki rolünü Mısır'a kaptırdı.

Türkiye'nin geleneksel Ortadoğu politikasının en önemli gücü İsrail ve Araplar arasında olası barış görüşmelerinde söz sahibi olma ihtimali idi. Artık bugünler de geride kaldı. Türkiye, Arap sokaklarında ve miting meydanlarında birkaç slagon ve pankart uğruna bölgedeki etkinliğini kaybetmiş oldu.

İran meselesinde arabuluculuktan çok hami rolüne soyununca da Batı'da özellikle birilerinin kaşlarını kaldırmasına neden oldu.

Stratejik derinliğin şu ana kadar ki bilançosu bu. Arap Baharı'ndan sonra ne olacak?

Ne İsa'ya ne Musa'ya yaranan Türkiye veciz Anadolu deyişinde olduğu gibi Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan mı olacak?

Yavuz'un 500 yıl önce iki harfi yanyana getirerek çözdüğü şifreyi bakalım stratejik derinlik çözmeye yetecek mi?