Gündem

Bir katliamın yürek izleri!

Yahudi, Roman, homoseksüel gibi düşman ilan ettikleri gruplar başta olmak üzere 6 milyon kişinin öldürüldüğü biliniyor.

03 Şubat 2011 02:00

T24 - II. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından kurulan dünyanın en büyük 'insan imha kampı' olarak bilinen 'AUSCHWITZ'e giden Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal izlenimlerini aktardı.

Nazilerin 'AUSCHWITZ'e benzer bir çok kampında, Yahudi, Roman, homoseksüel gibi düşman ilan ettikleri gruplar başta olmak üzere 6 milyon kişinin öldürüldüğü biliniyor.

Hasan Cemal'in bugün (3 Şubat 2011) yayımlanan yazısı şöyle: 


Bir milyondan fazla kişinin öldürüldüğü, Auschwitz toplama kampının girişi...

Neden geldim Auschwitz’e, ölüm kampına?


AUSCHWITZ, KRAKOW (Polonya)

Dimdik yükselen nöbetçi kulübesinin altından geçip, cetvelle çizilmiş gibi dümdüz uzanan karla kaplı demiryolunun üstünden kendi başıma yürüyorum.
Acelem yok!
İki yanım dikenli teller...
Kırmızı tuğlalı sevimsiz barakalar...
Ve o çirkin bacalar...
Soğuk gerçekten dondurucu. Acıları daha iyi hissedelim diye öyle olabilir.
Gri, kurşuni bir hava...
Belki bana öyle geliyor. Sanki o bacalar tütüyor hâlâ. Burnuma ölümün, barbarlığın kokusu geliyor.
Neden ben buradayım?..
Auschwitz’den canlı kurtulabilen o yaşlı kadının sesi kulağımda:
“Dikkat et bastığın her yere, her metre karesinde bir ölü var bu toprakların...”
Yalnız Auschwitz’de bir milyon yüz bin insan ölmüş.


Hüzün ve trajedi!
Bitiyor demiryolu.
Naziler, Macaristan Yahudilerini hiç vakit kaybetmeden doğruca gaz odalarına göndermek için savaşın son yılı inşa etmişler, bu cetvelle çizilmiş gibi dümdüz demiryolunu...
“Korkunçtu o yaz. Her Allah’ın günü sekiz bin Macar Yahudisinin gaz odalarına götürüldüğünü kendi gözlerimle gördüm” derken sık sık yutkunuyor, gözleri doluyor.
Hüzün ve trajedi!
Burada insanın içine işliyor.
Neden geldim ben bu Auschwitz’e?..
Acıları hissetmek için mi, acıları paylaşmak için mi, acıları düşünmek için mi?..
Diyor ki:
“Gaz odalarının duvarlarına son bir gayretle, ‘Asla unutma!’ sözünü tırnaklarıyla kazıdılar”
Hatırlamak için mi geldim?..
Bosna-Hersek Başmüftüsü Mustafa Çeviç’i dinliyorum:
“Yıllar yılı ilgilenmedim Yahudilerin başına gelenlerle... Auschwitz nedir umurumda değildi. Ama ne zaman kendi memleketimde, Srebrenitza’da bizim başımıza geldi soykırım, o zaman uyandım, her şeyi öğrendim. Bunun için şimdi buradayım. Avrupa, altı milyon Yahudi’nin gaz odalarında, ölüm kamplarında can vermesinden sonra bir daha asla dedi, ama 1990’larda Avrupa’nın göbeğinde, bu kez Bosna’da yaşadık soykırımı...”


Sana ne yaptım?

Ne diye geldim Auschwitz’e bu Allah’ın kışında, her taraf buz kesmişken?..
Düşünmek için belki de...
İnsanları birbirlerinden böylesine nefret ettiren ne ola ki?..
Neden insanlar birbirlerini kesiyor, dilleri, dinleri, kökleri, renkleri farklı diye?..
Milliyetçilik mi?..
Benim milliyetçiliğim senin milliyetçiliğinden daha iyidir, daha üstündür duygusu mu?..
Belki de.
Ben sevmiyorum bu milliyetçiliğin her çeşidini...
Kendisi Buchenwald ölüm kampından kurtulmuş olan İsrail’in eski Eşkenaz Hahambaşısı Lau, bembeyaz uzun sakalını titreterek neredeyse tüm dillerde soruyor, belki daha doğru deyişle yakarıyor:
“Ben sana ne yaptım ki?..”
Sevimsiz, kırmızı tuğlalı barakalardan birine giriyorum kendi başıma.
Sessizlik, küçücük pencereden sızan solgun kış ışığı ve her tarafından buz gibi rüzgâr üfüren bir baraka.
Basık tavanlı, kâbus gibi.
Tahta ranzalar...
Ve tahtaları pislikten kararmış o ranzalarda balık istifi yatan iskeletlerin simsiyah çukurdan bakan gözleri...
Nedir o?
Bir ranzanın üstünde bir sap kırmızı gül, kurumuş...
Neden geldim ben buraya?..
Sabahın köründe Paris’ten Krakow’a iki saat uçak, sonra da bir saat otobüs, o kadar.
İnsanlığın yüz karası bir kamptasın.
Niçin buradayım?
Ders çıkarmak için mi?
Çocuk ayakkabıları... Bebe patikleri... Çocuk giysileri... Kadın saçları, Nazi Almanya’sında tekstil hammaddesi olarak toplanmış, çuvallanmış...
Gözümün önünde çocuklar, gözümün önünde bebeler, gözümün önünde anneler, binlerce, on binlerce, yüz binlerce...
Bakamıyorum.
İşte bak orada. Filmlerden, belgesellerden ezbere bildiğin yer, Auschwitz’in girişi:
Arbeit macht frei!
O irkiltici yer.
O irkiltici slogan, Nazilere ait...
Hemen altında, o orkestranın siyah beyaz fotoğrafı... Gaz odalarına uygun adım gitsinler diye kamp sakinlerinden oluşturulan orkestra devamlı marş çalarmış...


BÜYÜK BARIŞ PROJESİ

Balyoz gibi söz:
“Soykırım Avrupa’nın işidir. Yahudileri Müslümanlar kesmedi.”
Türkiye doğumlu bir Yahudi’nin bu söz. Lyon’da yaşarken Komünist olmuş, savaş sırasında direnişe katılmış, sahte kimlik basarken yakalanmış, Auschwitz’den canlı çıkabilmiş, böyle diyor.
İkinci Dünya Savaşı’nı, Hitler’i ve Nazizm’i insanlığın başına saran milliyetçilik elbette “Avrupa’nın işi”...
Milliyetçilik belasını aşmak içindir ki, tarihin en büyük barış projesi olarak Avrupa Birliği savaş sonrası tarih sahnesine çıktı.
Ama şimdi tekliyor bu proje.
Bugünün Yahudileri artık Müslümanlar!
Öyle değil mi?
Avrupa’da bugün ırkçılık, yabancı düşmanlığı, milliyetçilik yeniden yükselişe geçmedi mi? En başta Müslümanlar olmak üzere Yahudiler, Romanlar ırkçı saldırıların hedefi değil mi?
“Avrupa kendi değerlerine sırtını dönmeye başladı” diyenler haksız mı?..
Yahudi düşmanlığıyla Müslüman düşmanlığı, Ali Bayramoğlu’nun deyişiyle, anti-semitizm ile İslamafobi yumurta ikizi değiller mi Avrupa’da?..
Gaz odalarında hayata veda edenlerin deri bavulları toplanmış kocaman camekânın içinde.
Else Meier, Köln, 1892 doğumlu...
L. Grootkern, Hollanda, 1905...
Herman Pasternak, 1900 doğumlu...
Babam da 1900’de doğmuştu.
İçim acıyor.
Ne diye geldim ben Auschwitz’e?..
Eski sosyal demokrat lider ve Almanya Başbakanı Gerhard Schröder de bizim heyette, Paris’ten birlikte geldik.
Güzel konuşuyor.
Soykırımdan, insanlığa karşı işlenen çok büyük suçtan dolayı ülkesinin ve Almanların tarihsel sorumluluğunun altını çiziyor, sözcükleri eğip bükmeden...
Daha güzel bir gelecek için ırkçılığın, Yahudi düşmanlığının olmadığı, ancak dinler ve kültürler arası diyalog ve anlayışın bulunduğu bir dünya diliyor.
Haklı bir noktaya daha işaret ediyor:
İsrail’in devlet olarak var olma hakkıyla, Filistin’in kendi bağımsız devletine sahip olma hakkı...
Başka türlü barış olmaz.


TARİHİN ÇÖP TENEKESİ

Bazı sorular aklıma takılıyor.
Yahudiler, İslamafobi konusunda ne kadar duyarlı davranıyor? ‘Ebedi mağduriyet’ duygusu, örneğin Filistinlilere karşı duyarsızlığın kapısını mı açıyor? Bu açıdan Gazze çarpıcı bir misal değil mi?
Altını çizin:
Ne Yahudiler canidir, ne de Müslümanlar terörist!
Yaşanmış acıları inkâr etmeden, yaşanmış acıları ille de mukayese etmeden konuşmak, tartışmak zorundayız. 
Veyahut:
Ön yargıları ve inkârcı bakış açılarını tarihin çöp tenekesine atmak zorundayız, eğer bu dünyada barışı içtenlikle istiyorsak...
Evet, ben neden geldim Auschwitz’e?..
Söyler misin neden?..
Gaz odasından çıkan Yahudilerin yakıldığı o korkunç fırınların karşısına kocaman yazılmış:
“Tarih hatırlanmazsa, çaresiz bir daha yaşanır!”


Dip not

Kırk ülkeden iki yüz kişinin oluşturduğu bir heyet, UNESCO’nun Aladdin adını verdiği proje çerçevesinde önceki gün Auschwitz’e bir ziyaret yaptı. Yahudi, Müslüman, Hıristiyan din adamlarının, Doğu’dan, Batı’dan ve Türkiye’den siyasetçi, entelektüel ve gazetecilerin yer aldığı heyette, Cumhurbaşkanı Gül’ü Ak Parti milletvekili ve eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’la, Başbakan Erdoğan’ı Ak Parti milletvekili ve AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış temsil etti.


Bazı tanıdık isimler:

Egemen Bağış: Devlet Bakanı ve Başmüzakereci

İlber Ortaylı: Topkapı Müzesi Başkanı

Cengiz Aktar: Yazar/Akademisyen

Enver Yücel: Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı

Nilüfer Göle: Yazar/Akademisyen

Cemal Usak: Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Eşbaşkanı

Ali Bayramoğlu: Gazeteci-yazar

Binnaz Toprak: CHP PM üyesi

Yaşar Yakış: AKP Milletvekili