Beyoğlu son yıllarda Taksim Meydanı ile İstiklal Caddesi başta olmak üzere çeşitli projelerle yaşadığı değişim, kapanan dükkanlar ve terör saldırılarıyla gündeme geliyor. Hürriyet gazetesinden Çınar Oskay, "Büyük Beyoğlu Dosyası" adlı bir yazı dizisi düzenliyor. Dizinin 3. bölümü yayımlandı. Bu bölümde konuşan Mimarlar Odası Üyesi ve Taksim Dayanışma Sözcüsü Mücella Yapıcı, Beyoğlu hakkında, "Beyoğlu kadınların özgürleşme mekânıydı, şimdi can çekişiyor" ifadesini kullandı.
Hürriyet'ten Oskay'ın yazı dizisinin üçüncü bölümü şöyle:
Burası 2005-2013 arasında gençler, 2010’lardaysa kadınlar için özgürleşme mekânıydı, bu kaybediliyor. Belediye ve iktidar buranın kozmopolit bir eğlence mekânı olmasını istemiyor. Açıkhava alışveriş merkezine dönüşüyor.
1980’lerdeki neo-liberal kararlar uygulanıyor. Şehirler üretim alanı olmaktan çıkarılıp, kent mekânları pazarlanıyor. Park Otel, Sheraton, Gökkafes böyle ortaya çıktı. Tarlabaşı çöküntüye bırakıldı. Dünyada da böyle; terk edilip dönüştürülüyor.
Bir yıl önceydi. Bütün bir günü, röportaj için Fatih’te bir tarikatın merkezinde geçirmiştim.
Yorucu, sarsıcı bir gündü.
Sona erdiğinde Sebati’ye, “Gel Beyoğlu’na yürüyelim, biraz açılırız” dedim.
Uzun zamandır yolum düşmemişti, son halini bilmiyordum.
Şişhane’den Asmalımescit’e, oradan İstiklâl’e çıktık.
Taksim’e geldiğimizde ikimizin ağzını da bıçak açmıyordu.
Yorgunluğumuzu atacak tek yer bulamamıştık. Özlediğimiz mekânların yerinde yeller esiyordu.
Bayramdı…
Arap turistler sokaklara sığmıyordu.
Araplar’ı hor görecek kadar sığ biri değilim. Ama şehir artık benim şehrim değildi, başka bir yer olmuştu.
“Yola devam” dedik, Gezi Parkı’na girdik. Oranın hali daha da burktu içimizi. Nişantaşı’na kadar yürüdük, fark etmeden ‘Fatih-Harbiye’ turu yapıverdik.
Ne mi hissettim?
Boğazım düğümlendi.
Oturdum, düşündüm, kendime sordum: Hissettiklerim bencillik mi, seçkincilik mi?
İlk gençliğimde Beyoğlu, bir kısım İstanbullu için muazzam bir yerdi. Peki ülkelerini, belki ailelerini, dostlarını geride bırakmış bu insanların Beyoğlu üzerinde hiç mi hakkı yok?
Burada özgürlüğün tadını alsa çok mu
Şu anda burada büyümekte olan Suriyeli bir çocuk, benim o zaman İstiklal’de hissettiğim büyüyü hissetmiyor mu?
Ve turistler, ülkelerinde sokakta rahat gezemeyen kadınlar… Burada özgürlüğün tadını alsa, çok mu?
Günler sonra bir akşam vakti Taksim Meydanı’nda bir grup, anlamadığımız bir dilde şarkı söylüyor. Etraf da coşkuyla eşlik ediyor. Gencecik iki erkek ve bir kızın söyledikleri meğer İran şarkılarıymış.
Grubun lideri uzun boylu, yakışıklı Mehrdad Kholghi’yi gören Sebati, “Aman, bu adamı kaçırmayalım, kızlar hasta olur” diyor! Tanışıp röportaj için sözleşiyoruz.
Geçen hafta Taksim’de buluştuk. 40 derece sıcak, dar sokaklardan Tarlabaşı’na iniyoruz.
Tarlabaşı deyince gözümüzün önünde beliren fotoğraftaki sokaklar aynı halde. İplere asılı çamaşırlar yerli yerinde. Terkedilmiş tarihi Ermeni, Rum evleri zar zor ayakta, göçmen Kürt ailelere barınak olmuş. Küçük çocuklar, yerde oturan annelerinin önünde oyun oynuyor.
Bir duvarda Mevlana’nın sözü yazılı: “Ne insanlar gördüm, üzerinde elbise yoktu, ne elbiseler gördüm, içinde insan yoktu.”
Çocukluğumu, gençliğimi Beyoğlu’nda geçirdim. Tarlabaşı’nın bu kadar derinine inmemiştim. İnsanlar İstanbul’un göbeğinde, Ortadoğu’daki mülteci kamplarını andıran bir yoksulluğun pençesinde. Bir süre sonra burada da barınamayacaklar. Tepemizde vinçler harıl harıl. Önceki gün Beyoğlu Belediye Başkanı’yla gittiğimiz Taksim 360 inşaatı sürüyor.
Bir caddemiz vardı, aynıydı
Mehrdad’ın (43) evine geliyoruz.
30 metrekare ya var ya yok. Duvarda gitar, sazlar, bağlamalar…
İstiklal Caddesi İran’da çok meşhurmuş meğer. Mehrdad da müzik yapmaya buraya gelmiş. Soruyorum:
Beyoğlu Tahran’a benziyor mu?
Bir caddemiz vardır, Valiasr Caddesi. 40 yıl önce İstiklal Caddesi’nin aynısıydı. Kimi meyhaneye, kulüplere gider, kimi ise camiye... Bir aradalardı.
Sen hatırlıyor musun?
Küçüktüm ama fotoğrafları var.
İnsanlar özlüyor mu o halini? Belki o yüzden burası hoşlarına gidiyordur.
Düşünüyor ve yeni bir şey keşfetmenin mutluluğuyla gülerek “Bu söylediğin çok doğru. Evet, galiba var öyle bir şey” diyor.
Arkadaşı Muhammed Rigi (32) İstanbul’da Uluslararası İlişkiler okuyor: “Devrimden önce hayat sizdeki gibiydi. Hatta İran daha sekülerdi.”
Türkiye İran olur mu diye size de soruyorlar mı?
Mirdad: Bence imkânsız değil. Mesela ezan okunurken müzik çalıyorsak ters ters bakıyorlar. Ben o sırada ezanı duymamışım ki...
Muhammed: Bak, sana bir şey söyleyeyim, bu, AK Parti geldikten sonra olmadı, toprakta var. Ortadoğu’da demokrasi netameli… Önce biraz eğitim gerekiyor. Türkiye’de Ali Şeriati’nin kitapları tercüme edilmiş, arkadaşlarım takip ediyor. İran’ı devrime hazırlayan adam… Sizin siyasetçiler, hocalar da değişti. İstanbul Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi o kadar güçlü değil artık.
“Yapma ya… Biz de İstiklal yerine başka ülkede bir cadde mi bulalım o zaman!” diye takılıyorum.
Buruk bir gülümsemeyle: “Keşke bizimki gibi olmasa, biz o yüzden buradayız” diyor.
Burası eski İran'a benziyor
Hasan Şerefi, Tebrizli. 7 yıldır burada. 4 ay önce de bir restoran açmış. Burada yüz binlerce İranlı olduğundan, Beylikdüzü, Şişli, Merter ve Aksaray’da yaşadıklarından bahsediyor. Gezi’den sonra kötü oldu buralar, havaalanında bombalar patladı. Daha çok insan gelecekti İran’dan ama korktular” diyor. İstanbul’un en güzel yerinin Beyoğlu olduğunu düşünüyor. Hatta adres veriyor: Mis Sokak! Burayı Eski İran’a benzetiyor, Şah zamanlarına:
“O zaman 10 yaşındaydım, içki yasak değildi. Böyle kafeler, içkili yerler vardı. Turist geliyordu.”
İstanbul güzel ama üzgün ve öfkeli
Nuha K. İle tanışıyoruz. Sivil aktivist, kimliğini, kurumu izin vermediği için açıklamak istemiyor. Söyledikleri çarpıcı…
Buranın Araplaşması Suriyelilerle mi ilgili?
Mülteci kriziyle ilgisi yok. Seks işçileri ve LGBTİ bireyleri dışında, Beyoğlu’nda gördükleriniz Suriyeli değil, Körfez ülkelerinden hep… Türkler anlamıyor, siz “Hepsi Arap” diyorsunuz.
İlginç…
Çünkü mültecilerin parası yok. Katar, Suudi, Emirlikler, Bahreynliler… Alışveriş yapacak, restorana gidecek parası olan, onlar. Seks işçilerinin yüzde 80’i yabancı; Suriyeli, Iraklı... LGBTİ mülteciler muhafazakâr bir yerdense burada daha güvende hissediyorlar.
Milyonlarca Suriyeli burada kalacak mı? Yoksa başka bir yere mi gitmek istiyorlar?
Bana sorarsan, fırsat bulsa yüzde 99’u başka yere gider.
Neden?
Temel hizmetler, sağlık, eğitim, kayıt olmak bile zor. Irkçılık var. Okula giden çocuklara kötü davranan öğretmenler var. Tabii ki çok iyileri de var, onlardan söz etmiyorum.
Sence burası bir Ortadoğu mu yoksa Avrupa kenti mi?
Bence bir Türk şehri… İstanbul çok güzel bir şehir ama artık üzgün ve öfkeli.
Mücella Yapıcı: Kadınlar için özgürleşme mekanıydı, bu kayboluyor
Burası 2005-2013 arasında gençler, 2010’lardaysa kadınlar için özgürleşme mekânıydı, bu kaybediliyor. Belediye ve iktidar buranın kozmopolit bir eğlence mekânı olmasını istemiyor. Açıkhava alışveriş merkezine dönüşüyor.
1980’lerdeki neo-liberal kararlar uygulanıyor. Şehirler üretim alanı olmaktan çıkarılıp, kent mekânları pazarlanıyor. Park Otel, Sheraton, Gökkafes böyle ortaya çıktı. Tarlabaşı çöküntüye bırakıldı. Dünyada da böyle; terk edilip dönüştürülüyor.
Dünya Bankası’nın küresel kent projeleri ve deprem, neo-liberal politikaları hızlandırdı. Mekânda ve mülkiyette dönüşüm gerekiyordu. Ciddi yıkımlar oldu, Sulukule, Tarlabaşı gibi. Bazı şirketler mülkiyetleri topladı. Kiracılar, mal sahipleri yok oldu.
5366 ve Acele Kamulaştırma yetmeyince Afet Yasası devreye girdi. Bir yapıyı riskli ilan ediyor, yıkıyorsunuz. Bina sahiplerinin çoğu bunu yaptı. Kitapçılar, pastaneler, sahaflar gitti. Ardından da Borçlar Kanunu, 10 yıl biter bitmez işyeri olan kiracıyı çıkarma hakkı getirdi.
Yeni gelenler otel, rezidans, büyük mağazalar. Sırada Beşiktaş var. Kartal heykelinin orada sekiz küçük yeri birleştirip mağaza yapıyorlar. Kahvaltıcılar bitiyor.
Galata Port’ta tarihi eserlerin hepsi otel olacak. Otellerin altı dolgu, buralara SPA, mutfak inşa etmek için kazıklar çakıyorlar. Zemini kaydırmaya başladılar. Tarihi rıhtım yerine yeni rıhtım yaptılar. Bunlar projede havuz olarak görünüyor.
Bizi her şeye hayır diyen, gelişme istemeyen bir yapı olarak görüyorlar. Halbuki söylediğimizi yapsalar daha kârlı olacak. Roma’ya gidip, hayran olup geliyorsun. İstanbul Roma’dan daha eski bir şehir, hiçbir şeyini korumuyorsun...
Gezi, kent kültüründe milattır. Üçüncü göz açıldı, mahalleli küçücük bir ağacı bile fark etmeye başladı. Bütün siyasi alanlara “Kentsel yaşam alanlarımızı korumalıyız” fikrini fark ettirdi.
Tarihi yarımada öldü bence, Beyoğlu henüz can çekişiyor. Tarlabaşı fiziki olarak mahvedildi ama belki kurtarabiliriz. Proje onaylanmadan yıkımlar başlıyor ki geri dönüş olmasın.
Tayyip Erdoğan iyi bir belediye başkanıydı, biliyor musun? İstanbul’u bilirdi. Beyoğlu’ndaki dönüşümün en büyük aktörüydü. O zamanlar Gökkafes’e karşıydı. Projenin geçebilmesi için ilçe sınırları değiştirildi. Erdoğan dava açtı Gökkafes’e, biz de Mimarlar Odası olarak müdahil olduk.
“Üçüncü Köprü İstanbul için bir cinayettir” diyebilen bir belediye başkanıydı. Küresel neo-liberal politikalar, Dünya Bankası’nın dayatmaları onu etkiledi. Erdoğan, küresel kapitalizmin en iyi uygulayıcılarından biri oldu.
Ben bir mimarım. Benim için önemli olan demokrasi ışığını, kente yağma vuran politikalara çevirerek aydınlatma. Sadece mekânı savunmakla olmuyor, hukuku, demokrasiyi de savunmalıyız. Nasıl yaşamak istiyorsak, öyle alanlar yaratmalıyız.