Spor

"Beşiktaş değişti; bir gelenek, markaya dönüştü"

"Benim Beşiktaşlılığım hep bir öğrenilmiş çaresizlikti"

05 Haziran 2017 12:25

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Beşiktaş'ın eski başkanı Süleyman Seba'dan bu yana takımın geçirdiği "değişim"i yorumladı. "Beşiktaş'ın 1990’ların ortasından itibaren futbolun endüstriyelleşmesiyle birlikte Galatasaray ve Fenerbahçe ile kendisi arasında açılan farkı Fikret Orman döneminde kapattığını" vurgulayan Atay, günümüzün Beşiktaş'ını "Geleneğin markaya dönüşümü" sözleriyle tanımladı. 

Tayfun Atay'ın "Bir geleneğin ‘marka’ya dönüşümü: Beşiktaş" başlığıyla yayımlanan (5 Haziran 2017) yazısı şöyle:

Benim Beşiktaşlılığım hep bir öğrenilmiş çaresizlikti.

Hayal meyal hatırladığım ilk şampiyonluk 1967’de. Beş yaşındayım. Babam Beşiktaş’ın Ankara temsilcisi ve şampiyon takımla beraber Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda oynanan Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında “maskot” olarak sahaya çıkıyorum. Çimlerin ortasında “Küçük Ahmet”in (rahmetli Ahmet Özacar) “Gel bakalım delikanlı” diye çağırıp neredeyse gövdem büyüklüğünde topla bana birkaç pas atışı bugün bile hafızamda ışıl ışıl!..

Ama sonrasında kocaman bir boşluk var! Çocukluğum, ergenliğim, ilk gençliğim ve erken yetişkinliğim boyunca hiç şampiyonluk görmedim.

Beşiktaş, 1967’deki şampiyonluktan tam 15 yıl sonra 1982’de, ben 20 yaşındayken tekrar şampiyon olabildi.

Genel tablo böyle ama buna eklenebilecek ve özellikle çocuk yaşta taraftar için travmatik bir dolu “nokta başarısızlık” da var.

En unutulmazı 1974’te Romen Steagul Roşu ile oynanan Avrupa Kupa Galipleri (şimdiki UEFA) Kupası maçı. İstanbul’da 2-0 kazandıktan sonra Romanya’da rövanş günü ve ben ortaokuldayım. Son ders zili çaldı, çıktık okul kapısından bahçeye doğru, “Beşiktaş 1-0 mağlup ama maç bitti bitiyor” dediler.

Birkaç adım atıp okulun bahçe kapısından dışarı sokağa çıktım, bir yerlerden “Aaa, 2-0 oldu” sesleri geldi.

Çok değil 40-50 metre ötedeki kahvenin bahçesinde maçı izleyenlerin yanına doğru ilerliyordum ki adeta ölüm sessizliğine bürünmüş kalabalık birden patladı ve “Hay Allah kahretsin, bu kadar olmaz, yuh” sesleri yükseldi.

Beşiktaş son “3 dakkada 3 gol” yemiş ve rövanşı kaybedip elenmişti.

Bu hep böyle devam etti. Mesela 1999’da Norveç’in Valerenga takımına İstanbul’da ilk yarı 3 gol atıp turu geçtik derken ikinci yarıda 3 gol yeyip turu bıraktığımız gibi... 
O zaman da Fulya tesislerine gelen bir taraftarın Şifo Mehmet’e, “Kaptan ben ilk yarı 3-0’ken oğluma yarın okul var hadi yat artık zaten bu iş bitti dedim; şimdi sabah ona ne diyeceğim” şeklinde feryadı hatıramız oldu!..

Çocukken ne yaşattıysa Beşiktaş, büyüyüp baba olduğumuzda da onu yaşatmaya devam etti vesselâm!..

Tabii ki Süleyman Seba dönemi, Beşiktaş’ın makûs talihinin yenilmesidir. Takımın “3 Büyükler” kategorisine “fiilen” geri dönüşüdür o dönem.

Ama o dönemde bile öğrenilmiş çaresizlikler son bulmadı. İnönü Stadı’nda (şimdiki Vodafone Arena) Denizlisporlu sol bek Erol’un bitime 4 dakika kala attığı beraberlik golüyle Galatasaray’a (tabii ki “teşvik şikeleri” eşliğinde!) son anda kaybedilen şampiyonluk mesela...

Beşiktaş hep bir öğrenilmiş çaresizlikti. O yüzden bu yıl da 7 puan öndeyken bile hiç rahat olmadım. Nitekim biliyorsunuz bir anda her şey yine bıçak sırtı oldu.

Ama galiba bazı şeyler de değişmiyor değil! Art arda çok ciddi psikolojik sarsıntılar (Lyon maçı, Van Persie, Başakşehir ve özellikle Fener’e 90 artı 4) yaşanmasına rağmen bu sene sonuç, benim öğrenilmiş çaresizliğimi daha da pekiştirmek yerine onu sarsacak mahiyette çıktı ortaya.

Fikret Orman Beşiktaş’ı, sanki bu öğrenilmiş çaresizliği de yendi bende!..

Ancak bu Beşiktaş’ın daha önemli bir başka özelliği var.

O da 1990’ların başında Seba ile yeniden yükselişe geçen Beşiktaş’ı o dönemde de, sonrasında da özellikle iki ezeli rakibine kıyasla sağlanamamış bir noktaya, “endüstriyel futbol” aşamasına tam mânâsıyla taşıması...

Seba’nın “kültürel hamuru”nda endüstriyelleşmeye yer yoktu. O, futbolu amatör ruhla ve zanaatkârane icra eden bir takım geleneği var ederek ulaştı başarıya. Ama değişen dünyada endüstriyelleşen futbol çarkı içerisinde bu ancak bir yere kadar sürdürülebilirdi.

Ve kanımca Beşiktaş, 1990’ların ortasından itibaren bu ülkede futbolun endüstriyelleşmesiyle birlikte iki ezeli rakibi ile kendisi arasında açılan farkı esas itibarıyla şu son yıllarda Fikret Orman döneminde kapattı.

Seba’nın Beşiktaş’ı, Şeref Bey’den Baba Hakkı’ya, Küçük Ahmet’e ve Metin-Ali-Feyyaz’a açılan yelpazede bir “gelenek” inşası idi.

Orman’ın Beşiktaş’ı, “süreklilik içinde değişme” eşliğinde bu geleneğin “marka”ya dönüşümü oldu.