Mithat Sancar
(Taraf, 9 Mayıs 2012)
“Geçmiş” ne için tartışılır? Daha doğrudan soralım: Nereden çıktı 1 Mayıs 1977 meselesi?
Önce şunu belirtelim: Geçmişe yönelik tartışmalar, tarih bilimine ilişkin olmaktan ziyade, bugüne dairdir. Hatırlama veya hatırlatma dediğimiz şey de, değerden arınmış ve bugünün şartlarından bağımsız bir edim değildir. Zaten insan ancak şimdiki zamanda hatırlayabilir. Hatırlamanın amacı ve işlevi de, şimdiki zamanın çatışmaları dikkate alınmadan anlaşılamaz. Kısacası hatırlamak, geçmişi bugünün ihtiyaçları ve çelişkileri ışığında yeniden inşa etme çabasını da içerir.
Şunu da ekleyelim: Hafıza, doğası gereği çok yönlüdür, çoğuldur. Geçmişte yaşanan olayların değişik toplum kesimleri tarafından farklı biçimlerde hatırlanmaları normaldir, bir bakıma kaçınılmazdır da. Bu nedenle, sık sık hatırlama çatışmalarından, hatta hafıza savaşlarından söz edilir.
Geçmişte yaşanmış “travmatik şiddet deneyimleri”ni hatırlamak, o dönemlerle yüzleşmenin vazgeçilmez şartıdır. Son çeyrek asırda dünya çapında bir “geçmişle yüzleşme/hesaplaşma konjonktürü” yaşanıyor. Bu konjonktürün bütününden önemli dersler çıkarılıyor. Bunlardan birini şöyle özetleyebiliriz: Yüzleşmenin aslî amacı, geçmişte yaşanan acıların bir daha tekrarlanmasını önlemektir. Bunun için de, o acıları yaratan şartları ve yapıları açığa çıkarmaya dönük çalışmalar yapmak gerekir. Tartışmalar bu amaç çerçevesinde yürütülürse, geçmişin şiddet, baskı ve zulüm üreten yapılarının bugün üzerindeki tahakkümünü kırmak daha kolay olur.
Bu çıkarsamanın, geçmişle ilgili tartışmalara katılan herkesin tutumunu yansıttığını söylemek elbette doğru olmaz. Bu ders, esas itibariyle, geçmişle hesaplaşmayı toplumsal ve siyasal demokratikleşmenin önemli bir unsuru olarak gören yaklaşımın ürünüdür.
Halil Berktay’ın açıklamalarıyla yeniden alevlenen 1 Mayıs 1977 tartışmalarını bu genel çerçevenin neresine yerleştireceğiz? Berktay’ın sözlerinde belirleyici vurgu, o katliamda esas sorumluluğun “sol”da olduğu yönündeydi. Öyle olsa da bu çıkışı, solu kendi geçmişiyle hesaplaşmaya davet olarak yorumlamak mümkündü. Ne yazık ki, Berktay’ın üslubu ve vurguları, Gürbüz Özaltınlı’nın da isabetle belirttiği gibi, muhatapları bu türden bir tartışmaya çekecek nitelikten çok uzaktı. Ancak bu durumu, solun tartışmayı bu eksende yürütmesine engel olarak görmek bana doğru gelmiyor.
Tartışmayı, solun kendi geçmişiyle hesaplaşması çerçevesinden uzaklaştıran daha önemli faktör, bence Taraf’ın yayın anlayışı oldu. Yayınlar, bir dönemi sorgulama değil; bir kesimi, “sol”u yargılama bakış açısıyla yürütüldü! 1 Mayıs 1977’yi hem kendi içinden hem de genel süreçteki yeri açısından anlamaya ve aydınlatmaya çalışan değil, hüküm veren, mahkûm eden bir dil kullanıldı. Atılan manşetler, yayınların odağına alınan noktalar, öne çıkarılan tanıklıklar, yapılan mülakatlara uydurulan başlıklar bunu açıkça ortaya koyuyor. Böyle bir yayın anlayışı, böyle bir üslup; geçmişle yüzleşme konusundaki evrensel demokrat tutumla hiç bağdaşmıyor.
“Efsaneleri” yıkmak, tabuları kırmak; şüphesiz geçmişi aydınlatmak ve geçmişin bugün üzerindeki yıkıcı etkilerini anlamak bakımından gereklidir. Ancak bir efsaneyi yıkacağım derken, başka bir efsaneyi canlandırmaya çalışırsanız, geçmişten bugüne uzanan zorba yapıların kendilerini sürdürmelerine veya restore etmelerine hizmet edersiniz.
İspanya İç Savaşı, bu açıdan çok önemli bir tecrübedir. Cumhuriyetçiler, sadece Francocu güçlere karşı değil, neredeyse Avrupa’nın bütün faşist merkezlerine karşı üç yıl boyunca savaştılar. Tarihte eşi görülmemiş bir uluslararası dayanışmaya tanık olundu bu savaşta. Dünyanın yaklaşık elli ülkesinden, tahminen otuz beş bin insan, cumhuriyetçilerin safında faşist cepheye karşı savaşmak üzere İspanya’ya gitti. Bu amansız savaş sürerken, sol grupların kendi aralarında da çatışmalar oldu. Hatta bazen bu çatışmalar çok acımasız bir hale büründü. Bu çatışmalar bazı yerlerde direnişin çökmesine yol açtı.
Bütün bunlar oldu. Peki, sadece işin bu yüzüne bakarak, Francocu güçlerin zaferini ve ardından gelen otuz altı yıllık diktatörlüğün sorumluluğunu cumhuriyetçilere, yani sola yıkmak adil olur mu? O dönemi sorgulayalım derken, sadece solun kendi içindeki çatışmaları konu etmek doğru mu? Solu sorgulamak adına Francoculuğu aklama anlamına gelecek vurgular yapmak insafa sığar mı?
Öte yandan, solun o dönemi sorgulamaktan kaçınması da doğru değil. İspanya’da solun büyük bölümü, böyle bir hesaplaşmadan sürekli kaçtı. Lakin bu kaçış, Soğuk Savaş dönemi boyunca ve Franco diktatörlüğüne karşı mücadelede solun en önemli ayak bağlarından biri oldu.
Türkiye’de de benzer bir durum yaşanıyor. Solun geniş bir kesimi, 1 Mayıs 1977 katliamını “derin devlet”in (kontrgerillanın) bir provokasyonu, “derin” bir komplo olarak kodladı. Solun kendine uygun gördüğü konum ise, “mağdurluk” oldu. Oysa o dönemi yaşayanlar ve serinkanlılıkla araştıranlar, solun şiddetle kurduğu ilişkinin ve sol içi bölünmelerde takınılan tutumların, böyle bir provokasyon için bulunmaz bir fırsat yarattığını da gayet iyi bilirler. Genel olarak sol, 12 Eylül öncesini bu yönüyle tartışmaya ve sorgulamaya hiç istekli olmadı.
Şimdi başlamış olan tartışmayı, Berktay’ın üslubundan bağımsız olarak ve Taraf’ın bu konudaki yanlı ve yanlış tutumuna rağmen, serinkanlı bir yüzleşmeye dönüştürmek mümkündür. Bunun, her alanda demokratik bir hesaplaşma kültürü yaratmak açısından çok yararlı olacağına inanıyorum.
Böyle bir sürece en nitelikli katkıyı sunabilecek olan Ümit Kıvanç’ın; tartışmaların olgun bir çerçevede akmasını sağlayabilecek olan Nabi Yağcı’nın ayrılmış olması; Taraf’ın bu meselede esaslı bir platform olma gücünü azaltmıştır.
Bu eksilmelere ve eksilere rağmen, ben bu köşeden tartışmalara katkıda bulunmak için elimden geleni yapmaya devam edeceğim.