Gündem

Kozan'da patlayan barajda yedi işçi hâlâ kayıp

Ali Topuz, Kozan faciası Türkiye'de herkesin eşit derecede insan sayılmadığını gösterdiğini söyledi.

02 Mart 2012 12:21

 

Ali Topuz

(Radikal, 2 Mart 2012)

 

Kozan faciası, Türkiye'de herkesin eşit derecede insan sayılmadığını gösterdi. Hepimizin aynı gemide olmadığını da: Yedi işçi sekiz gündür kayıp. Yakınları gözyaşı içinde haber bekliyor. Ne doğru düzgün haber var medyada, ne yas, ne dayanışma... Korkarım bir de "mesai altında kayıp" vakalarına alışacağız!

 Ortada bir yalnızlık
Birisi kaybolmuş kadar
(Fazıl Hüsnü Dağlarca, Çocuk ve Allah’tan)
 

“Çok şükür, en azından cenazesini bulabildik!” Ölüme şükredilen topraklardayız. Sevgili ölülerinin cenazesine ulaşan insanların şükrettiği topraklarda. Bu şükür, son 30 yıldır çok duyduğumuz gözaltında kayıplarla ilgili değil. Son bir haftadır adeta milli birlik ve beraberlik içinde bir görmezden gelme seferberliğiyle başımızı öte yana çevirdiğimiz bir acının ortasından yükselen bir söz.
 

Adana Kozan’da geçen hafta bugün patlayan barajın sularına kapılıp kaybolan (!) sekiz işçiden biri, iş makinesi operatörü Erkan Yiğen’in cansız bedeni bulununca bir yakını söyledi. Acıyla söyledi, acı söyledi. Artık yeni bir kayıp acımız var: Mesai altında kayıp. Gözaltında kayıp yakınlarının her cumartesi günü Galatasaray Lisesi’nin önündeki derin yalnızlığına benzeyen bir yalnızlık var orada da. “Çok şükür” birinin cenazesini bulabildik, ama yedisi kayıp hâlâ…

 

Mini tufan

 

“Suyun acısı sonsuzdur.” Böyle diyor Gaston Bachelard “Su ve Düşler”de, insan varlığına, insan ruhuna, insan hafızasına yer etmiş su hakkında yazarken.


Suyun hafızası da sonsuzdur. Bunu biz geçen hafta bugün, Cuma günü, Cuma namazı vaktinde Adana Kozan’daki baraj kazasında bir daha anladık. Sonsuz acı ve sonsuz hafıza. On arkadaş, on baraj işçisi çalışırken, patlayan barajın sularına yakalandı. Barajda, işçilerin emeğiyle yükselen barajda, içtiğiniz bardaktaki kadar uysal görünen su bendinden boşandı. Pek övünülen mühendislerin, onları çalıştıran sermayedarların, suyun yolunu keserken bizden iyi saklamayı başardığı şey harekete geçti. Suyun hafızasındaki sonsuz acı: Mini tufan. On kişiye kast eden tufan. Su çünkü iki unsurludur, yaşam ve ölümdür su. Yaşama can veren yollarını kestiğinde, o sizin için tufanı biriktirecektir her zaman. Hidroelektrik Santral, HES meselesinin özünün yattığı yerdir suyun hafızası. Suyun öfkesi tufan olarak uyanır kadim zamandan beri.
 

Barajda içtiğiniz bardaktaki kadar uysal görünen su patladıktan sonraki gün, 25 Şubat cumartesi günü gazetelerimiz birinci sayfadan lütfen verdiler haberi, “iki işçi hayatını kaybetti, sekiz işçi kayıp.” Kimi o gün bile vermedi. 26 Şubat Pazar günü Birgün’de manşetti sadece, kalanları yine lütfen yer verdi. Üçüncü gün birinci sayfadaki lütfen habercilik çabası da söndü. Hiç olmamış gibi oldu her şey. Oysa dün akşam gün karardığında kayıp sekiz işçiden sadece biri bulunabilmişti.
 

Sekiz gündür anneleri, babaları, kardeşleri, yoldaşları, oğulları ve kızları, gözleri yaşlı, sadece birbirilerine sarılarak kendi dünyalarını karanlığa gömen tufan dehşetinin acısını göğüslemeye çalışıyorlar. Televizyonlar, gazeteler, internet siteleri unuttu onları. Siyasiler, devlet yetkilileri unuttu. Ne gösterişli kurtarma operasyonlarına şahit oluyoruz, ne gece gündüz çalışan arama kurtarma timlerine. Daha ilk gün, “hava şartları uygun olmadığı için” gece arama yapılamamıştı zaten. Hava şartları ölüme engel değil yönetim anlayışımıza göre, ama kurtarmaya engel. Ölen, kaybolan çeşitli fanatizm biçimlerinin yelkenine rüzgar taşıyacak kesimlerden değilse habere ne gerek var? Yönetmelik değiştirdik, mühendis, şef bir iki kişi tutukladık. Dostlar idarecilikte görsün.

 

Türkiye bir şampiyon
 

Türkiye iş kazalarında bir şampiyon. Avrupa’nın en çok iş kazası olan, en çok ölüm veren ülkesi. Dünyanın üçüncüsüydü üç yıl önce, şimdi de oralardadır. Türkiye işçi sınıfı gerçek insandır çünkü, sıradan, ölümlü, çalışmaya mecbur insan. Türkiye ulusunun kalanı tanrılar katındadır. Ya tanrı, ya tanrının vekili. Günde dört kişi ölür Türkiye’de iş kazalarında, altı kişi de iş göremez hale gelir. Ne gam, neo-liberal ileri demokrasilerde insan canı değil, rekabet gücü önemli. Tuzla tersanelerinde işçilerin sapır sapır öldüğü günlerde, tersane sahipleriyle devlet yetkililerinin gözde açıklamasıydı: “Rekabet gücümüzü baltalamak için, rakip güçlerin de desteğiyle bu kadar gürültü koparılıyor.” Maden ocaklarındaki patlamalarda işçiler çıkardıkları kömüre karıştığı günlerde bir başka açıklama öğrenmiştik: “Bu işin fıtratında bu var.” İşin fıtratında artık acıyı paylaşmamak da var anlaşılan. Unutturup gitmez. Neo-liberal fıtrat. İnsansızlığın fıtratı.
 

Rekabet gücüne ilişkin hassasiyetse artık ekonomik ve siyasi iktidarlarla sevgili basın organlarının konsensüsü sayesinde yerini bulmuş, bu vakayla öğrendik. Rekabet gücü, kıyıcı ve yiyici tanrıların kapışmasındaki o zalim laf, çoktan mahkûm olması gereken yıkım ilkesi. Hayvanlara bakarak insan varoluşunun sırlarına doğru yürüyen büyük Avusturyalı bilgin Konrad Lorenz anlatsın bir de rekabet neymiş: “Günümüze hakim olan ticari toplum düzeninin, insanlar arası rekabetin gerçekten de o şeytani, lanet etkisiyle tam da aksi yönde bir insan türünü ayıklayıp ortaya çıkarabileceğinden korkmakta haklıyız.” (İşte İnsan, Konrad Lorenz, Cumhuriyet Kitapları) 

 

Neo- Liberalizmin fıtratı

 

Evet. Neo-liberal fıtrat bir ağır acıyı gözlerden kaçırmayı başarmış görünüyor. “Hepimiz aynı gemideyiz” lafının, karakışta mini tufanla bedenleri verimli Çukurova’nın taşına, toprağına, köküne, yaprağına karışmış yedi işçi kardeşimizin unutturuluşuna bakınca ne kadar boş olduğunu anladık. On emekçi mini tufana gemisiz yakalandı. “Birlikte olduğumuz” gemide işler kötü. Çok kötü. Nazım Hikmet, Hiroşima için söylemişti, Türkiye için de geçerli:
 

Bu gemi bir kara tabut
Bu deniz bir ölü deniz
İnsanlar ey, neredesiniz
Neredesiniz?
(Nazım Hikmet, Japon Balıkçısı şiirinden)