Gündem

Ben en çok Ahmet'i sevdim

Ahmet eşitlikçi bir insandı, kendisini asla bir "şef" olarak görmedi, şefliğin, amirlik taslamanın komünist olmaya tamamen aykırı düşen bir tür kişilik bozukluğu olduğunu çok iyi bilirdi

26 Nisan 2021 15:18

Çağatay Anadol

"Kaçmaz, Ahmet (d. 1938, İstanbul), siyaset adamı. 1955'te Ankara Atatürk Lisesi'ni, 1960'ta İstanbul Teknik Üniversitesi'ni bitirdi. 1974'e değin Devlet Su İşleri ve Devlet Demiryolları genel müdürlüklerinde, özel sektöre bağlı şirketlerde mühendis olarak çalıştı. 1968'de Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. 1974'te, kurucuları arasında yer aldığı Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) genel başkanlığına getirildi. 12 Eylül 1980 harekâtından sonra, kendisi ve partisi hakkındaki kovuşturmalar nedeniyle yurtdışına çıktı. Siyasal sığınmacı olarak Almanya'da yaşamını sürdürdü. 1990'da yurda döndü. Kaçmaz'ın İleri Demokrasi (1977), Yaşasın Sosyalizm (1978) ve 8. Kuruluş Yıldönümünde TSİP (1982) adlı kitapları vardır." (AnaBritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul 2002, c. 12, s. 381.)

Ahmet'le Ankara'da Türkiye İşçi Partisi çevresinde tanıştım. O Altındağ İlçesi'nde ben ise Çankaya İlçesi'nde üyeydim. Partinin il düzeyindeki faaliyetlerinde karşılaşıyorduk ama henüz aramızda bir yakınlık kurulmamıştı. Bunun için 1970 yılını, Türkiye İşçi Partisi'nin ve sosyalist hareketin içine düştüğü kriz halini aşmak için çareler arayan sosyalist bir çevrenin oluşmasını beklememiz gerekiyordu. Ocak 1971'de Sosyalist Parti İçin Teori-Pratik Birliği adlı bir dergi çıkaracak olan bu çevre içinde sosyalizmin çeşitli meseleleri ve Türkiye'nin sınıf mücadelesi tarihi üzerinde çalışan guruplar oluşturmuştuk. Bir apartman dairesi kiralamıştık ve burada yoğun tartışmalarla geçen uzun toplantılar düzenliyorduk. Ahmet, balıksırtı ceketi, ütülü pantolonu, tiril tiril gömleğiyle ve belki de Demiryolları'nda çalışmış olmasından kalma bir alışkanlıkla taşıdığı köstekli saatiyle daima şık, daima temiz, daima sinekkaydı tıraşlıydı.

12 Mart 1971 darbesi üzerine Ankara, Ahmet'in deyişiyle "sütre [perde-örtü] gerisi faaliyetlere" pek uygun olmadığından tedricen İstanbul'a geçtik. Burada "sütre" gerisindeki faaliyeti büyük ölçüde Yalçın Yusufoğlu yürütüyordu. Aramızdaki irtibat onun üzerinden kuruluyordu. Yalçın bu dönemde gelecekteki bir yasal partide önemli rolleri olacağına inandığı arkadaşlarını bilinçli olarak gizli faaliyetlerden uzak tutmuştu. Örneğin bir arkadaşına mektubunda Kaçmaz hakkında şunları yazıyordu: "... İleride legalde ona büyük işler düşecek diye 12 Mart'ta onu koruduk, günübirlik örgütsel faaliyet içine sokmadık, ama sürekli olarak kendisiyle görüştük, düzenli şekilde bilgi aktardık. Biz yakalanırsak onun başına iş gelmesin, legale çıkarken partiyi kurar, diyorduk."

Yasal alana çıkmanın koşulları olgunlaştıkça Ahmet'le daha sık, partimizin kuruluşundan itibaren de her gün görüşmeye başladık. Bu görüşmeler sadece günlük siyasetle sınırlı değildi, birbirimizin evlerine gidiyor, birkaç yudum bir şey içiyor, her konuda uzun sohbetler ediyorduk. Eşi Gültin'le birlikte son derece mütevazı bir yaşam kurmuşlardı ve çok tutumlu davranırlardı. İleride siyasi sürgünlükleri sırasında da bu tutumlu, masraftan kaçınan sade yaşam tarzlarını sürdüreceklerdi.

Artık Ahmet genel başkanımız olmuştu ama onun bu konumu aramızdaki ilişkilere bir resmiyet getirmemişti. Zaten resmiyeti seven bir insan değildi. Kendisine "başkan" diye hitap ettiğimizde "Benim bir adım var" cevabını verirdi. Bizim için hep "Ahmet"ti o. Parti içindeki iş bölümünde o başkan, Yalçın Yusufoğlu'da genel sekreterdi ama, başka partilerde olduğunun aksine, bizim başkanımız, genel sekreteri en yakın yardımcısı olarak ye da partinin "ikinci adamı" olarak değil, bir "eş genel başkan" olarak görürdü. Gerçi bu kavramı HDP kurumlaştırdı ama cinsiyet temelinde olmasa da eşit yetkili "başkanlar" anlamında fiilen başlatan kanımca TSİP oldu. Bu hem Ahmet'in kişiliğinden ileri gelen bir şeydi, hem de bizim hareketimizin özgün tarihinden. TSİP'in "mühendisinin" yani onu "inşa edenin" Yalçın Yusufoğlu olduğunu hepimiz gibi Ahmet de biliyor, onun büyük emeğine ve siyasi tecrübesine daima saygı gösteriyordu. Aralarında "hır çıktığına" asla şahit olmadım.

"Ahmet'in kişiliğinden gelen bir şeydi" dedim yukarıda. Ahmet eşitlikçi bir insandı, kendisini asla bir "şef" olarak görmedi, şefliğin, amirlik taslamanın komünist olmaya tamamen aykırı düşen bir tür kişilik bozukluğu olduğunu çok iyi bilirdi. Kulak ameliyatı olmak amacıyla gittiği ve bir süre kaldığı Moskova'dan canı sıkılmış olarak dönmüştü. Başkanlık Kurulu üyelerini bir köşeye çekmiş ve sesini alçaltarak, gördüğü şeyin sosyalizm olmadığını söylemişti. Partinin, çeşitli görevleri yürüten eşit üyeleri arasındaki kardeşçe ilişkileri değil, parti kodamanlarının altlarındaki yoldaşlarını otorite ve kibirleriyle ezdiği insanları görmüştü orada. Bizim ona yüklediğimiz "eşitler arasında birinci" olma vasfını daima korumayı bildi, bunun ötesine geçmeyi havsalası almazdı zaten. Aramızdaki bu eşitlikçi ilişki başka siyasi hareketlere mensup insanların da dikkatini çekiyordu. Biz Ahmet'in bir adım arkasından yürümüyor, kenara çekilip ona kapı açmıyor ve bir konuda farklı düşünüyorsak çekinmeden düşüncemizi söylüyorduk. Hatta bunu "yabancıların" yanında bile yapıyorduk. 1984'te bir süre için Federal Almanya'ya gittiğim sırada Macaristan'da Balaton Gölü kıyısındaki bir salonda Sol Birlik partilerinin toplantısına katıldım. TİP heyetine Behice Boran, TKP heyetine Haydar Kutlu (Nabi Yağcı), Türkiye Komünist Emek Partisi heyetine Teslim Töre başkanlık ediyordu. Bizim heyetimizde ise Ahmet, Yalçın, ben ve Orhan (Doğançay) vardık. Toplantının bir aşamasında şimdi hatırlamadığım bir konuda söz aldım ve belirli bir meselede Ahmet Kaçmaz'dan farklı düşündüğümü büyük bir rahatlıkla belirttim. Diğer heyetlerdeki insanların havsalalarının alamayacağı bir şeydi yaptığım. Bu, bizim partimizin zamanın bütün komünist ve işçi partilerinden farklı olan bir özelliğiydi.

Ahmet kişi putlaştırmaya da tepki duyardı. Lenin'in mumyasının teşhir edilmesinden rahatsızlığını dile getirmişti bir kere. "Lenin'i Engels'in yanına gömelim" derdi, Engels'in küllerinin okyanusa serpildiğini bilerek. Ahmet, Marx'ın "Hiçbir sosyal düzen, o düzenin içinde yer alabilir bütün üretim güçleri gelişmeden yok olmaz; yeni ve üstün üretim ilişkileri de, hiçbir zaman, var olmalarının maddi koşulları eski toplumun bağrından olgunlaşmadan ortaya çıkmaz" biçimindeki ünlü tespitine çok önem verirdi. Bir çok yazısının temelini bu tespite dayandırırdı. Kanımca "eski toplumun bağrında" olgunlaşan, olgunlaşacak olan en önemli unsur, bir üst üretim ilişkisine ait ön-insanların ortaya çıkmasıdır. Sınıfsız toplumun insanına sanki sınıfsız bir toplum içinde doğmuşçasına yakın olan insanlardır bunlar. Ahmet bence böyle bir insandı. Gıllıgışsız, art niyetsiz, düşündüğü gibi konuşan, diğerkâm ve çalışkan bir temiz yürekti.

1965'ten 2020'ye uzanan elli beş yıllık siyasi ömrümde ben en çok Ahmet'i sevdim!

26 Nisan 2021 Pazartesi günü sabahı sevgili yoldaşımız Ahmet Kaçmaz'ı kaybettik. Sevgili eşi Gültin Kaçmaz, onu son ana kadar yalnız bırakmayan TSİP'li işçi kardeşleri Hikmet-Fethi Yıldız çifti hastanede yanı başındalar. İnanıyorum ki Muğla ve yakınlarında yaşayan yoldaşlarımız ve Halkların Demokratik Partisi mensubu kardeşlerimiz de son yolculuğunda yanında olacaklar.

TIKLAYIN | TSİP kurucusu Ahmet Kaçmaz hayatını kaybetti