Söyleşi

belma - 2

12 Eylül 2011 03:00


BELMA AKÇURA


T24 -


Yüksek Hâkimler Kurulu bugünkü gibi iktidara bağlı değil, bağımsız çalışan bir kurum olarak darbe döneminde yanınızda olmadı mı?

Güya bağımsızdı, Bölük komutanını tutuklama kararımdan vazgeçmeyince bu kurulda benim üzerimde “görev sınırlarının dışına çık ve yasal olmayan bir iş yap” diyerek baskı kurdu.  Hatta dönemin Yüksek Hâkimler Kurulu Başkanı Mahzar Budak beni Ankara’ya çağırdı. “Bu ortamda bu sistemde bu yapılır mı? bir astsubay tutuklanır mı?” dedi. Ben de bana git dağ başındaki gariban çobanı, Ali’yi, Veli’yi tutukla ama astsubaya karışma mı diyorsunuz diye konuşmaya başlayınca çok rahatsız oldu. Kurul’dan çıktım ben daha Kavak’a gitmeden geçici görevle beni Terme’ye verdiler, benim yerime de başka bir hâkimi bir günlüğüne verdiler. Yerime bakan hâkimin de ilk işi, benim tutuklama kararı verdiğim astsubayı tahliye etmek oldu. Ertesi gün beni tekrar Kavak’a verdiler. Bir ay sonra da tayinim Aydın’ın ilçesi Bozdoğan’a çıktı…

Siz de baskılara dayanamayıp hâkimlik mesleğini bıraktınız

Hemen bırakmadım,  ama bir hâkim, kendisini baskılara boyun eğme noktasında hissettiği anda görevi bırakmalıdır diye düşünüyordum. Çünkü beni tayin ettiler ama peşimi bırakmadılar… MİT beni burada izlemeye aldı, Yüksek Hâkimler Kurulu Müfettiş Hâkimliği de hakkımda durmadan soruşturma açtı. Mesela bir soruşturma konusu “Söz ve davranışlarınız ve tutumunuz itibariyle; çevrede sol görüşlü olarak tanındığınız…”  diye başlıyordu. Yani sağ görüşlü olmak değil de sol görüşlü olmak suçmuş gibi. Ya da “1 Mayıs 1980 günü duvarlara Kürtçe sloganlar yazdırdığınız ve devleti küçük düşürücü ve Kürtçülük propagandası niteliğinde konuşmalar yaptığınız böylece bölücü faaliyetlerde bulunduğunuz tespit edilmiştir” diyorlardı. Hakkımda böyle yığınla iddiada bulundular”

Karadeniz bölgesinde bir hâkim için “Kavak'ta Kürtçe afiş astırdı” iddiası biraz fantezi gibi

Ayrıca bir hâkime isnat edilecek böyle ciddiyetsiz bir suç olur mu? Şimdi sistem sizi sorguladığında sizi ezip üzerinizden bir silindir gibi geçemiyorsa; yani adınız rüşvet yolsuzluk gibi iddialara hiç karışmamışsa o zaman kimliğiniz, inançlarınız üzerinden sizi vurmaya kalkıyor. 12 Eylül döneminde bana olan da buydu: Hakkımdaki her soruşturma ya politik duruşum ya da etnik kimliğim üzerinden yapıldı. Müfettişe soruyorum; Kürtçe Afiş nerede yani Delil var mı? “Yok”  Ne var? “Şikâyet var!” Afişin içeriği nedir ne değildir, suç mudur değil midir? Bunun hiç önemi yok. Kavak’ta bir tane Kürtçe bilen adam var mı? Yok. Zaten benim Kavak’ta Kürtçe afiş astırmam, İngiltere'de Türkçe afiş astırmam gibi bir şey olurdu.  Çünkü bu ilçede Kürtçe bilen tek kişi benim ben de kendim için afiş hazırlayacak değilim…

Darbe hukuku biraz da bu değil mi? vatandaşın, memurun okuduğu gazeteden, alışveriş ettiği bakkaldan, memurun solcu ya da sağcı olduğunun “delil” sayıldığı dönemler.

Bunun darbe dönemiyle ilgisi yok aslında. Bugün dahi böyle bir zihniyet var.  O dönemde kurumlar sağcı solcu diye ayrıldı, gelen müfettişlere bile sağcı solcu damgası vuruldu, bu kurumlar veya müfettişler bile benim gibi solcu sanılan öğretmenlerle gezdikleri için ve memurlar kulübüne gittikleri için bu damgayı yediler. Ama ne oldu. 1981 Mayıs’ında Yüksek Hâkimler Kurulu lağvedilince darbe döneminde bana işimi yapmamam gerektiğini hatırlatan Başkan Mahzar Budak hemen emekliliğini istedi. Kurul Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu adını alarak kendi tercihleri doğrultusunda yeni üyelerini belirledi.  O dönemde Adalet Bakanı da Cevdet Menteş Bu yeni kurulla yargının “onur ve itibarını” koruyacağız diyordu,  Yani adaletin onur ve itibarının elinden alındığının o derece farkındaydılar…

Sizi vatan haini olmakla suçlayan mesleğinizden eden albay ve astsubay’a ne olduğunu hiç merak ettiniz mi?

1983’ün Mart’ında bunlar hakkında toplu silah kaçakçılığı yapmak rüşvet almak ve rüşvet vermek suçlarından dava açıldı. Kavak’ta önüne geleni gözaltına alan ve işkence yapan tutukladığım için başıma olmadık işler açan Kurtuluş Kızıloluk.  Kapımı tekmeleyerek içeri giren “ulan hâkim” diyerek beni gözaltına almakla tehdit eden, vatan haini olduğumu söyleyen Alay Komutanı Piyade Albay Fadıl Ahmet Varol.  MHP’li Samsun eski Emniyet Müdürü Naim Erden… Savcı 1974 ile 1982 yılları arasında gerçekleştirilmiş bu kaçakçılık işinde yurtdışı bağlantılarının da Abuzer Uğurlu olduğunu,   silah kaçakçılığını yasadışı illegal bir holding haline getirdiklerini iddia ediyordu.

Darbeden üç yıl sonra bu askerlerinde yargılanmasının önünü açan kimdi? Konseyden mi savcıdan mı kaynaklanıyordu.

Konsey’den değil, savcının dürüstlüğünden ve cesaretindendir diye düşünüyorum. Böyle bir davaya avukat olarak girmek benim için son derece onur kırıcıydı ama birinin vekâletini alıp girdim.  hâkime “huzurunuzdaki bu sanıklar beni vatana ihanetle suçladılar, makamın kapısını tekmeleyerek odama girdiler, burada bu şahıslardan daha vatansever ve dürüst olduğumu ifade etmek için bulunuyorum… Onları sizin huzurunuzda görmek bu ülkede adaletin er ya da geç tecelli edeceği umudunu bana vermektedir. Onların da benim dışarıda ne kadar onurlu bir vatandaş olduğumu hatırlamalarını istiyorum. Müvekkilimde kusura bakmasın sadece bunları söylemek için girdim, davadan çekiliyorum.” dedim. Bu davada ne cezalar aldılar bilmiyorum. Ama birkaç yıl sonra gazetelerden birinde  ‘1987 İzmir Narlıdere sahilinde emekli Albay Ahmet Varol’un cesedi bulundu…’ diye yazıyordu,  kapımı tekmeleyerek içeri giren Fadıl Albay mıydı? Değil miydi bununla bile ilgilenmedim…

Bazen adaletin hiç tecelli etmediği durumlarda oluyor tabi….

Olmaz mı? Elbette bu ülkede çok değerli namuslu ve dürüst hâkimler ve savcılar oldu hala da var ama ‘adalet”in olmadığı bir yerde dürüst savcı ve hâkim olsanız ne olur?  Üstelik de adalet sistemi hemen her dönem gücün ve iktidarın sınırsızlığı ile şekillenmişse… Allah rahmet eylesin çok dürüst çok değerli mükemmel bir hâkim olan Orhan Uzgören anlatmıştı; Hatay’ın bir ilçesinde 12 Eylül darbesinden hemen sonra Bölük Komutanı üsteğmen hâkim ve savcıları makamından küfür ederek çıkartır ve onların makamına oturarak yargılamayı kendisi yapar. Bir şikâyet üzerine konunun araştırılması için iki müfettiş görevlendirilir, müfettişlerden biri Orhan Uzgören… Söz konusu ilçeye giderler, araştırma ve inceleme sonrası Kurul Başkanını arayarak söz konusu şikâyetin doğru olduğunu söyler. Yüksek Hâkimler Kurulu Başkanı’nın talebi üzerine konuyu dönemin Adana Sıkıyönetim Komutanı Nevzat Bölügiray’a da aktarır. Bölügiray, Kavak’taki bizim Fadıl Albay gibi. “İki tane affedersin kıçı kırık hâkim için koskoca üsteğmeni görevden almamı düşünmüyorsunuzdur umarım” der. Öyle de olur. Üsteğmen kalır, o hâkimler de oradan alınır… Bunun raporu da eğer arşivlerinde duruyorsa Yüksek Hâkimler Kurulu’nda vardır. Bugün 12 Eylülle hesaplaşmak isteyen siyasi erk o dönemde bağımsız olarak görev yapan bu kurulun arşivlerini belki de kamuoyuna açmalıdır.

Açarsa neyle karşılaşacağız?

Açarsa böyle sayısız şikâyet ve dosya bulmak mümkündür… Hatta bu arşiv aynı zamanda “darbe döneminde askerler bizi ordu evlerinde toplayıp ‘hukuku unutacaksınız’ dedi” diye anlatan hâkim ve savcılara bu hukuku nasıl unutturduklarının da birer belgesidir… Çünkü o baskıyı sadece benim değil hepimizin üzerinde her zaman hissettirdiler.  Hangi dönemde olursa olsun diyelim ki sekiz on kişiyi gözaltına alınıyor. Hemen onun bölük komutanı, polisi siyasetçisi arıyor. Ya gözaltına alınanlar “Bir süre içeride yatsın” demek için ya da ‘biz tanıyoruz iyi çocuklar bırakılsın’  telkininin de bulunmak için...

Bazı yargıçların ya da savcıların bu baskılara karşı direndiğini biliyoruz.

Bu ülke gerçekten çok değerli hukukçular yetiştirdi. Mesala Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği örgüt davasından yargılanan bir müvekkilim vardı, Emin Değer’de yine aynı örgütten tutuklu bir kızın avukatı… Kız son derece miyop. Gözaltında işkencede gözlüklerini kırmışlar. Babası yeni dereceli gözlük alıp avukatı Emin Değer’e vermiş, Emin duruşma sırasında Mahkeme Başkanı’na müvekkilinin durumunu izah etti. “mutlaka kullanması gerekiyor” diyerek gözlüğü cebinden çıkarttı, Mahkeme Başkanı’na uzattı.  Başkan “Gel al kızım” dedi. Birden sanıkları duruşmaya getiren astsubay yerinden fırladı “Veremezsin hâkim bey” diye sert bir tonla müdahale etti.  Hâkim resmen afalladı… İnanılmaz şaşkın “Versem ne olacak? Gözlük de suç unsuru mu?” diye sordu. Gözlük öylece hâkimin elinde bir süre kaldı, sonra ezile büzüle avukata gözlüğü geri verdi. Duruşmadan sonra hâkimin yanına uğradım kendisi sivil yargıçtı ve tanıyordum  “Bu mesleği yapmak onursuzluk böyle hâkimlik mi olur? Sen eğer bir tutukluya tıbbı zorunluluk halindeki gözlüğünü vermezsen sen burada nasıl karar vereceksin” dedim… Onurlu adamdı… Ertesi gün istifa etti.

Türkiye’nin “adalet” anlayışı bazen gerçeğin o kadar ötesinde o kadar hakkaniyetten yoksun olabiliyor ki bir hukukçu olarak sizin bile adalette güveninizin kalmadığını söylemek mümkün mü?

O güveni yitirirseniz yaşayamazsınız… Bu durumu yaratan aslında yasalardan çok zihniyettir…Mesela 1981’de, öğretmen okulunda okuyan kız öğrenciler demokratik haklarıyla ilgili bir protestoda bulunmuş, sıkıyönetim mahkemesi de bu kızlara beş yıl hapis cezası vermiş, yaşı küçük olanların cezasını üç yıla indirmiş. Aynı suçu işleyen kızlardan yaşı küçük olanlar az ceza aldığı için Yargıtay’a temyiz edemedikleri için içerde, büyük olanlar fazla ceza alıyor ama temyiz ettiği için dışarıda ve beraat etmişler… Mahkeme Yargıtay arasında dolanıp duruyorum;   Hepsi ağız birliği etmiş gibi “Bizim yapabileceğimiz bir şey yok ortada kesin hüküm var” diyorlar başka bir şey demiyorlar. Ama direndim, umudumu yitirmedim ve sonuçta tekrar yargılanmalarını sağladık onları da kurtarabildik.  Yasaların ne getirip ne götürdüğünü düşünmeden bunun gibi verilen eminim çok sayıda karar bugün dahi vardır. Ama bu ülkenin insanları evresel hukuka uygun olmayan böyle anlamsız yasalar yüzünden heba edildiler, adalete ve yargıya güvenleri böylece sarsılmış oldu.

Sıkıyönetim ya da Devlet Güvenlik Mahkeme kararlarının bunda büyük bir rolü olduğu biliniyor.

Geçmişte Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne “Devletin güvenliğini” ön planda tutma görevi verilmişti. Kişinin güvenliği, yaşam hakkı, özgürlüklerinin güvenliğini kim koruyacaktı? İşte bu tarafın sakatlığından dolayı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmelerine ve evresel hukuk normlarına aykırı olduğu için bu mahkemeler kaldırılmak zorunda kalındı. Şimdi bunların yerine özel yetkili mahkemeler kurduk. Nedir DGM’ den farkı? Askeri hâkimi kaldırdık. O kadar Bunca yıllık hukukçu deneyimlerime dayanarak biliyorum ki geçmişte gerek sıkıyönetim gerekse devlet güvenlik mahkemeleri evrensel hukuk ilkelerine aykırı uygulamalarıyla, temel hak ve özgürlükler, basın ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, düşünceyi yayma özgürlü önünde büyük engel oluşturmuş, devleti yönetenler bu mahkemeleri hep kendi amaçları için birer araç olarak kullanılagelmiştir. Bu aykırılıklara, adaletsiz hukuk anlayışına ilişkin sayısız örnek verdim.  Günümüzde ise “özel yetkili” mahkemelerin varlığı yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını zedeleyen düzenlemeleri,  hukuk ihlallerine neden olabilecek uygulamaları tartışılır hale geldi. Gerçek bir hukuk devleti mi olmak istiyoruz o halde önce hukukun kendisi adaletli olacak, gözündeki o siyah bandı çıkartmadan adaleti herkes için tesis edecek…

Yargı bugün “bağımsızdır” diyebiliyor musunuz?

Her ne kadar hukukta iyileştirmeler yapılmışsa da zihni değişiklik yapılmamıştır. İkincisi ve en önemlisi siyasi erki elinde bulunduranlar yargı erkinin bağımsız ve yansız olmasını hiçbir dönem istemedikleri gibi bugün de istememektedirler. Hatta bazen doğrudan bazen dolaylı yollarla yargıyı daha da bağımlı hale getirmenin gayreti içinde olmuşlardır. Bazen o kadar ileri gidilmiştir ki kendilerini gibi düşünmeyen basın mensupları bile yazılmayan kitaplardan dolayı tutuklanmış bazen arzularına göre karar vermeyen yargıçlar bulundukları yerlerden alınıp başka yerlere tayin edilmiş ve Türk adalet tarihinde görülmemiş bir biçimde bir soruşturmayı yürüten savcılar görevi tamamlamadan görevden alınmışlardır. Tüm bu uygulamalar ortadayken Türk yargısının bağımsız olduğunu kim iddia edebilir kim inanabilir… Bu nedenle Türk adalet sistemi geçmişte ve olağanüstü dönemlerde olduğu gibi bugün de sorunludur. Tepeden tırnağa uluslar arası kurallara göre yeniden dizayn edilerek hem yürütmenin etkisinden kurtarılması hem de yargıçların keyfi davranış ve kararlarının düzenlenmesi gerekir.