MEHMET YILMAZ
7 Mart 2012, Hürriyet
TÜRKİYE’nin geleceği için çok önemli bir iş yapılıyor, eğitim düzeni sil baştan yenileniyor.
Ve ortaya çıkıyor ki doğru dürüst üzerinde düşünülmemiş, tartışılmamış, rüzgârın önünde savrulan bir “reform” bu.
Okul binaları aynı, öğretmenleri aynı, müfredatı aynı ama nasıl oluyorsa bunun adı da “eğitim reformu” oluyor!
Sekiz yıllık zorunlu eğitimi, 12 yıla çıkarıp 4’erden üç kez kesintili hale getiren “reformun” önce ilk dört yılının ardından “evde eğitime” olanak sağlanıyordu, kamuoyu bunun yanlışlığına dikkat çekince sonra bundan vazgeçildi.
Sonra alt komisyonda “okul öncesi eğitim” kaldırıldı, birinci sınıf ile birleştirildi, okula gitme yaşı 12 ay daha geriye çekildi.
Çocuklar daha oyun oynama yaşındayken, okullara hazırlanma olanağı bulmadan kendilerini birinci sınıf öğretmenlerinin karşısında bulacaklar. Bu yıl okula başlayacak iki kuşağa sınıflarda nasıl yer bulunacağı da ayrı bir muamma.
Çocuğu olan herkes bilir ki 60 aylık bir çocuk ile 72 aylık çocuk aynı şey değildir, ihtiyaçları farklıdır, öğrenme becerileri farklıdır, bir işe konsantre olma düzeyleri farklıdır.
Ama şimdi siz bunların hepsini ilkokulun birinci sınıfında eğiteceksiniz.
Böylece AKP iktidarı iki ayrı milli eğitim bakanı döneminde başardığı en önemli işlerden birini, okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmasını da kendi elleriyle boğmuş olacak.
Başbakan, “reformun” 28 Şubat sürecinde eğitimde yapılanları düzeltmek için gerçekleştirileceğini söylüyor.
Amaç imam hatiplerin ortaokul bölümlerini yeniden açmak! Bunu yapmak istemelerini anlayabiliyorum, her siyasi iktidar kendi tabanının taleplerini yerine getirmek isteyebilir. Ama bunu yapmak, din eğitimini küçük yaşta başlatmak için bütün eğitim sistemini geri dönülmez şekilde bozmak mı gerekiyor?
Hükümet seçmenine hoş görünecek diye bütün bir neslin geleceği ile oynamak, vicdan sahibi bir insanın göze alabileceği bir iş mi?
Madem çocukların din eğitimini küçük yaşta almalarını istiyorsunuz, bunun yöntemini bulmak bu kadar mı zor?
Lafı eğip bükmekten vazgeçin ve yapmak istediğinizi dürüstçe yapın. Takiyelerinizin bedelini küçücük çocuklara ödettirmeyin!
Başbakanlığı bir düşüncedir almış gidiyor!
KCK soruşturması kapsamında MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski MİT yöneticilerinin sorgulanmak istenmesi, kanun değişikliği ile neticelenmişti.
Şimdi o kanunun ilk uygulaması da gerçekleşti ve Başbakanlık, Suriyeli Albay Harmuş’un kaçırılarak Suriye’ye teslim edilmesinden sorumlu tutulan MİT görevlisi için savcılığın istediği soruşturma iznini verdi.
Savcılık, “siyasi casusluk ve kişiyi hürriyetinden alı koymak” iddiasıyla soruşturduğu MİT görevlisi ile ilgili olduğunu düşündüğü 11 MİT mensubu için daha soruşturma izni istedi ama buna henüz bir yanıt verilmemiş. Başbakanlık bu konuyu “düşünüyormuş”!
Nasıl düşünüyorlar merak ettim. Normal olarak savcılık bu izni istediğinde, gerekçelerini de yazmış olmalı. Şimdi demek ki Başbakanlık kendisini bir tür mahkeme yerine koyup, kararını verecek ve ona göre hareket edilecek!
Hatırlar mısınız bilmem ama KCK soruşturmasının tozu dumanı içinde ilginç bir bilgi daha ortaya çıkmıştı. Daha sonra bu bilginin yalanlandığını da duymadım.
Albay Harmuş’un kaçırılmasından sonra savcılık MİT’in Adana ve Hatay’daki müdürlerini de sorgulamak istiyordu ama bunu başaramamıştı. MİT Müsteşarı bu iki görevliyi alıp Ankara’ya getirerek, Yenimahalle’deki MİT kampüsünde “misafir etmişti” ve savcının emrini yerine getirecek polisler de doğal olarak oraya girememişlerdi.
Bu duruma bakarak Başbakanlığın “uzun süre düşüneceğini” ve sonra soruşturma için izin vermeyeceğini tahmin edebiliriz.
Belli ki bir kişi seçilmiş, bütün suç onun üzerine yıkılacak.
Hocalılı olmak gerekmez Ermeni olmak da!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, olağan salı azarlamalarından birini daha dün yaptı. Salı günü herkes Başbakan’dan ağzının payını alıyor, buna alıştık. Belli ki konuştukça kızıyor, kızdıkça konuşuyor ve siyasal adrenalinini böylece yüksek tutuyor.
Dün de sözü Hocalı katliamını protesto gösterilerinde açılan pankartları eleştirenlere getirdi ve şöyle dedi:
“Hocalı mitinginde açılan bazı pankartlar bu milletin hissiyatı değil. Bu bazı gözü dönmüş ırkçıların hareketidir. On binlerce kişinin katıldığı bir mitingde böyle şeyler olabiliyor. Bu istisnai karelerden yola çıkarak Türkiye’nin imajını zedelemeye kimsenin hakkı yok. Hocalı katliamında oradaki kardeşlerimizin katledilmesine açılan bu pankartlar yüzünden laf edenler neden ölenlere sahip çıkmıyor. Onlar Ermeniler tarafından katledildi. Oradakiler sizin kardeşinizse, Hocalı’dakiler de bizim kardeşimiz.”
Başbakan, “Hepimiz Ermeniyiz” veya “Kardeşimsin Hrant” sözcüklerinin ifade ettiği anlamı bir türlü anlamak istemeyenlerden biri, bunu biliyoruz.
“Oradakiler sizin kardeşinizse, buradakiler de bizim kardeşimiz” ifadesi, insanlık suçları söz konusu olduğunda hiç ağza alınmaması gereken bir söz.
İnsanlık, yaşam hakkına saygı, başkalarının varlığını kabul etme duyarlılığı bunu gerektirir.
Toplu halde öldürülenler Ruanda’da da, Sumgayıt’ta da, Hocalı’da da, Serebrenitsa’da da olsa aynı tepkiyi vermemiz gerekir.
Hocalı katliamını lanetlemek için Hocalılı ya da Azeri ve Türk olmak gerekmez, insan olmak yeterlidir. Sırf Ermeni olduğu için öldürülen Hrant Dink’e sahip çıkmak da Ermeni olmayı gerektirmez.
Suçu işleyenin milliyeti değil, ölenlerin insan olması önemlidir. Başbakan da bunun farkında olsa iyi olur.