T24 - Tunus'ta başlayan isyan ile birlikte Arap ülkelerinde baş gösteren ayaklanmalar her ne kadar batılı ülkelerin kısa süreli bocalama yaşamasına neden olsa da 'egemen güçler' hakimiyeti bırakmaya niyetli değil.
Arap topraklarında bir yanda isyan dalgaları yayılırken, öte yanda şii-sunni çatışmasının sesleri kendini hissettirmeye başladı. Akşam gazetesin yazarı Hüsnü Malli'nin bugün (25 Mart 2011) yayımlanan yazısı şöyle:
Batı, 'ikinci yüz yıllık' planını hazırladı. Tümü 'Sünni' olan isyancılara 'iktidar' yolu açan Batı, bu ülkeleri Şii İran'a karşı kullanmak istiyor. İşte bölgeye ilişkin 'iki' ayrı 'yüz yıllık' plan...
Hüsnü Mahalli
Önce Tunus sonra Mısır'da devrim oldu. Yüzde yüz yerli malı devrimlerdi. Sonra Libya halkı Kaddafi'ya karşı ayaklandı. Kaddafi, Bin Ali ve Mübarek gibi kolay teslim olmayınca Batılı ülkeler, 'halkı koruma' bahanesiye bombalamaya başladı. Yemen, Bahreyn, Umman, Ürdün, Fas, Kuveyt ve Suriye'de de ayaklanmalar yaşanıyor. Suudi Arabistan, Cezayir, Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde kıpırdanmalara rağmen şimdilik ciddi sıkıntı yok. Lübnan şimdilik sakin. Devrimlerin başında şaşkına dönen ABD ve Batılı ülkeler kısa bir bocalamadan sonra süreçlere katılma çabasına girdi. Libya'da ayaklanan halkın yanında görünen Batı, Arap halklarına 'Biz olmadan başaramazsınız' demeye getirdi. Batılı ülkeler büyük planı uygulamaya da hazırlanıyordu. Yani Batı, Mısır ve Tunus'ta demokratik sürecin sonucunu beklemeden 'İslamcı' hareketlere çengel atmaya başladı. Bu hareketlere, 'Uyumlu olursanız sizinle çalışmaya, desteğe hazırız' diyerek yeni süreci çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor. İktidar olması beklenen hareketlerden nasıl yararlanacağını düşünüyorr.
TAHRAN DURUMUN FARKINDA
Tümü Sünni olan bu hareketlerin iktidara gelmesi durumunda Arap ülkeleri, Şii İran'a karşı kullanılabilir mi? Belki de oyunun farkına varan Tahran ilk yanıtını Bahreyn'deki ayaklanmalarla verdi. Irak'ta Şiileri sokaklara döktürerek 'Benim de size karşı silahım var' demeye çalıştı. Arap Sünnilerini, Şii İran'a karşı kullanma ve yeni yüzyılın planlarını yapma çabasında başarısız kalma olasılığına karşın Batı, sinsi oyunlarına da dönebilir. Devrim yaşayan ülkelerde farklı siyasal, mezhepsel, etnik grupları birbirine kırdırmaktan geri kalmayacaktır. Bu yönteme Tunus ve Mısır'da başladı bile. Sırada Libya ve Yemen var. Bölgedeki tüm ülkelerin yapısı bu oyunlara çok elverişli. Yani İttihatçıların Osmanlı'yı çökertmesiyle bu coğrafyanın yüz yıllık planını yapan emperyalist ülkeler, şimdi yeni yüz yılın planını yapmaya çalışıyor. Din ise her zaman onların hem hedefi hem silahı oldu. 1916'da Sykes-Picot anlaşmasıyla Arap coğrafyasının haritalarını çizen Fransa ve İngiltere, 1917'de Filistin'in Yahudilere vatan olarak verilmesini kararlaştırmıştı. Sevr Antlaşması coğrafyamızın yüz yıllık planı açısından Batılılar için önemli bir belge. Çünkü Ermeni ve Kürtler için birer vatan planlayan Batı, Lozan'la düşüncelerinden vazgeçmek zorunda kalmıştı. Batılılar, Kürt konusunu yüz yıl ertelemeyi uygun bulmuştu. Çünkü bölgenin kontrollerinde kalması için öncelik, yüz yıl sürmesi planlanan Müslüman Araplarla Yahudilerin (ki yüz yıla yaklaştı), çatışmasına verilmeliydi. Bu iş bitince bu kez dört taraflı bir problem gündeme alınacaktı. Yani Araplar, Türkler, Acemler ve bu üç ülkede yaşayan Kürtler. Acemler gibi Irak'ın yarısı da Şii. Belki bu nedenle Rus lider Putin, oyunun farkına varıp Batı'yı 'İslam alemine yönelik Haçlı savaşı başlatmakla' suçladı.
YENİ SAVAŞIN ŞİFRESİ: ILIMLILIK
ABD Başkanı George Bush 20 Eylül 2001'de 'Haçlı Seferini' başlatırken 'Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle' diye herkesi İslam'a karşı savaşmaya çağırıyordu. 10 yılda İslam korkulu rüya haline getirilmek istendi. Komünistlere karşı araç olarak kullanılan İslam, artık Batı'nın hedefiydi. Batı, İslam'la 'dine sarılsınlar' diye kendi insanlarını, dünya kamuoyunu korkutmayı ve 'Büyük Planı' uygulamayı da ihmal etmiyordu. Bu nedenle Afganistan, Irak ve Somali işgal edildi, Sudan parçalandı, Yemen, Libya parçalanma sürecine sokuldu. Oysa 1998'de resmen ilan edilen 'Büyük Ortadoğu Projesi' ile bölge ülkelerine demokrasi, insan hakları, özgürlük getirileceği söylenmiş, Müslüman hükümet ve halklarından ricada (!) bulunulmuştu: 'Radikalizmden vazgeçin, ılımlı olun'. İşte Batı'nın İslam ülkelerine karşı yeni savaşının yeni şifre sözcüğü: 'Ilımlılık'. Peki, Batı ne kadar samimi? İslam alemine başından beri düşmanca yaklaşan Batı işine gelince İslam'ı kullanmış, gelmediği zaman hedef tahtasına yerleştirmiştir.
11 EYLÜL'E BÖYLE GELİNDİ
1979'da Suudi istihbaratı ile CIA işbirliği sonucu Afganistan'a giden ve Müslüman gençleri savaşa katan Laden, 1990'da Saddam'ı Kuveyt'ten çıkarmak ve Filistin sorununun çözümü yönünde ABD'den taleplerde bulunur. 'Hayır' yanıtını alınca aldatılma ezikliğiyle intikam yemini eder ya da öyle görünür. Laden'ciler 1993'te Dünya Ticaret Merkezi'ni bombadı, Suudi Arabistan'da, 19 askerini öldürdü. Ağustos 1998'de, Tanzanya ve Kenya'daki ABD büyükelçilikleri havaya uçuruldu, toplam 900 kişi öldü veya yaralandı. ABD ise 'Kaide'nin kimyasal tesisi' dediği Sudan'daki ilaç fabrikasını bombaladı. Laden Afganistan'a taşınmıştı. Washington başına gelecekleri biliyor ya da seziyordu. Nasıl olsa Laden'i CIA eğitmişti. Ekim 2008'de yeterince kullanıldıktan sonra ABD tarafından terk edilen Müşerref, 1999'da CIA'nın örgütlediği darbeyle Pakistan'da işbaşına getirilmişti. ABD eski müttefiki Taliban'a sığınan Laden'e, son darbeyi indirmek üzere planlar yapıyordu. Karşılıklı eylemlerle 11 Eylül'e gelindi.
ILIMLI DEĞİL, 'RADİKAL' OLUN
Cezayir'i 131 yıl işgal eden, şu an Libya'ya yönelik saldırının başını çeken Fransa, Arapça ile İslam'ı yasaklamış, 1 milyon insanı öldürmüştür. Mısır'ı işgal eden Napolyon, Müslüman olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişti. 1798'de İskenderiye Limanı'na ordusunu indirdiğinde, açıklamasına besmeleyle başlayıp, Kuran ve Peygamber'e büyük saygısı olduğunu söylemişti. 'Ali Napolyon Bonabart' ya da 'Bonabart Paşa' diye anılmak istemiş, 11 kişilik 'Müslüman Danışma Kurulu' üyeleriyle Cuma namazlarına katılmasına rağmen halkı kandıramamıştı. 200 yıl sonra 2005'te İngiliz Başbakan Blair de 11 kişilik 'İslami Danışma Kurulu' atamış, 'ılımlı' İslam'la Batı arasında yeni ilişkiler konusunda görüş istemişti. 11 kişi arasında, Müslüman Kardeşler'in kurucusu Hasan Benna'in torunu Tarık Ramadan da var. İttihat ve Terakki'yi kuranların, kurduranların farklı yaklaşımlarına karşın Batı planlarına hizmet ederek Osmanlı'yı nasıl darmadağın ettiği bilinmektedir. Batı'nın ikiyüzlü yaklaşımıyla ilgili çok örnek verilebilir.
ALLAH'SIZ KOMÜNİSTLER: Oysa biz bugüne gelmek istiyoruz. 50-60 yıl öncesine, Soğuk Savaş'ın başladığı yıllara. Komünizme savaş ilan eden Batı, Sovyetlerin sıcak denizlere sarkmasını önlemek için İslam'ın radikal olanını kullandı. 'Allahsız Komünistleri' durdurabilecek tek silahın din olduğunu keşfeden Batı, 'ılımlı' İslamcı gruplara yardım ederek, 'radikal' olmalarını istedi. ABD ve Batı, Müslüman ülkelerde faşist, zalim tüm iktidarları koruyarak, halkları kendi kontrollerinde radikalleştirmeye sürüklüyordu. Batı'ya göre din, insanları kaderci kılacak, liderlere itaati sağlayacaktı. Batı, Arap ve Müslüman ülkelere 'Sovyetler ükelerinizi işgale hazırlanıyor' diye onlarca üs kurmuş, hükümetleri kendisine köle etmişti. ABD'nin Körfez ülkeleri ya da Türkiye'ye yerleştirmeye çalıştığı füze kalkanı da eğer İran'a karşıysa, yine Batı'nın ikiyüzlü karakteriyle karşı karşıyayız. Yani Batı, ılımlı-radikal, Sünni-Şii Müslümanları Müslümanlara karşı kullanmayı sürdürmektedir. Örneğin Suudiler, tüm İslam alemini yerle bir edecek nükleer bombaya sahip İsrail'e karşı olmaları gerekirken, Sünni ülkeleri Tahran'a karşı birleştirmeye uğraşıyor. Aynı Suudi Arabistan, Mısır lideri Nasır'a ve Afrika ulusal güçlerine karşı 1969'da İslam Konferansı Örgütü'nü ABD işbirlikçisi Şii İran Şahı ile kurmuştu.
TÜRKİYE OYUN DIŞIYDI: Laik Türkiye o gün oyun dışında tutulmuştu. Suudiler, Türkiye'de 'Rabıta' olarak bilinen İslam Alemi Birliği örgütünü de kurup kendileri ve ABD'ye karşı olanlara karşı kullandı. Örgüt finansmanı Suudi-Amerikan Petrol şirketi Aramco tarafından sağlanıyordu. Oysa Suudiler, Aramco'nın kendi petrol sahalarında özellikle Şii-Suudi vatandaşlarını çalıştırdığını ve onları (şimdiki zaman) Sünni-Şii savaşına hazırladığının farkında değildi. Suudilerin yardımıyla Batı, Sovyetler'e üstün geldi. 'Allahsız Komünistler' Müslüman ülkelerinde avantaj sağlayamadı.
MEŞHUR YEŞİL KUŞAK: ABD, İslam'ı koruma adına Müslüman ülkelerde başta faşist iktidar ve ekonomik çıkarlar istediği her şeyi elde etti. ABD eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Brejinsky'nin 1977'de söz ettiği 'Yeşil Kuşak' planı bu çabanın en önemli parçasıydı. Plan yeni de değildi. 1952'de 'Müslüman ülkelerin Soğuk Savaş döneminde Batı dostu olabileceğini' söyleyen ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dallas, Türkiye, Irak, İran ve Pakistan'ı 'Bağdat Paktı'nda toplayıp komünist hareketlere karşı birlikte hareket etmelerini sağlamıştı.
SOVYETLER İŞGALİ BAŞLAYINCA: Afganistan'ı 1978'de işgal eden Sovyetlerin karşısına hep İslamcı mücahitler çıkıyordu. Mücahitlerin örgütlenmesi CIA ve Pakistan istihbaratı, parası Suudiler, silahı ABD'dendi. Batı'nın planı tutmuştu. Önce 30 yıl Batı'nın hizmetinde bulunan Şah'tan vazgeçildi, Şii Humeyni'nin dönüşüne destek verildi. Amaç, Şii de olsa radikal Müslüman İran'ın, komşusu Sünni Pakistan ile 'Yeşil Kuşak' içinde komünizme karşı rol üstlenmesini sağlamaktı. İran'da, devrim başta komünistler, tüm devrimci örgütlerin desteğiyle gerçekleşti ama Humeyni'nin ilk işi devrimciler ortadan kaldırmak oldu. Saddam da aynısı yapmıştı. Yani Sünni Saddam, Şii Humeyni ve laik Evren ABD planlarına birlikte hizmet ediyordu.
IRAK İRAN'A KARŞI: ABD Sünni Saddam'ı, Şii İran'a saldırmaktan da geri kalmadı. Gazeteci olarak gittiğimizde İranlı askerler, 'Allah Allah', Iraklılar 'Allahu ekber' diye saldırıyordu. Suudi parasıyla güçlenen Afgan mücahitler ise Sünni Pakistan'ın desteğiyle İran'a karşı hazırlanıyordu. Çünkü Humeyni, Tahran'daki ABD elçiliğinin basılmasına yeşil ışık yakmış, Washington'ın beklediği kişi olmamıştı. Sovyetler ise Afganistan'dan çıkmış, mücahit Müslüman gruplar iktidar için birbirini boğazlamaya başlamış, binlercesi radikalleşerek Kaide'nin kontrolünde ülkelerine dönmüştü.
VE YENİ OYUNLAR: Sünni Pakistan'ın nükleer bomba edinmesinden tedirgin olan ABD, dağılan radikal İslamcı gençlerden de rahatsızdı. Ilımlı Müslüman ve laik Zülfikar Ali Butto'yu, atom bombası yapmaya kalkıştığı için darbeyle 1977'de idam ettiren Washington, Pakistan'daki radikal İslamcılar ve cuntacıları destekliyordu. Butto'nun kızı Benazir ve Başbakan Navaz Şerif'i de darbelerle iktidardan uzaklaştıran ABD, Suudilerin yardımını istedi. Suudi destekli Sünni Taliban, 1996'de Kabil'de CIA ve başını General Müşerref'in çektiği Pakistan istihbaratının yardımı ve Suudi parasıyla iktidara getirildi. Kısa sürede Afganistan'ı kontrol etti ve ABD'nin İran'a planlarında yer almaya hazırlandı. Ancak devreye Usame Bin Laden girerek her şeyi bozdu...