Gündem

Başkanlık sistemi böler mi? Birleştirir mi?

Prof. Dr. Atar ve YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç yeni anayasayı ve başkanlık sistemini değerlendirdi.

14 Haziran 2011 03:00

T24- 2007 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi için anayasa taslağı hazırlayan komisyonun üyesi olan Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yavuz Atar ve Türkiye'nin önde gelen anayasa hukukçularından ve YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç yeni anayasayı ve başkanlık sistemini değerlendirdi. Atar, bireyin devlet aygıtından önce geldiği bir anayasa yapılması gerektiğini söyledi. Başkanlık sistemi için Atar, "Türkiye'de de eğer bu sistem düşünülecek olursa, mutlaka tıkanmaları aşabilen rasyonelleştirilmiş başkanlık modeli olmalıdır" derken Teziç, "çok gelişmemiş ve yargı bağımsızlığının tam anlamıyla gerçekleşmediği bir yapıda uygulanmak isteniyorsa, genellikle otoriter bir yönetimlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır" dedi.

Şenay Yıldız'ın Akşam'da yayımlanan (14 Haziran 2011) haberleri şöyle:

Türkiye 13 Haziran sabahından itibaren seçim gerilimini geride bırakarak, yeni anayasa, Kürt sorunu ve başkanlık sistemi tartışmalarına yelken açtı. Seçim öncesinde pek çok sivil toplum kuruluşu ve parti kendi anayasa taslaklarını hazırlayarak, yeni dönemin öncelikli maddesine ışık tutmaya çalıştı. Bunlar içinde kuşkusuz en önemlilerinden biri 2007 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi için hazırlanan taslaktı. Biz de bu taslağı hazırlayan komisyonun üyeleri arasında bulunan, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yavuz Atar ile görüştük. Konuya başka bir perspektiften de bakabilmek için Türkiye'de anayasa hukuku ile özdeşleşmiş, duayen bir ismin kapısını çaldık: Prof. Dr. Erdoğan Teziç. Prof. Dr. Teziç, yeni anayasa metninin oluşturulması sürecinde en çok tartışılması beklenen konularda görüşlerini aktardı.  Her iki anayasa hukukçusunun görüşleri, farklı toplumsal kesimlerin konuya ilişkin beklentilerini yansıtması açısından önemli mesajlar veriyor.

İnsan haklarının devlet aygıtından önce geldiği bir anayasa yapılmalı

Prof. Dr. Yavuz Atar, 'Anayasal ve siyasi sorunların köklü olarak çözümü için, temel felsefesi bireyin özgürlüğü ve korunması olan, ideolojik açıdan nötr, siyaset üzerindeki vesayeti sonlandıran, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik kurumsal güvenceleri içeren bir anayasa yapılması gerektiğini' söylüyor.





Türkiye'nin yeni gündemi anayasa yapım süreci ve nasıl bir anayasa yapılması gerektiğini cuma günü Ankara'da görüştüğümüz Prof. Dr. Yavuz Atar şöyle değerlendiriyor:   

- Yeni dönemin en önemli konusu anayasa yapım süreci olacak. Neden yeni bir anayasaya ihtiyaç var?

1982 Anayasası'na ideolojik olarak taraflı ve özgürlük karşıtı bir felsefe egemen. Anayasacılığın temel ilkesi, bireysel özgürlüklerin doğal olarak ve kendiliğinden var olması, buna karşılık siyasal otoritenin sadece verilen yetkilere sahip olmasıdır. 1982 Anayasası bu anlayışa dayanmıyor. Öte yandan, mevcut anayasa, otoritenin yetkilerini tayin ederken seçilmiş iktidarı atanmış bürokrasinin vesayetine tabi tutuyor. 1982 Anayasası'nın yapıcıları evrensel standartlarla bağdaşmayan bir anayasa yapmakla yetinmeyerek; insan hakları ve siyasi sistemin işleyişi alanındaki temel kanunları da tümüyle otoriter bir yaklaşımla değiştirmişlerdir. Çeşitli etki ve tepkilerin ürünü olan 1961 ve 1982 darbe anayasalarından sonra, bireyi esas alan ve devletin yetki haritasını modern anayasacılığın temel ilkelerine göre düzenleyen sivil ve demokratik bir anayasanın yapılması köklü bir dönüşüm sürecinde bulunan Türkiye için acil bir ihtiyaç. Anayasa yenilenmeden diğer sorunları çözmek mümkün değil. 

İdeolojik açıdan nötr

- Size göre bugünün gerçeklerine göre Türkiye'nin yeni anayasası nasıl olmalı?

Anayasal ve siyasi sorunların köklü olarak çözümü için, temel felsefesi bireyin özgürlüğü ve korunması olan, ideolojik açıdan nötr, siyaset üzerindeki vesayeti sonlandıran, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik kurumsal güvenceleri içeren ve aynı zamanda da siyasi sistemin işleyişindeki belirsizlikleri ortadan kaldıran yeni bir anayasa yapılması gerekiyor. Yeni anayasa bazı Avrupa ülkelerinde örneklerini gördüğümüz şekilde orta uzunlukta, dil bakımından sade ve anlaşılır ve kendi içinde tutarlı bir metin olmalı. Anayasa, bireyi esas alan ve devleti onun hizmetindeki bir araç olarak kabul eden bir felsefeye dayanmalı. Bu yaklaşımın bir gereği olarak anayasada insan haklarının devlet aygıtından önce düzenlenmesi sembolik açıdan önemli.

- Hem parlamento öncesi hem de parlamento süreci bakımından anayasa yapım süreci nasıl işlemeli?

 Parlamento öncesinde, bütün toplum kesimleri, STK'lar ve parlamentoda olmayan siyasi partilerle bunu müzakere edebilirsiniz. Bunlardan ortaya çıkan görüşler doğrultusunda bir taslak ortaya çıkarsa bu parlamentoya getirilir. Katılmacı yöntemle bir anayasa yapacaksak, parlamento içinde ve dışındaki tüm partilerin ve görüşlerin burada söz sahibi olması gerekir. Ama davet edildiğiniz halde herhangi bir sebeple müzakere masasına gelmezseniz, o zaman söz hakkınız kalmaz. Bu durumda, 'O zaman anayasayı değiştirmeyelim, müzakere burada bitsin' demek doğru değil. Bu şekilde biz reform yapamayız.

Mutlaka referanduma gidilmeli

- Başbakan Erdoğan seçimde 367 milletvekili çıkarsaydı, referanduma  gitmeyi düşünmediğini açıklamıştı. Sonuçlar öyle değil ama ilkesel olarak bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

Hukuken bu mümkün; ancak siyaseten bu doğru olmazdı diye düşünüyorum. Demokratik yöntem açısından referanduma gitmekte büyük fayda var. Halkın anayasa yapımı sürecinin tüm aşamalarında söz sahibi olması, o anayasanın kalitesini ve istikrarını artırır. Halkın anayasaya olan inancı güçlenir. O yüzden, muhakkak referanduma götürülmelidir diye düşünüyorum.

- Size göre mevcut anayasada ideolojik algıya yol açan ifadeler neler?

Mesela hemen anayasanın başlangıcında yüce Türk devletinden bahsediliyor. Bu yaklaşım doğrudan doğruya insan haklarının, birey özerkliğinin inkarı anlamına geliyor. Yani siz devlet için yüce sıfatını kullandığınız takdirde, onu sorgulanamaz bir aygıt olarak görüyorsunuz, demektir. Oysa devlet, bireyin hizmetinde olan bir araçtır. Kutsal ya da yüce devlet anlayışı hukuk devleti ve demokrasi ile bağdaşmıyor. Gene 'Atatürk milliyetçiliği' deniliyor. Peki, bir kanun ne zaman Atatürk milliyetçiliğine ya da yüce Türk devleti felsefesine aykırı olur? Bunlar aslında ideoloji içeren ifadeler. Anayasa metinleri kanunların uygunluk denetiminde esas alınan normlar olduğundan yargı denetiminde de çok ciddi sorunlara, subjektif yargısal yorumlara yol açabilir.

- Değiştirilemez maddeler konusunda ne düşünüyorsunuz? Değiştirilmeli mi, kalmalı mı?

Değiştirilemez maddelerdeki cumhuriyet, demokrasi, laiklik, hukuk devleti, sosyal devlet ve insan hakları gibi temel ilkelerle kimsenin sorunu olduğunu sanmıyorum. Ancak düşünce özgürlüğü çerçevesinde her şeyi tartışılabilmeliyiz. Diyelim ki, siz dünyanın en mükemmel anayasasını yaptınız. Gelecek nesillere diyorsunuz ki, bu devlet var olduğu sürece bu anayasa var olacak. Abdülhamit, Kanun-u Esasi'de 'Ey evlatlarım, bu anayasanın hiçbir hükmünü değiştirmeyin' demiş olsaydı, biz Cumhuriyet'i nasıl kuracaktık? Bu, demokrasi ve anayasacılık açısından kabul edilebilir bir şey değil. Zira gelecek nesillerin iradesi üzerine ipotek koymuş oluyoruz. Ayrıca, istediğiniz kadar anayasaya 'Bunlar değiştirilemez' diye yazın, değiştirilmesini engelleyemezsiniz. 61 Anayasası 'Birinci madde değiştirilemez' diyordu. 80 darbesini yapanlar anayasayı topyekun değiştirdiler. Değiştirilemez madde koymak ne siyaseten, ne de hukuken gerçekçi.

Sadece vatandaşlık şartları

- Yeni süreçte Kürt meselesini rahatlatacak iki konu olarak, millet kavramı ve vatandaşlık tanımı tartışılıyor. Bu iki unsur günün gereklerine göre nasıl olmalı?

 Şimdi mevcut anayasamızdaki 'Türk' kelimesi etnik bir anlam taşımıyor, etnisiteye atıf yapmıyor; vatandaşlığı anlatıyor. Bu böyle olmakla birlikte, gene de vatandaşın tanımında 'Türk' kelimesinin yer alması tartışılabilir. Bunu ortadan kaldırmak için daha kuşatıcı bir tanım yapabiliriz, hatta tanım yapmak da zorunlu değil. Şimdiki metinde 'Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür' deniliyor. Bunun yerine sadece, vatandaşlığın nasıl kazanılacağı yazılmış olsaydı, böyle bir tartışmaya gerek kalmazdı.

- Türk milleti kavramı peki?

Türk kelimesi orada bulunmalıdır. Tarihi ve sosyolojik olarak bu topraklarda yaşayan insanlara etnisite vurgusu olmaksızın 'Türk milleti' deniliyor. Yani Kürt, Laz, Arap, Çerkez olabilir, ama tarihi ve sosyolojik olarak bakıldığında 'Türkler' deniliyor. Fransızlar, Almanlar, İngilizler, İtalyanlar diyoruz örneğin. O ülkelerde başka etnik kökenler yok mu, var. Türkiye'de yaşayan insan topluluğunu da 'Türk milleti' deniliyor. Dolayısıyla anayasa maddeleri içinde değilse de, başlangıcında Amerikan anayasasındaki 'Biz Amerikan halkı' ifadesi gibi, 'Biz Türk milleti' ifadesi kullanılabilir. Bu ifadenin diğer etnik kökenleri rahatsız etmemesi gerekir. Kültürel haklar bakımından ise elbette insanların etnik, dinsel ya da hangi farklılığı varsa, bunları tanımamız gerekiyor. Ama anayasada etnik ya da dinsel topluluklar sayılamaz ve Türklerin, Kürtlerin hakları gibi bir ayırım olamaz.

- Mevcut üniter devlet yapısını bozmadan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde düzenlemeler nasıl yapılabilir?

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Burada tabii federalizm tartışması da gündeme geliyor. Federalizm, üniter yapı içinde birlikte olması mümkün olmayan toplumlar için anayasal bir çözüm şeklinde önümüzde duran bir model. Biz, Türkler, Kürtler, Lazlar gibi farklı kültürler olarak 'Federalizm şarttır, aksi takdirde bölünmemiz kaçınılmazdır' noktasında değiliz. Ayrıca, herkes her yere yayılmış ve iç içe geçmiş durumda. Dolayısıyla bizim zaten bir federalizm oluşturmamız pratikte de mümkün değil. Yerel yönetim meselesine gelince, bunu Kürt sorunu ile ilintisi olmaksızın bir bütün olarak, demokrasi sorunu olarak ele almamız lazım. Batı demokrasilerinde eğilim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde. Biz de bu eğilimin dışında kalamayız. Federalizmde siz eyaletlere kendi parlamentosunu oluşturma, kanun çıkarma ve anayasa yapma yetkisi veriyorsunuz. Oysa güçlü yerel yönetimlerin anayasası yok. Yerel meclisler var elbette; ama kanun yapamıyor.

Rasyonelleştirilmiş başkanlık sistemi

Bizde başkanlık sistemi biraz yanlış algılanıyor. Zannediliyor ki başkanlık sisteminde başkan çok güçlü ve sistemde her istediğini yapabiliyor. Oysa, Amerikan Başkanlık sistemi başkana süper yetkiler veren ya da sırf başkanlık olduğu için devleti süper ekonomi, süper askeri güç haline getiren bir model değil. İstikrarın garantisi de değil. Hatta mevcut haliyle istikrarsızlık da meydana getirebilir. Başkan her istediğini yapamaz; ABD'de olduğu gibi bazen bütçesini bile çıkaramaz. İcraat yapabilmesi ise bütçesini çıkarabilmesine bağlı. Parlamenter sistemde zaten hükümetle yasama iç içe. Yönetimde olan parti, daha doğrusu başbakan sistemi kontrol ediyor, bütçesini de çıkarabiliyor. Dolayısıyla daha güçlü bir yürütme düşüncesiyle başkanlık sistemine geçmek isteniliyorsa, bu aslında istenen şeyi sağlamaz.

- Neden başkanlık sistemini istiyor o zaman Başbakan Erdoğan?

Belki şundan olabilir: Parlamenter sistemde iki başlılık var. Bir başbakan, bir de cumhurbaşkanı var. Oysa başkanlık sisteminde yürütme iki başlı değil, sadece başkan var. Böyle olunca, belki daha güçlü olduğu zannediliyor olabilir. Bir de bizdeki anayasa cumhurbaşkanına klasik parlamenter sistemle bağdaşmayan yetkiler verdiği için, seçilmiş hükümetler cumhurbaşkanı ile ters düştüklerinde cumhurbaşkanı frenleme yapabiliyor. Bu nedenle, 'Tek başlı yürütme olsun' düşüncesi cazip gelebilir. Halk arasında da muhtemelen, 'Amerika süper bir devlet, başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Bizim de süper bir devlet olabilmemiz için iyi olur' diye düşünülüyor olabilir. Bu, psikolojik bir şey aslında. Oysa sistem iyi incelendiğinde tek parti hükümetindeki başbakanın, bugünkü Amerikan başkanlık sistemini istemesi pek de kendi çıkarına değil.

- Başkanlık sistemi mi, parlamenter sistem mi iyidir size göre?

Eğer sizin ülkenizde tek parti hükümeti çıkmadığı zaman uzlaşmacı koalisyonlar kurabiliyorsanız, ülke istikrarlı bir şekilde yönetilebiliyorsa, parlamenter sistem işliyordur ve iyidir denilebilir. Ama sizin uzlaşma kültürünüz yoksa, partiler koalisyon kurmakta zorluk yaşıyorsa ve de başarılı olamıyorsa -ki bizim ülkemiz maalesef böyle- orada sorun vardır. Ama, başkanlık sistemi düşünülebilirse de, bu durumda da Amerikan sistemini bugünkü yapısıyla almamamız gerekiyor. Amerikan siyasi kültürü, müzakere ve pazarlık etmek üzerine kurulu olduğu ve partiler disiplinli, katı olmadıkları için başkanla parlamento arasında bir tıkanma olursa bu bir şekilde çözülüyor. Bizim gibi bir ülkede Amerika'daki bu model işlemez.

- Ne yapmalıyız o zaman?

Amerika'da bazı siyaset bilimciler, tıkanmaları önlemek için parlamenter sistemin bazı unsurlarından yararlanmayı öneriyorlar. Takım adaylar bileti (team ticket) denilen bir sistem var. Yani, her partinin başkan, başkan yardımcısı ve parlamento üyeliği adaylarının tek liste halinde seçime gittiği sistem. Böylece başkan ve parlamento üzerinde parlamenter sistemde olduğu gibi bir parti kontrolü oluşturmak istiyorlar. Buna rağmen başkanla parlamento arasında itilaf çıkarsa da yüksek mahkemenin hakem olması, referandum yolunun işletilmesi veya iki taraftan birinin isteğiyle erken seçime gidilmesi gibi mekanizmalar öneriliyor. Bu mekanizmalarla daha güçlü, daha iyi işleyen, tıkanmaları aşabilen 'rasyonelleştirilmiş' bir başkanlık sistemi amaçlanıyor. Türkiye'de de eğer başkanlık sistemi düşünülecek olursa, bu mutlaka rasyonelleştirilmiş başkanlık modeli olmalıdır.

Değişmez maddeleri tartışmak süreci çıkmaza sokar

'Anayasa değişikliğinde belli çoğunluğun değil; farklı çoğunlukların katılması önemli' diyen Prof. Dr. Erdoğan Teziç, anayasanın değişmez nitelikteki maddeleri için 'Cumhuriyet'in kazanımları üzerinde tartışmaya girmek, anayasa sürecinin çıkmaza girmesine yol açar' diyor. Teziç, anayasanın referanduma götürülüp götürülmeyeceğine karar verecek mercinin başbakan değil, cumhurbaşkanı olduğunu söylüyor





Yeni dönemin öncelikli konusu olacak anayasa süreci hakkında perşembe günü İstanbul'da evinde görüştüğümüz Türkiye'nin önde gelen anayasa hukukçularından ve YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç'in değerlendirmeleri şöyle:

- Seçim sonrasında gündemde yeni anayasa var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Eğer yürürlükte olan anayasa üzerinde bir değişiklik yapılacaksa bu değişiklik 1982 Anayasası'nın 175'inci maddesinde ve 1,2,3, 4'üncü maddelerinde öngörülen şekil şartlarına bağlı olarak yapılacaktır. Buna karşılık, eğer yepyeni bir anayasa yapılacaksa toplumun geniş katmanlarının bir temsil zemininde meclise yansıması ve kurucu meclisin oluşturulması lazım. Yüzde 10 barajı ile gelen bir meclisin, kurucu meclisi oluşturması düşünülemez. Dolayısıyla, mevcut anayasayı değiştirebilir; ama yeni anayasa yapmak için durum biraz farklı. Anayasa değişikliğinde belli çoğunluğun değil; farklı çoğunlukların bir araya gelmesi, katılması önemli. Ama benim tartışmalardan anladığım, yeni anayasadan ziyade bir anayasa değişikliği yapılacak gibi görünüyor.

- Anayasa oluşturma süreci mutlaka sivil toplum ve diğer partilerle mutabakat yakalayana kadar uzatılmalı diyorsunuz anladığım kadarıyla...

Katılmayı sağlamak açısından bunun mutlaka genişletilmesi gerekiyor. Böyle olmadığı takdirde, belli bir çoğunluğun oylamasına dönüşür ki, o anayasa değişikliği bir toplum sözleşmesi olma özelliğini taşımaz o zaman.  

- Başbakan Erdoğan 'Mecliste 367 sandalyemiz olursa, referanduma gerek yok' demişti. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Ben burada acaba bir dil sürçmesi mi var diye düşünüyorum.

- Hayır, birkaç yerde aynı şeyi söyledi...

Ben öyle yorumlamak istiyorum. Dil sürçmesi olarak. Çünkü referanduma götürülüp götürmeyeceğine cumhurbaşkanı karar verir. Eğer 367 ile kabul edilmişse, cumhurbaşkanı dilerse imzalar, yürürlüğe girer veyahut halkoyuna da sunabilir.

Yargı bağımsızlı sağlanmalı

- Bugünkü Türkiye için nasıl bir anayasa yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Parlamenter hukuk rejimi çerçevesinde yargı bağımsızlığı bütünüyle sağlanmadan özgürlükçü bir hukuk düzeninden bahsedilemez. Onun için, bu eksikliğin giderileceği bir anayasa metnine ihtiyacımız var. Bugün Türkiye'de yargı bağımsızlığından söz etmek mümkün değil. Hürriyetlerin en önemli güvencelerinden birinden mahrum olarak demokratik, laik hukuk düzeni inşa edilemez.   

- Sizin 92'de TÜSİAD'a hazırladığınız taslakta değiştirilemez maddeleri tartışmaya açtığınız yorumları yapılıyor. Öyle mi?

1992 yılında benim de içinde bulunduğum 9 kişilik bir grup olarak TÜSİAD'ın bizden istediği 'Yeni Bir Anayasa İçin' diye bir metni hazırladık. Bu bir anayasa taslağı değil; yeni bir anayasa yapılması sürecinde gerekenlerin özetlendiği bir çalışma metni. Orada, 'Eğer bir kurucu meclis olmayacak ama temsil tabanı geniş bir meclisle yola çıkılacaksa; bunun kurucu meclis niteliğini taşıyabilmesi için artık bir önceki anayasa kuralları ya da değiştirilmesi yasak bir hükümle bağlı değildir' dedik. Yani, 'Cumhuriyet değişmez bir yönetim biçimi olarak şüphesiz kalır ama, bunun nitelikleri ile ilgili değişmez maddeler konusunda kendini serbest hissetsin, buna gerek görürse başka bir üslupla da yazabilsin' görüşünü ifade ettik.

- Neden böyle dediniz?

1961 Anayasası'nda sadece cumhuriyet devlet şekli olarak öngörülmüştü. Zaman içinde Cumhuriyet'in nitelikleri Anayasa Mahkemesi'nin içtihatlarıyla 'değişmez hükümler' haline dönüştü. 1982 Anayasası'na bunlar bir veri olarak aktarılırken, bazı eklemeler de yapıldı. 'Bunu yeni anayasa koyucular takdir etsin' dedik. Zaten değiştirilemez maddelere yol açan içtihatlar halen yürürlükte. Onlar, sonradan başka içtihatlarla değişmedikçe, yürürlükten kaldıramazsınız.

Cumhuriyetin kazanımları

- Anayasa metninden değişmez maddeleri çıkarmanın hukuki olarak bir anlamı yok mu bu durumda?

Evet, mahkeme içtihatları oldukları için, hukuken hayatımızda olmaya devam edecek. Şunu belirteyim ki, 2007 sonrasında  TESEV ve TÜSİAD'ın metinlerindeki yasakların kaldırılma amacı başka. Biz kurucu iradeye serbestlik tanırken, onlar anayasanın değişmez niteliğindeki maddelerinin anayasa değişikliklerine engel olmaması; anayasa mahkemesinin iptal kararları vermesini önlemek için bunu yapmak istiyorlar. Ben yeni süreçte değişmez maddelerin tartışmaya açılacağı şekilde bir taslak çıkacağını sanmıyorum. Cumhuriyet'in kazanımları üzerinde tartışmaya girmek, anayasa sürecinin çıkmaza girmesinden başka bir şey değildir.

- Gelecekteki kuşakları bağlayacak böyle değişmez hükümlerin anayasada yer alması doğru mu peki?

Bu konuda doğru mu, yanlış mı kararı bütün ülkeler için söylenemez. Ancak başka ülkelerde de bu var. Mesela 1947 Bonn Anayasası'nın ilk 20 maddesi değiştirilemez maddelerdir. Bu maddelerin değiştirilmesi asla tartışılmadı. İspanyol, Portekiz, Yunanistan, Fransa anayasalarında da değişmez maddeler mevcuttur. 

- Başlangıç bölümünün korunmasından yanasınız anladığım kadarıyla, öyle mi?

Aynısının korunmasından yana değilim. Onu daha hukuki bir çerçeveye oturturken, aynı zamanda dayandığı temel felsefi değerleri yansıtması isabetli olur. Milli mücadeleden sonra oluşan ulus devletin ve Cumhuriyetimizin nitelikleri ve bize kazandırdıklarının başlangıç kısmında ifade edilmesinin yerinde olacağını düşünüyorum. 

- Anayasaların ideolojisi olur mu tartışmasına sizin yaklaşımınız nedir?

Her ülkenin tarihinde kendi kazanımları, değerleri vardır. Bunlar o anayasanın temel felsefesini belirtir. Bunları artık ideoloji olarak değil, toplumun bütününe mal olmuş değerleri olarak görmek gerek ve bunların da anayasanın başlangıç kısmında yansıtılmasından daha doğal bir şey olamaz.

'Türk' etnik bir ifade değil

- Yeni anayasada 'millet' ve 'vatandaşlık' kavramlarının yeniden tanımlanmasına nasıl yaklaşıyorsunuz?

Anayasa'nın 66'ıncı maddesinde 'Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür' deniliyor. Buradaki Türk sözcüğünü yorumlarken, yürürlükteki anayasanın 10'uncu maddesindeki kanun önünde eşitlik ilkesiyle beraber yorumlamak lazım. Buna göre, herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Buradaki Türk sözcüğü bir milletin adıdır. Tıpkı, Fransız, İspanyol, Alman gibi. Mensubiyet Türk etnik yapısına ait olmak değildir; mensubiyet, milletin bireyle kurduğu hukuki ve siyasi bağdır. Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır' yerine herkes 'Türk’tür' denilmiştir. Aynı anlama gelir.

- Bunu örneğin Türkiye vatandaşlığı gibi bir ifadeyle yeniden tanımlasak nasıl olur?

Bu tartışmalara girerseniz, o kadar gerginliklere yol açarsınız ki, nasıl bir sürtüşme yaratacağını tahmin etmek zor değil! Bizim bugün halen ülkemizde Musevi, Ermeni Rum kökenli vatandaşlarımız da var. Bunların Türk olması Türk kökenli oldukları için değil; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları, bir siyasi ve hukuki bağ dolayısıyladır. Bir özgürlük sorunu olarak etnik kimliği tanımak başka bir şeydir, onu hukuki bir unsur olarak vatandaşlık kavramı içerisine almak başka bir şeydir.

- Laiklik tanımı yeniden yapılmalı mı?

Laiklik çok genel bir ifadeyle dinin devlet işlerinden ayrılması olarak tanımlanıyor ama, işlevsel özelliği dinin siyasete alet edilmemesi anlamındadır. Siz ibadet özgürlüğünü tanırsınız, bunun için devlet her türlü yükümlülüğü yerine getirmek zorundadır ama uygulamada kutsal inançlara atıf yaparak birtakım hizmetleri yapma yoluna giderseniz; bu, dinin kötüye kullanımı anlamına gelir. Bu kavramın herkesi tatmin edecek bir tanımını yapmak hukuken kolay değil. Yürürlükteki anayasasının (24'üncü maddenin son fıkrası) bu hükmünün korunmasında isabet vardır. 

Başbakanlık sistemi toplumu böler

- Başbakan Erdoğan'ın gündeme getireceğini ifade ettiği başkanlık sistemine nasıl bakıyorsunuz?

Eğer ABD'deki başkanlık sistemi bir anayasa değişikliği ile Türkiye'ye getirilmek isteniyorsa, bu sistemin yıllar içinde şekillenmesi ve bunu doğuran özelliklerin neler oldukları sorusunun sorulması lazım. Bunu taklit etmek isteyen ülkelerde, hele hele çok gelişmemiş ve yargı bağımsızlığının tam anlamıyla gerçekleşmediği bir yapıda uygulanmak isteniyorsa, genellikle otoriter bir yönetimlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Fransa'da ise De Gaulle, bir askeri darbe ile geldikten sonra yarı başkanlık sistemine geçilmiş ve devlet başkanına son derece geniş yetkiler tanınmıştır. Bu, parlamenter sistemle başkanlık sisteminin karması bir sistemdir. Ancak, orada da zaman zaman gördüğümüz gibi başkanın halk tarafından seçilmesi toplumlarda her zaman yol kazısına yol açar, toplumu böler. Fransa'da son yıllarda tekrar parlamenter rejime dönüş tartışmaları gündemdedir. 

- Yol kazısı ile ne kastediyorsunuz?

İki adaya kaldığı zaman, devlet başkanlığı seçimi büyük riskler taşıyor. Halbuki, parlamentonun seçtiği bir devlet başkanında bu sorunları çözme imkanı var. Bir de başkanlık rejimi ile tarafsız bir cumhurbaşkanı seçme imkanı ortadan kaldırır. Hem ABD'deki başkanlık rejimi, hem de Fransa'daki yarı başkanlık rejimlerinin, bizdeki gibi parti disiplininin çok sert olduğu ülkelerde başarılı bir şekilde uygulanması mümkün değil.

Türbanın hukuk dışı çözülmesinin emsal olmasından endişeliyim

Kamusal bir sorumluluk taşıyorsanız, beğenmediğiniz, hoşlanmadığınız kurallar da olsa bunları tartışmasız uygulama yükümlülüğü altındasınızdır. Bizim görevimiz sırasında da kanun koyucu gibi bir düzenleme yetkimiz yoktu, kurallara ve içtihatlara bağlı olmak zorundaydık. Fakat, Türkiye'de -maalesef- kız öğrencilerin örtünme biçimi zamanla siyasi alana taşınmaya başlandı. Hatta öyle bir hale geldi ki, Başbakan 2008 yılında İspanya'da bir toplantıda 'Velev ki, siyasi simge' dedi ve bunu kabul etti. Belki bunu zamanında belli faaliyet alanlarıyla sınırlı tutarak, öğretmen, asker, yargı mensupları gibi tarafsız algılanmaları önemli olan kurumlarda bir çerçeveye oturtabilseydi, bu sorun bu hale gelmeyebilirdi. Şimdi bunu fiilen çözme gibi hukuk dışı bir yola girildi.

- Bugünkü durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sorunun bu şekilde çözülmesi de yanlış. Bu konuda bir anlayış, hoşgörülü bakış oluşmaya başlamıştı. Artık öğrencilerin birbirlerini rahatsız etmeyecekleri bir biçimde yalnız üniversite öğrencileri ile sınırlı bir alanda kalması konusunda bir anlayış belirmeye başlamıştı. Bu konu İnsan Hakları Mahkemesi'ne de taşındı. Keşke taşınmasaydı. Çünkü oradan gelecek bir kararın sorunu daha da çözümsüz hale getirebileceği konusundaki kanaatlerimizi o zaman söyledik. Milli mahkemelerde bunun çözülmesi isabetli olurdu. Belki o zaman belli hizmetlerin görüleceği alanlarla sınırlı ve üniversite öğrencileri ile ilgili bir serbestlik çerçevesi oluşturulabilirdi. Bu yola gidilmedi.

- Sizce bu konuda ne yapılmalı?

Öğrencilerin kılık kıyafeti, zamanın akışına bırakılarak, sürtüşme ve siyasi çıkar sağlama konusu olmaktan çıkabilirdi. Ama, yürürlükteki kuralları çiğneyerek, yola çıkılması iyi bir çözüm olmadı. Yürürlükteki kural ve içtihatları, fiili durumlar yaratarak değiştirmek isabetli bir çözüm değildir. Bu durum, başkaca konularda da emsal olur endişesindeyim bir hukukçu olarak.

Görev süresine Gül karar vermeli

Cumhurbaşkanı  Abdullah Gül'ün ne kadar görev yapacağı konusunda tek bir karar mercii vardır: Kendisi. Çünkü, mevcut cumhurbaşkanı 7 yıl için ve bir defaya mahsus seçilmiştir. En doğrusu, görev süresinin 5'inci yılında kendi durumunu değerlendirip, bir karara varmasıdır. Bu konuda başka bir makam yetkili olamaz. Aksi halde görevinden azledilmesi demektir. Bu işlemi kim imzalayacaktır?

YGS'nin yeniden yapılması gerekirdi

Bu sorun gündeme geldiğinden beri yaygın bir huzursuzluk oluşmaya başladı. Böyle bir endişe doğduğu anda, bunun en rahatlatıcı çözüm yolu sınavları iptal edip, yeni bir sınav yapmak olmalıydı. Gençlerin böyle bir güvensizlikle yola çıkması iyi değil. Yeniden sınav yolunun açılması isabetli olurdu, o zaman vakit de vardı. Sınavın tekrar yapılmaması, öğrencilerde de hala bir burukluk, ikna olmama duygusu yarattı. Bu hem çocuklarda; hem ailelerde bir büyük hayal kırıklığıdır. Milyonlarca insan bir endişe yumağı içerisinde. Yapılmış hatalar varsa, bunlar itiraf edilir, yeni bir sınavla bu konu kapatılırdı.