Gündem

"Basın üzerinde baskı kurma işini Adnan Menderes icat etmişti"

1 yıl önce bugün hayatını kaybeden Cüneyt Arcayürek'in ölümünden önce verdiği son söyleşiden...

23 Haziran 2016 13:05

1 yıl önce bugün 23 Haziran’da yaşamını yitiren Türkiye basınının en kıdemli isimlerinden Cumhuriyet gazetesi yazarı ve gazetenin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı'nın Yönetim Kurulu üyesi Cüneyt Arcayürek, bugün Gölbaşı Mezarlığı’ndaki gömütü başında anılacak. Türkiye’nin tek parti döneminden 2015’e kadar olan inişli çıkışlı siyasal tarihinin en yakın tanıklarından olan Arcayürek, ölümünden önce son röportajını Ali Fırat Atabaş'a vermişti. Cumhuriyet'in bugünkü nüshasında yayımlanan söyleşide, Arcayürek, "Basın üzerinde baskı kurma işini Adnan Menderes icat etti" diyor. "Adnan Bey, baskı mekanizmasını iki şekilde kullanmıştır. Birincisi resmi ilanlar; ikincisi kâğıt tahsisatı" diyen Arcayürek, "Demirel döneminde de özgürdü basın. Baskı kurmaz, çok kızdı mı gazete hakkında dava açardı. Ecevit zaten basından gelmiş biri" ifadesini kullanıyor.

Arcayürek'in verdiği son söyleşisindeki açıklamaları şöyle:  

-Cüneyt Bey cumhuriyetin de ilk yıllarında doğmuşsunuz. Büyük bir dönüşümün yaşandığı dönemin tanığısınız. O yıllara dönelim mi?

Cumhuriyetin ilanından 5 sene sonra doğmuşum. Annem Ankara Kız Lisesi’nde öğretmenlikten emekli. O zaman Ankara Kız Lisesi çok önemli bir yer. Atatürk’ün çok önem verdiği bir lise. Afet İnan orada tarih öğretmenliği yapıyor. Atatürk zaman zaman geliyor, sınıflara giriyor, kızlarla konuşuyor. Annem çalıştığı için anneannem ile geçiyordu günlerim. Beş veya altı yaşlarındaydım; Atatürk, Kız Lisesi öğrencilerini, Gazi Orman Çiftliği’nde bir öğlen pikniğine çağırdı. Annem beni giydirdi; gittik öğrencilerle birlikte. Atatürk’ün geleceği haber verilence herkes tek sıra halinde dizildi.

Ben annemin yanında, Atatürk geldi ve yavaş adımlarla o sırayı baştan aşağı yürüdü, kimiyle konuştu, kiminin elini sıktı. Bizim yanımıza gelince, benim başımı eliyle kaldırdı, baktı, yanağımı okşadı, elini uzattı, uzun parmakları yumuşak bir el, o eli öptüm. Atatürk, başka bir türlü, bugüne sığmayan bir adam. Ben çocukluğumda çok iyi hatırlıyorum, arkadaşlarla Atatürk bulvarına inerken, Atatürk geçerdi. Bir imparatorluğu yıkmış, yerine Cumhuriyet kurmuş. Düşmanları da az değil... Ama korkmuyordu, açık bir arabada önünde iki motosiklet arkasında iki motosiklet ile geçerdi. Bir de şimdikilere bak...

Cüneyt Arcayürek (soldan dördüncü), Hasan Cemal, Yalçın Doğan (sağdan beşinci), Sedat Ergin (sağdan üçüncü), Mehmet Yakup Yılmaz (en sağda)

-Ama o günlerde Ankara küçük bir kasaba gibi herhalde.

Ankara tabii, çok küçük... Atatürk burayı modern bir kent haline getirmek istediği zaman, çağırdığı yabancı mimarlara ona göre bir talimat veriyor, onlar da o küçük nüfusa göre bir kent projesi yapıyorlar. Nüfus kısıtlı, ama Falih Rıfkı’ndan okumuştum, baş edemediği bir şey var. O da arsa spekülatörleri... Atatürk bile baş edemiyor bu spekülatörlerle, düşünebiliyor musun? Çocukluk arkadaşlarımdan birisi Saracoğlu’nun oğluydu. Yılmaz... Babası Başbakan.... Onunla Çankaya’ya çıkardık. Onların orada evi vardı. Biraz ilerisinde Atatürk’ün evi... Onun yakınında Fevzi Çakmak’ın evi. Biraz daha altta Pembe Köşk ve bahçesi… Mareşalin evi orada... Onu Atatürk istemiş. Atatürk önemli kararlarını önce Fevzi Çakmak’a söylemiştir. Adam Genelkurmay başkanı. 23 Nisan’larda biz İsmet Paşa’nın evine gider, elini öperdik. Oradan Çakmak’ın evine gider, elini öperdik. Sonra Cumhurbaşkanı’na giderdik.

-Gençlik yıllarınıza gelirsek, üniversite tahsili ve gazeteciliğe başlamanız hangi dönemde ve nasıl bir atmosferde oldu?

Babam öldüğünde annem genç bir kadın ama yeniden evlenmemiş. Çocuklarını büyütmüş. Babam ben 3 aylıkken ölmüş. Beni hastanede görmüş ‘bana benziyor’ demiş 3-4 gün sonra da ölmüş. Annem bize babalık yaptı. Annem doktor olmamı istediği için Tıp Fakültesi’ne kaydoldum. Üniversiteye başladığım yıllarda 2 odalı bir eve taşındık. Karşıda bir apartman vardı. Tanıdığım Atilla diye bir çocuk var, babası Başbakanlıkta müsteşar muaviniydi.

Sarı saçlı mavi gözlü bir de ablası vardı. Ablası her hafta piyano dersi alıyor. Sabahattin Bey diye biri geliyor. Bir de bir çocuk geliyor çok konuşan. Belli ki Atilla’nın ablasına âşık. Çetin Altan’ı ben orada tanıdım. Çetin Altan çok tuhaftır hem hukukta okuyor hem de Ulus gazetesinde muhabir. Aramızda bir arkadaşlık doğdu. Parasızlıktan şikâyet ettim. Tıp fakültesi pahalı bir fakülte. ‘Gel ben seni orada çalıştırayım’ dedi. Beni Ulus gazetesine götüren Çetin Altan’dır. Benim gazeteciliğe başlamam da öyle olmuştur. Ulus gazetesi CHP’nin organı. Biz orada büyük odada uzun bir masa sadece ben değil Çetin Altan, Kemal Malvarlı ve Gazanfer Kunt vardı.

O dönem başyazar Falih Rıfkı Atay’dı. Çetin’le beni polis muhabiri yaptılar. Polis bir de bizi dövmüştü hatırlıyorum. Gazeteciliğe en iyi noktadan değil, en alttan polis muhabirliğinden başlanıyordu. Ulus gazetesinde imza çıkması tarihsel bir olay. Düşünebiliyor musun sonradan CHP’nin başına gelen Bülent Ecevit, Falih Rıfkı’nın sekreteri, telefon bağlıyor. Ama sanatsever, arada bir gidiyor resim sergilerine bir eleştiri yazıyor veriyor gazeteye, o eleştiri 15 gün sonra çıkıyor sergi bile kapanmış. Çetin Altan Ecevit’le “Ne oldu ya senin sergi yazısı” diye dalga geçerdi.

-Türkiye eleştiriye daha açıktı herhalde...

Basın üzerinde baskı kurma işini Adnan Menderes icat etti. Adnan Bey, baskı mekanizmasını iki şekilde kullanmıştır. Birincisi resmi ilanlar; ikincisi kâğıt tahsisatı. Niye resmi ilanlar? O zaman böyle bir özel sektör yok, reklam yok. Resmi ilanlar önemli bir gelir kaynağı gazeteler için. Kâğıt fabrikaları da devletin elinde özel tahsisatla veriliyor. Sana kızdı değil mi kaç ton alıyorsun ayda 50! ‘Yüzde 25’e indirdim’ diyor. Demirel döneminde de özgürdü basın. Baskı kurmaz, çok kızdı mı gazete hakkında dava açardı. Ecevit zaten basından gelmiş biri.

 

Cüneyt Arcayürek'in
cumhuriyet tarihini de özetleyen hayatı

 

Cüneyt Arcayürek, 6 Mart 1928 tarihinde İstanbul'dan deniz yoluyla İnebolu'ya, oradan da kağnılarla Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye katılan genç öğretmen çift İzzet Bey ile Mesrure Hanım'ın, Nezih ve Dündar Arcayürek'ten (ö. 1993) sonra üçüncü çocuğu olarak Ankara’da dünyaya geldi. Arcayürek ailesi, savaş yıllarında Nezih'i kaybetti.

Cüneyt Arcayürek Ankara'nın tarihi semtlerinden Samanpazarı’nda, Koç ailesinin çocuklarının da okuduğu “Bizim Mektep” adlı özel ilkoukulu bitirdikten sonra Cebeci Orta Okulu'nda okudu. Babasını erken yaşta kaybetti. Paylaştığı anılar arasında, annesi Mesrure Hanım'ın öğretmenlik yaptığı Ankara Kız Lisesi ekibini kabullerinde iki kez gördüğü Atatürk'ün kendisini sevmesi ve elini öptürmesi de vardı.

 

Tıp eğitimden gazeteciliğe...

 

Ardından, Türk şiirinde Garip akımının öncüleri Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ile Prof. Erdal İnönü'nün de öğrencileri arasında bulunduğu, Ankara'da açılan (1932) üçüncü lise olan Gazi Lisesi'ne girdi ve 1944 yılında mezun oldu. Liseden sonra Ankara Tıp Fakültesi'ndeki tıp eğitimi kapsamında Almanya'ya da gitti. Ancak tıp eğitimini tamamlamayarak, arkadaşı Çetin Altan’ın önerisi ile gazeteciliğe geçiş yaptı.

Tek parti döneminde Cumhuriyet Halk Partisi'nin yayın organı olan ve bir dönem eski başbakanlardan Bülent Ecevit'in de çalıştığı Ulus gazetesinde 1947 yılında gazeteciliğe başladı. Sırasıyla Ankara Akşam haberleri, Kudret, Vatan, 1954 yılında tekrar Ulus gazetesi, Anka Haber Ajansı, Akis dergisi, Hürriyet, Güneş, Milliyet gazetelerinde çalıştı. Milliyet'te ve Atatürk'ten sonra İkinci Cumhurbaşkanı ve CHP'nin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü'nün damadı da olan gazeteci Metin Toker'in yayımladığı Akis dergisinde hem yazarlık, hem de genel yayın müdürlüğü yaptı. Akis dergisindeki bir yazısı nedeniyle cezaevine girdi.

Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)"Bir garip gazete" dediği Milliyet'ten kısa bir süre sonra ayrılan Arcayürek 1985 yılında, Hasan Cemal'in Genel Yayın Yönetmenliği sırasında Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı. Hasan Cemal ile İlhan Selçuk-Uğur Mumcu ekibi arasında gazetenin sahibi Nadir Nadi'nin ölümünün ardından 1991 yılında yayın politikası konusunda çıkan anlaşmazlık sırasında Cumhuriyet'ten ayrılarak bir süre o dönemin Bugün gazetesinde yazdı. Nisan 1992'de İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu ekibiyle birlikte döndüğü Cumhuriyet gazetesinde "Güncel" başlıklı sütunundaki yazılarını hayata veda edene kadar sürdürdü. Bir dönem Tuncay Özkan'la birlikte Kanaltürk'te "Politika Durağı" adlı programı yaptı.

Geçen çarşamba günü toprağa verilen Hürriyet gazetesinin eski sahibi Erol Simavi ile 22 yıl çalıştığı ve gazetenin Ankara Temsilciliği'ni de üstlendiği yıllarda yakın dostluk kuran Arcayürek, Simavi ailesine ait Göcek'teki Domuz Adası'nda aile dışında evi bulunan istsinai bir isim olarak da biliniyordu.

 

Johnson mektubu ve
Kıbrıs savaşındaki ilk gazeteci

 

ABD Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson ve Süleyman Demirel, 28 Ağustos 1962).Askerliğini 1950 yılında Ankara’da yedek subay olarak yapan Arcayürek, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen ve “Johnson mektubu” diye anılan mektubu ortaya çıkararak büyük bir şöhret kazandı. Türkiye'nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla ve kaba bir üslupla yazılmış olan mektubu; iki yıl boyunca gizli tutulduktan sonra ele geçiren Arcayürek, mektubun tam metnini 13 Ocak 1966'da Hürriyet'te yayımlandı. Hürriyet gizli tutulan mektubu yayınlayınca, 15 Ocak 1966'da dönemin iktidarı, İnönü'nün verdiği yanıtı da açıklamak zorunda kaldı. Arcayürek, bu olay üzerine hakkında çeşitli soruşturmalar ve davalar açılırken "Yılın Gazetecisi" seçildi.

 

Arcayürek, 1974 yılında Türkiye'nin Kıbrıs'a yaptğı askeri harekât sırasında, askeri bir gemiye binerek Kıbrıs'a giren ilk gazeteci oldu. Çektiği 40 kaset fotoğraf dünyaya servis edildi.

Darbeyi haber veren uyarı mektubu

 

Arcayürek'in gazetecilik kariyerinde iz bırakan diğer haber, 12 Eylül 1980 darbesini yaklaşık dokuz ay öncesinden haber veren "uyarı mektubu" oldu.

27 Aralık 1979 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kendisinin ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzalarını taşıyan; “ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşünü” içeren uyarı mektubunu, bir ön yazı ile Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e sundu. Mektupta, TSK'nın “cumhuriyeti kollama ve koruma görevi”ne işaret edilerek darbe uyarısı yapıldı.

Ancak kamuoyu, muhtırayı 2 Ocak 1980 tarihinde Hürriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek'in haberiyle öğrendi. Daha sonra anlaşıldı ki, Korutürk, 1 Ocak 1980 gününe kadar altı gün boyunca muhtırayı saklamış, kimseyi haberdar etmemişti. Korütürk bu tutumunun gerekçesini yakın çevresine “Yılbaşı öncesinde halkın tadını kaçırmamak” diye açıklamıştı.

Cumhurbaşkanı Korutürk, 1 Ocak 1980 tarihinde Genelkurmay Başkanı Evren, kuvvet komutanları ile Jandarma Genel Komutanı'nı Çankaya Köşkü'ne davet etti. Kendisi de emekli bir oramiral olan Korütürk, Cumhurbaşkanlığı süresinin dolacağı Nisan 1980'e kadar askeri müdahale yapılmamasını istedi.

Muhtıra haberinin “Ordu uyarı mektubu verdi” başlığıyla Hürriyet'te ortaya çıkması üzerine Korütürk, 2 Ocak 1980'de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i birlikte Köşk'e davet ederek altı gün boyunca elinde sakladığı “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşü” başlıklı muhtıranın birer kopyasını verdi.

Korutürk, aynı gün o zaman iki kanatlı olan TBMM'de Millet Meclisi Başkanı Cahit Karakaş ile Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil, Cumhuriyet Senatosu Milli Birlik Grubu Başkanı Fahri Özdilek, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara ile Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan'a da mektubun birer örneğini gönderdi.

 

Kenan Evren'in ön yazısı ve muhtıra metni

 

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979 tarihli uyarı mektubunun ön yazısı ile “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Görüşü” başlıklı uyarı mektubu aynen şöyleydi:

"Sayın Cumhurbaşkanım,

Ülkemizin içinde bulunduğu ortamda Devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir.

Milli Güvenlik Kurulunun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutam seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.

Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zatıâlilerine sunuyorum.

Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim.

Saygılarımla. "

 

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü

 

Ülkemizin içinde bulunduğu son derece önemli siyasi, ekonomik ve sosyal ortamda her geçen gün hızını biraz daha artıran anarşi, terör ve bölücülüğe karşı milli birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için; Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke yönetiminde etkili ve sorumlu anayasal kuruluşları ve özellikle siyasi partileri göreve davet etmek mecburiyetinde kalmıştır.

Kahramanmaraş olaylarının yıldönümünde henüz ilk ve orta-öğretim çağındaki evlatlarımızın örgütlü eylemciler tarafından zorla sürüklendikleri anarşik olaylar ibretle müşahade edilmektedir.

Anayasamızın getirdiği geniş hürriyetleri kötüye kullanarak İstiklal Marşımız yerine komünist enternasyonali söyleyenlere, şeriat düzeni davetçilerine, demokratik rejim yerine her türlü faşizmi getirmek isteyenlere, anarşiye, yıkıcılığa ve bölücülüğe milletimizin tahammülü kalmamıştır.

İktidar olan siyasi partilerin bütün devlet kademelerini kendi siyasi görüşleri doğrultusunda hareket edecek kişilerle doldurması, kamu görevlilerinin ve vatandaşların bölünmesini zorunlu hale getirmektedir. Siyasi partilerce yaratılan bu bölünme giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen iç kaynakların şekillenmesine, himayesine; polis, öğretmen ve diğer birçok kuruluşların birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden boyutlara varmasını önleyemeyen, bölücü ve yıkıcı guruplara tavizler veren ve kısır siyasi çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutumlarım sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir.

Bölgemizdeki gelişmeler Ortadoğu'da her an sıcak bir çatışmaya dönüşebilecek durumdadır. İçte anarşist ve bölücüler yurt sathında genel bir ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.

Ülkede birlik ve beraberliğin, vatandaşın can ve mal güvenliğinin süratle sağlanabilmesi için gerekli kısa ve uzun vadeli tedbirlerin Yüce Meclislerimizde en kısa zamanda kararlaştırılması bugünkü ortam içinde hayati bir önem taşımaktadır.

Diğer yandan Meclislerin açılışından bir buçuk ay sonra komisyonların ancak teşkil edilebilmesi ve ülkenin acilen çözüm bekleyen konuların müzakere için bugüne kadar müşterek bir gündemin saptanamaması üzüntü ile izlenmektedir.

Atatürk milliyetçiliğinden alınan ilham ve hızla vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında toplamanın; iç barış ve huzurun sağlanmasında temel unsur olduğu apaçık bir gerçektir. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan bir an evvel kurtulması hükümetler kadar diğer siyasi partilerimizin de görevleri arasındadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; İç Hizmet Yasası ile kendisine verilen görev ve sorumluluğun idraki içinde ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi Devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.

 

'Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum'

 

Arcayürek, hayatından kesitleri paylaştığı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nde "Ordu uyarı mektubu verdi" haberinin hikâyesini şöyle anlatmıştı:

“Bir gün eve geldim, Esin İstanbul’da, radyoda 19 bültenini dinliyorum, aralarda bir haber geçti. ‘Kuvvet Komutanları Çankaya Köşkü'nde’ falan diye. Bugün görüşme günü değil! İçime kurt düştü. Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu’yu aradım ve doğrudan sordum, ‘yazılı mı verdiniz sözlü mü’ diye, ‘yazılı’ dedi. İçinde şu var mı, bu var mı diyerek metni toparladım. Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin Paşa'yı da tanıyorum, onu da aradım, oradan da doğrulatınca haberi yazdırdım. Gazeteden aradılar bir süre sonra, ‘Ağabey ne başlık verelim?’ diye, ‘Ordu uyarı mektubu verdi’ deyin dedim…

Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum. Sabaha kadar uğraşır, bulurum. Rahmetli Mustafa Ekmekçi ile Basın Sitesi'nde karşılıklı bloklarda oturuyorduk, ’Gece senin çalışma odanın ışığını görünce uykum kaçıyor, yine ne yapıyor diye merak ediyorum’ derdi.”

 

Demirel'le Köşk yılları...

 

Arcayürek'in gazetecilik serüveni, Türkiye siyasetinde iz bırakan isimlerden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile uzun yıllar boyunca yakın bir ilişkiyi de içeriyor.

Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Nazmiye Demirel, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (soldan sağa).

Arcayürek, 28 Kasım 1964 tarihinde yapılan Adalet Partisi kongresinde Sadettin Bilgiç karşısında (diğer adaylaylar Tekin Arıburun ve Ali Fuat Başgil) kimsenin şans tanımadığı Demirel'in genel başkanlığa seçileceğini, kongreden çıkan sayısal sonuca paralel olarak tahmin eden tek isim oldu.

Demirel, Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993'teki ani ölümü üzerine 9. Cumhurbaşkanı olarak Köşk'e çıkınca Arcayürek'e Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı görevini teklif etti.

Bir süreliğine bu görevi kabul ederek, daha sonra tekrar döneceği Cumhuriyet gazetesinin Ankara Temsilciliği'nden ayrılan Arcayürek, Köşk'teki tanıklıklarını anlatan ve "Etekli Demokrasi" cildiyle Tansu Çiller dönemini de içeren kitap dizisi nedeniyle Demirel'den tepki gördü.

 

Tartışılan türban yazısı

 

Laikliğin yorumu konusunda katı görüşlere sahip olan Arcayürek'in 1 Eylül 2013'te Cumhuriyet'te yayımlanan yazısı tartışmalara neden olmuş, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül tarafından tekzip edilmişti. Arcayürek, yazısında, “... 30 Ağustos resepsiyonu At gözlüğüne benzer türban. İki kaş, iki göz, bir burun ve ağzı açık. Bir de eli. İlla ki baştan aşağı örtülü başkumandan (Cumhurbaşkanı) eşi Hayrünnisa Hanım’ın elini sıkarken, önünde baştan aşağı kapalı siyahlar giymiş, şişmanlıktan adeta yuvarlanarak yürüyen eşi Emine Hanım; John Kerry ile bir zamanlar dostu olan Obama’nın açıklamalarına aklı takılı... Maaşlara açıklanan yıllık zammı işitince düş kırıklığına uğrayan memurlar gibiydi” ifadelerini kullanmıştı.

 

'Liderlere haber için takıldım'

 

“Hayatımda hiç partili olmadım, hep gazeteci kaldım” diyen Arcayürek, bir Ankara gazetecisi olarak siyasilerle yakınlığı ve tarzı konusunda şunları söylemişti:

“İlhan Selçuk, ‘Cüneyt’ yazısında, ‘Bu ne sağa girdi ne sola, gazeteci kaldı” demişti, öyle kaldım ve öyle öleceğim.
11 Cumhurbaşkanı geçmiş, ben hepsini yaşadım. Bu hariç (Abdullah Gül) hepsiyle de dostluğum oldu. Ben siyaset nedeniyle takılmadım liderlere, haber için takıldım, hepsi ile anılarım var…

Hepsinin kendilerine göre üstünlükleri, zafiyetleri vardı hiç birinden bir şey istemedim. Bu gün de istemiyorum, iktidarlar bana vız gelir tırıs gider. Ben gazeteciliğimi yaparım.

1971 model Wolkswagen marka arabamı 2005 yılında sattım. Ne para ihtirasım oldu, ne mal ne mülk, namerde muhtaç olmadan yaşıyoruz.1960 yılında, Necati Zincirkıran’ın tanıştırdığı Esin Hanım ile evlendik, Bir karım var, onun sorumluluğunu taşıyorum, bana kazık atacak ne oğlum ne kızım var, onun sağlığı iyi olsun, mesut yaşayalım, olay bu.”

 

Onlarca kitap yazdı

 

1960 yılında Esin Hanım'la evlenen ve çocuğu bulunmayan Cüneyt Arcayürek'in yayımlanmış kitapları şunlar:

1- Demokrasinin İlk Yılları: 1947-1951
2- Yeni İktidar Yeni Dönem: 1951-1954 (1985)
3- Bir İktidar Bir İhtilal: 1955-1960 (1985)
4- Yeni Demokrasi Yeni Arayışlar: 1960-1965 (1985)
5- Çankaya'ya Giden Yol: 1971-1973 (1985)
6- Hapishanedeki Ecevit (1986)
7- Müdahalenin Ayak Sesleri: 1978-1979 (1986)
8- Ku-De-Ta (1987)
9- Şeytan Üçgeninde Türkiye (1987)
10- Demokrasinin Sonbaharı: 1977-1978 (1987)
11- Ku-De-Ta 2 (1988)
12- 12 Eylül'e Doğru Koşar Adım (1988)
13- Demokrasi Dur: 12 Eylül 1980 (1990)
14- Çankaya Hesaplaşması (1990)
15- Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi: 1965-1971 (1992)
16- Demokrasi Dönemecinde Üç Adam (1999)
17- Bekleyen Adamın Gerçekleşen Düşü (2000)
18- Bir Giden Bir Gelen Bir Bekleyen (2000)
19- Kriz Doğuran Savaş (2000)
20- Sessiz Darbe (2001)
21- Etekli Demokrasi (2001)
22- Baba'sının Kızı (2001)
23- Çankaya Muhalefeti (2002)
24- 28 Şubat'a İlk Adım (2003)
25- Geri Gidişe İzin Yok (2003)
26- Uzakta Kalan Tarih (2003)
27- Darbeler ve Gizli Servisler: 1950-2002 (2003)
28- Bir Zamanlar Ankara (2005)
29- Bir Özgürlük Tutkunu Bülent Ecevit (2006)
30- Derin Devlet: 1950-2007 (2007)
31- Çankaya: Gelenler Gidenler (2007)
32- Atatürk'ten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik? (2008)
33- İkinci Dünya Savaşı ve İki Cephede Türkiye (2010)
34- Bugünlere Nasıl Geldik? (2010)
35- Çankaya (2010)
36- Çankaya 2. Cilt [1980 – 2011] (2012)

 

Cüneyt Arcayürek kendisini anlatıyor